ÜÇ GÜNLÜK ANARŞİST ( 3.)
Yaz tatili hep hareketli geçerdi. Boş oturamazdık.1960 - 1970 li yıllarda kahvede oturmak, oyun oynamak bir öğrenci için çok ayıptır. Zaten yaşımız gereği uzun süre aynı yerde oturmak,oyalanmak rahatsız ederdi.
Yine bir yaz tatili başladı. Yıl 1971. Öğretmen okulları ilkokuldan sonra altı yıl idi, daha sonra yedi yıl oldu. On yedi on sekiz yaşında gelecek korkusu olmadan öğretmen olarak görev alınırdı. İsteyen tek aşamalı üniversite sınavlarına girip farklı meslek sahibi de olabilirdi. İlk öğretmen okulları köy okulları ağırlıklı sınavla yatılı ve gündüzlü sınavla öğrenci alırdı. Ben yatılılık sınavını kazanamamış gündüzlü olarak kayıt olmuştum. Evimiz ile okul arası üç kilometre idi. Okul normal öğretim, sabahları, öğle araları ve çıkışta yaya olarak gidip gelebilirsin. Genelde sabahları dört saat akademik, teorik ve meslek dersleri olur. Öğleden sonra bazen iki bazen üç saat uygulama dersleri olurdu. Okulumuzun ahşap işleri için hızarı, demir atölyesi, fırını, tavuk kümesi, süt ve damızlık inekleri, tarlaları, meyve bahçeleri, sinema salonu, müzik salonu, fizik laboratuvarı, biyoloji laboratuvarı, kütüphanesi, resim ve iş atölyesi vardı. Her sınıf kendi programlarına göre buralarda uygulama dersi alırdı. Bazen Öğle aralarında, bazen saat üç buçuk tan sonra basketbol, voleybol, futbol, masa tenisi dallarında sınıflar arası düzenlenen turnuvalar ile ilgili karşılaşmalar yapılır onları izlerdik. Okulumda vasat bir öğrenciydim ama sınıf basketbol takımında oynar, okul mandolin korosunda, bando takımında, öğrenci örgütleri sınıf temsilciliği gibi etkinlikler içinde bulunurdum.
Beden eğitimi, müzik, resim iş derslerine önem verilirdi. Birçok öğrenci bu derslerden bütünlemeye kalırdı. Bütünlemede de veremezse Ekim ayında tek dersten kalmışsan tekrar değerlendirmeye alınır o zaman sınıf geçebilirsiniz.
Yıl 1971. kompozisyondan bütünlemeye kaldım. Bütünleme sınavı Eylül ayında olurdu.O dönemde bütünlemeye kalanlara dört zeytin ağacının bakımı görevi verilmesi öğretmenler kurulunda karar alınmış. Yazın ağaçların çapası ve havuzlarının yapılması bir defa sulanması. İlk karar. O da bize vurdu. Zeytinlerin bakımını yaptık,kompozisyon dersi için kitap okuyup bir iki yazı yazdım. Eylül ayında sınava girdim kırk beş almışım. Öğretmen mi bıraktı ben mi kaldım bilmiyorum. Gerçi yazım biraz bozuktu. Çizgisiz kağıda yazarken satırların bazısı aşağı, bazısı yukarı doğru olurdu. Türkçe öğretmenim Erzurumlu imiş. Erzurum şivesiyle konuşurdu hep. Yedi Ekim'de tek dersten kaldığım için tekrardan değerlendirmeye alınacaktım. Bir telaş bir korku başlamıştı. Yedi Ekim'de de geçemezsem sınıf tekrarı. Çevreye, babama hepsinden önemlisi kendimi nasıl kandırıp avutacağım! En zor olanı da kendimi kandırıp avutmak.
Ekim Kasım ayları Düziçi'nde fıstık hasat zamanıdır. O zaman gelince tarlanın başına çadırlar kurulur, bir buçuk ay boyunca çadırda yatılır. İmkanı olanlar bir veyahut iki odalı toprak damlarda kalırdı. Bizim tarla alt komşularımızdan Süllü Emmi'nin, Ahmet Emmi nin, tarla üst komşumuz Durdu Emmi nin ve bizim kendimize ait iki odalı toprak damlarımız vardı. Aksamları herkes yattıktan sonra gaz lambasının ışığında dersimi yapardım. Ekmek tahtası çalışma masam olurdu.
Tamamen el emeği ile yapılırdı fıstık hasadı. İki üç kişi tırmıkla fıstığın köklerini topraktan ayırır, en az dört beş kişi köklerdeki toprağı temizler, yığın yapar. Fıstığın saplarından ayıklanması işlemine geçilir. Bazen aynı zamanda, bazen ise yığınlardaki fıstıkların ayıklanması akşama bırakılır. Akşam yemeğinden sonra gaz yağı lüksleri yakılır. Bir buçuk iki metre yükseklikte Üç ayaklı askılıklara takılır sanki gündüz vakti gibi. Lükslerin kendine has tıslama sesi ve kokusu olurdu. Uçan gece böcekleri, sinekler,üvezler ve kelebekler lüksün ışığına gelir, lüksün sıcaklığında yanar, kokular çeşitlenir. Işığı azaldıkça pompalanır, parlaklığı yeniden gelirdi. Gece serinliğinde çalışırken, eli üşüyenler lüksün etrafında elini ısıtır tekrar işe koyulurdu. Gece geç saatlere kadar ayıklama işi yapılır. Sabah erkenden kalkıp sıcak bazlama ile mahluta çorbası içilir. Tekrar aynı şekilde devam edilir. Öğle yemeği tarlanın ortasında yenir, tarla komşuları birbirleri ile yemeklerini paylaşırlar, bundan mutlu olurlardı. Hasat dönemi boyunca, at arabaları ile çerçiler tarla yollarından geçerek, tahin, pekmez, üzüm, hambeles, menengiç, şeker, sucuk, lokum, oyuncak, iğne iplik satardı.Tarla başında alışveriş genellikle fıstıkla takas usulü olur, para pek kullanılmazdı.
Hasat edilen fıstıklar havuz içinde yıkanır, hayıttan yapılmış büyük selelerle havuzdan çıkarılır, samanla sertleştirilmiş düzlenmiş sergen yerine serilir. Sergende kurutulur,savrulur, hava geçirgen çuvallara doldurulur. Ancak Kasım ayı başından itibaren hasat sonu olur. Ürünler toplanır, çadırlar sökülüp eve dönüş gerçekleşir.
Bu süreci düşünerek ders çalışacağım bahanesiyle aileden izin istedim.Okul da bir hafta çalışma süresi tanıyordu. Her gün biraz kitap okuyup, bir atasözü açıklaması yazmaya çalışıyorum. iki gün geçti sıkıcı oluyor kapalı ortamda. Ertesi gün yanıma bir kitap,bir defter, kalem,silgi, bir ekmek, bir şişe su alıp farklı bir ortamda bulunmaya karar verdim. Mustafa Abi'nin ralli marka bisikleti vardı. Mustafa Abi ikinci büyük ablamın eşi.Evimizin yakınında oturular. Çocukluktan beri abi olarak bilir, çekinir ve sayardım. Bisikletinin anahtarını tornavida ile açıp kitabı, defteri, ekmeği suyu bisikletin selesine sarıp yola koyuldum. Planladığım bir yer yoktu. Kasaba dışına çıktım. Yarbaşı tren istasyonunu geçip Akçakoyunlu köyüne gelince sağ tarafa stabilize bir yol ayrılıyordu. Yola doğru ilerledim. İlerde ormanlık bir alan gördüm, oraya gitmeye karar verdim. Yolun işlek olmadığı kenarlarındaki ve ortasında bulunan otlardan belli idi. Bisikleti tekerlek izinde sürmeye çalışıyorum. Birazda rampa vardı. Pedalları çevirmede zorlanmaya başlayınca bisikletten inmek zorunda kaldım. İki tekerlek izinin birinden ben, diğerinden bisikleti iteleyerek ilerliyordum. Güneş vuruyor sırtıma. Terlemeye başladım. Bir süre sonra ormanlık alana ulaştım. Bir ağacın altında dinlendim. Sere serpe kurumuş otların üzerine sırt üstü uzanırken, kuşların cıvıltıları, esintinin cam dallarına ve iğne yapraklarına çarparak çıkan kendine özgü uğultusu, on dakika sonra kafamdaki takıntıları temizledi. İki saat kadar okuma yaptım. Bir saat kadar bulunduğum yeri tasvir ettim. Güzel bir tasvir yazısı olduğuna karar verdim. Bir müddet etrafı seyrederken ileri tepede görünen radar ilgimi çekti. Oraya kadar gidip yakından görmeliyim dedim içimden. İzin alırsam içini gezerim düşüncesiyle, bisikleti ite kaka oraya vardım. Dinlenmek için yan tarafındaki ağacın altına oturdum. İlk defa bir radar görüyorum. Haberleşme radarı olduğunu tahmin ettim. Defteri kalemi çıkardım resmini çizmeye çalıştım. Birazda çizdim.
Tel örgünün içinde bulunan binadan çıkan bir kişi bana doğru yönelirken, ben de bunu fırsat bilip ona doğru yürüdüm. İzin isteyip gidecektim.
Tel örgünün içinde bulunan binadan çıkan bir kişi bana doğru yönelirken, ben de bunu fırsat bilip ona doğru yürüdüm. İzin isteyip gidecektim.
Ne geziyorsun burada? Sorusunu yöneltti. Öğrenci olduğumu, kitap okuduğumu, burayı merak ettiğimi söyledim. Olmaz burası yasak dedi.Tamam dedim. O binaya girdi ben bisikletimin bulunduğu ağaçların oraya. On dakika sonra görevli binadan tekrar çıktı beni yanına çağırdı. Bisikleti de yanıma alarak kapıya vardım. Tamam bu da oldu diye düşünüyorum. Tel örgü kapısından içeri girer girmez kapıyı kapattı iki kilit ile kilitlendi. Biraz irkildim. Her halde kuralları bu diye düşündüm. Buyurun içeride çay içelim dedi rahatladım. Bisikleti duvara yasladım, kitabı defteri yanı başında bırakıp içeri geçtim. Nereden geçtim geçmez olaydım. Adamın sağ elinde bir tabanca, sol eliyle kolumdan tutuğu gibi boş bir odaya fırlattı, kapıyı kapattı kitledi. Nutkum durdu. Boğazım düğümlenir gibi oldu. Konuşamıyor, bağırmaya çalışıyorum, olmuyor. Ağlamaya çalışıyorum belki rahatlarım diye o da olmuyor. Odanın pencereleri tavanla beraber yatık pencere tipi demirli. Çaresiz sessizce beklemek ten başka çözüm yok diye düşünürken içeriden telsiz konuşmaları duyuyorum. Kapıları kapat bisiklete dokunma yoldayız. Beş dakika sonra bir anons daha, jandarma yolda, helikopter Adana'dan kalktı.
Neler olacak bilmiyorum ama sakin olmalıyım diye düşündüm. Ailem duyarsa mahvolur. Bütün işleri bırakır ama bir şey yapamazlar. Ülke zaten karışık onları da alırlar. En iyisi önce okulun haberi olmalı öğrenci olduğumu bilmeliler. Telefon ancak okulda var oraya çabuk ulaşırlar. Geldiklerinde okulumu sınıfı belirtmeliyim diye düşündüm. Yirmi dakika sonra polis jandarma araç sesleri dışarıda duyuldu. Daha sonra helikopter sesi. Sakin olmalıyım diye kendi kendime terapi yapıyorum. Ayak seslerinden kapının önüne geldiler diye düşünürken aniden kapı açılır açılmaz suratıma bir tokat, ayağıma bir tekme yedim. Dışarı çıkardılar iki tokatta orada. Birinin daha bu on beş on altı yaşında bırakın vurmayın dediğini duydum. Sesin geldiği tarafa döndüm. Abi ben öğretmen okulunda öğrenciyim diyebildim. Sesim çıkınca, kendimi biraz rahatlamış hissettim. Dört beş cümle ile hemen derdimi anlattım. Bir sessizlik oldu. Helikopter ile gelenler havalanıp gittiler. Polis ve jandarma duruyor. Bisikletin yanındaki kitabımı, defterimi, ekmeğimi, su şişesini bir torbaya koydular, bisikletin lastiğini sökmemi istediler. Bisikleti ters çevirip, cebimdeki kontrol kalemi ile lastiğini söktüm.
-Kontrol kalemini yanında niye bulunduruyor bu? Dedi birisi. Bisikletin kilidini açmak için dedim. Elimden onu da alıp torbaya koydular. Bisikletimi de iki asker alıp duvarın dibine koydular.
Vakit ikindi vaktini geçmişti. Güneş ışıkları alçak bir vaziyette göze doğru tam karşıdan vuruyordu. Bunalmıştım, arada bir Çukurova tarafından gelen esinti iyi geliyordu.
Biraz sonra binanın içerisinden elinde çaydanlık ile radar görevlisi ve arkasında bir asker bardaklarla geldiler. Binanın yan tarafındaki kamelyanın altında polisler ve jandarma komutanı çay içmeye başladılar. Onlar çay içerken iki asker ellerimi kelepçeleyip duvarın dibine oturtup, sağımda ve solumda durdular. Diğer jandarmalar altı yedi metre geride dizilmişlerdi. Bulunduğum yerden kamelya altındaki konuşmaları duyabiliyordum. Hiç o tarafa bakmadan kulağım onlar daydı. Kimse ile göz göze gelmemek için sürekli yere veya karşıya bakıyor, sakin olmalıyım diye kendi kendime terapi yapıyorum. Konuşmalar dikkatimi çekiyordu. Kafam allak bullak olmuştu.
-Yaşı daha 15, 16
-Öğrenciyim diyor burada ne geziyor kardeşim
-Şüpheli
-Yanında kitap, defter, kalem bir de buranın resmini çizmiş.
-Böylelerini kullanıyorlar.
-Olabilir
-Sivas'ta yakalanan anarşistler ile bir ilgisi olmasın.
-Yok canım o kadar da büyütmeyin belki anlattıkları doğru.
-Ben müdürle telefonda konuştum Yarın Adana ya geleceğini söyledi.
-Müdür niye gelecekmiş?
-Öğretmenlerle toplantı yapıp öğrenci hakkında bilgi alacağını ondan sonra geleceğini belirtti.
Son konuşmayı duyunca biraz rahatlamıştım. Öğretmenlerin benim hakkımda iyi düşüneceğinden eminim. En azından Psikoloji, coğrafya, Almanca, iş teknik öğretmenlerim savunurlar. Diye düşündüm. Bir önceki konuşmaları ise çok rahatsız edici. Anarşist, şüpheli, onun burada ne işi var gibi sözler beni endişelendiriyor korkumu ve tedirginliğimi artırıyordu.
Radyo haberlerinde Sivas'ta yakalanan üniversite öğrencilerinden anarşist olarak bahsedilirdi. Bazı gazeteler bunlar hakkında anarşist düzen bozucu kişiler diye bahsederdi. Haftalık yayınlanan dergilerde üniversite öğrencilerinin hak arayışlarında bulunduklarını yazar bunları okurduk. Üniversite gençliğinin bir kısmı ABD ye karşı eylemlerde bulunduklarını okurduk.
Güneş batmaya yakındı. Birden polis ve jandarmaların hareketlendi. üç dakika sonra arkası kapalı bir askeri araç geldi. Arka kapısı açılır açılmaz iki askerle birlikte çarçabuk oraya kapatıldık ve araç hemen hareket etti. Bisikleti ne yaptılar acaba? Okulun haberi olduğuna göre, Mustafa Abi okulun şoförü, o gelir alır diye düşündüm. Askeri araç hoplata zıplata ilerliyordu. Güneşin battığı, aracın küçük penceresinden bakınca anlaşılıyordu.
Olabilecekler hakkında senaryo oluşturmaya başladım. Beni götürecekler,ifademi alacaklar, gece nasıl bir yerde kalacağım? ifadem ne zaman alınır? üç gün sonra kompozisyon sınavım var, ona yetişebilir miyim? Yetişemezsem sınıfta kalırım, onun için hemen sınava girip geri geleceğimi onları söylemeliyim diye düşündüm. Sakin ol, sakin ol diye kendi kendime söylenip, rahatlamaya çalışıyorum. Bir ara içim geçmiş uyukladım. Bir saatlik yolculuktan sonra araç durdu. Adana'ya geldiğimizi tahmin ettim. Araçtaki o kısa kestirme çok iyi geldi. Araçtan indirilip iki yanımdaki jandarmalarla birlikte yürüyerek büyük bir konteynerin yanına geldik. Dört asker yanımıza geldi. Konteyner in kapısını açtılar, bana içeri geç dediler. Basamaklara çıkarken:
-Kelepçe çıkacak mı?
- Çıkarmayın dendi. Konuşmaları duydum.
Konteynerin içine geçtim. Arkamdan kapısı kapatıldı. Oturacak yeri yok, tabanı düz bir şekilde bomboş. Yanlarda ve arka tarafında tavana yakın yerde yatık demirli pencereleri var. Sırtımı yan kasasına yaslayarak ayaklarımı uzatıp ellerim bağlı,düşüncem özgür olarak düşünmeye başladım. Var olan pencerelerden içeriye sokak lambalarının veyahut binaların ışıkları sızıyor, sesleri yarı anlaşılır şekilde duyuyorum.
Sabaha kadar ne yapacağımı, tuvalet ihtiyacını karşılamak için ne yapmalı? Ne açlık ne susuzluk hissediyorum. Oturur pozisyonda uyumaya çalıştım. Zaman zaman uyukladım. Zaman zaman sabahtan buyana olan süreci konuşmaları muhakeme ediyorum . Üniversite olayları, sivas'ta yakalanan Deniz Gezmiş, Hüseyin inan, Yusuf Aslan dan başka Sinan Cemgil, Yusuf Küpeli, Mahir Çayan gibi isimleri radyo haberlerinden sık sık duyardık. Gazete ve haftalık dergilerden okuduğumuz kadarıyla okulda tartışıp konuştuğumuz çok olurdu. Altıncı Filo, Nato, Varşova Paktı, kominizim , faşizm, sosyalizm, oligarşi, devlet, demokrasi gibi terimlerin içeriklerini tam olarak öğrenmiştik. Kişi ve terimler zihnimden hızlı hızlı geçiyor. Olabilecek durumları düşünüyor zihnim allak bullak oluyor, düşünemez oluyorum. Zaman zaman da bir şey görecekmiş gibi sağa sola boş boş bakarak sabah ettim.
Dışarıdaki nöbet değişimini duyuyorum. Bir ara kapıya vurdum askere duyurmak için. Asker ne istiyorsun dedi. Tuvalete gideceğimi söyledim. Beş dakika sonra kapı açıldı,iki kişinin kontrolünde tuvalet ihtiyacımı giderdik ten sonra içeri girerken yemek işi nasıl yapılır burada dedim. Geç dediler. On beş dakika sonra kapı açıldı.
Asker:
-Bak kardeşim bunu ben hazırladım al ye. Kimseye bahsetme. Dedi ve kapıyı kapattı.
Yarım somun ekmek arası. Bir çırpıda yedim, belki bir gören olur diye. Böyle tatlı bir ekmek arası yemedim sanki. Askerin yüzünü görüp sağ ol demek için pencereye uzandım. Görebildiğim kadar etrafa baktıktan sonra:
-Sağ ol Abi. diye seslendim. Duygumu ifade ettiğim için rahatladım.
Güneşin epey önce doğduğunu, konteynerin içi ısındığından tahmin ediyorum. Saat dokuz olmalı. Sıcakta Konteyner içinde durmak gittikçe çekilmez oluyordu.
Saat ona doğru kapı açıldı. İki asker eşliğinde kenarında okaliptüs ağaçlarının bulunduğu bir yoldan beş dakika yürüme mesafesinin sonunda üç katlı bir binanın içine girdik. İkinci katta uzun bir koridorun sonundaki odanın önüne geldik. Beş dakika sonra odanın kapısı içeriden açıldı. Odada büyük bir masa ve masada iki kişi oturuyordu. Oturanların biri askeri kıyafetli,diğeri sivil kıyafetli. Masanın karşısında dört sandalye vardı. Ortadaki sandalye ye oturttular. Askerler dışarı çıktı. Kapı kapatıldı.
Adım soyadım, anne baba adım, nereli olduğum, hangi okulda kaçıncı sınıfta olduğum sıra ile soruldu ve yanıtladım.
-Öğrenci olduğunu söylüyorsun, öğretmenlerinin adlarını söyle bakalım diye sorulduğunda ismi o anda aklıma gelenleri hemen söyledim.
Orta okulda görev yapan iki öğretmenin adını soy adını söyleyip, bunları tanıyor musun? Dediler. Tanıdığımı söyleyince :
- Bunlar senin okulunda değil nereden tanıyorsun?
- Evet ortaokul öğretmenleri, ortaokul sahası evimize yakındır. Hafta sonu Onlarla orada basketbol oynardık.
- Hangi kitapları okudun kimden aldın?
İki haftada bir kitap okuduğumu ve kitapları okulumuzun kütüphanesinden aldığımı söyledim.
-Hangi türküleri dinliyorsun?
-Aşık Veysel'in, Yıldıray Çınar'ın, Halit Araboğlu'nun, Aşık Mahsuni'nin, Karacoğlan'ın türkülerini dinlerim. Radyodan, kaset ve plaklardan dinlerim.
-Radarın oraya niçin gittin?
Rahat bir şekilde geliş amacımı ve olanları olduğu gibi anlattım.
Torba içindeki kitabı defteri çıkarıp bir müddet karıştırdıktan sonra
-Bunlar senin üstünden çıkmış. Deftere oranın resmini niçin çizdin?
-Öylesine. Dedim.
Birbirlerine bakıştılar.
-Okuldan haber geldi. Sen bizimle dalga mı geçiyorsun? Diyerek biri ayaklandı. İşte tam olarak korkuyu o zaman yaşadım. Diğeri kolundan tutup geri oturttu. Bana dönerek:
-Bak oğlum, bize doğruyu anlat yoksa da burada çok kalırsın.
Olan olayları ve düşüncelerimi kısaca yine tekrarladım. İki gün sonraki sınava girmek isteğimi belirttim. Dışarıdan askerleri çağırıp geri götürün bunu dediler.
Gelinen yolu takip edip tekrar konteynerin bulunduğu yere geldik. Kelepçeleri çıkardılar, beni tekrar konteynerin içine koydular, kapıyı kapatmadılar. Beş on dakika sonra yarım ekmek arası ve bir bardak ayran verdiler yedim içtim. ümidim artmıştı ama belirsizlik korkularımı gidermedi. Oturur vaziyette dururken uyumuştum. uyandığımda kendimi dinlemiş olarak hissettim.
Bir saat kadar zaman geçtikten sonra, iki asker eşliğinde askeri araç ile nizamiye kapısına getirdiklerinde anlatılmaz bir duygu vardı. Kapıda öğretmen okulunun pikabının yanında, Mustafa Abi, okulun döner sermaye saymanı ve psikoloji öğretmenim. Korku , sevinç, endişe, pişmanlık, utangaçlık, suçluluk duyguları hepsi bir arada. Onlara ne diyeceğimi düşünemiyorum. yanlarına varınca hadi geçmiş olsun diyerek sırtımı sıvazladılar. Araca bindik. Aracın arkasında yağ tenekeleri , kutular vardı. Gitmişken döner sermaye saymanı ile okula iaşe de alalım denmiş. Yolculuk boyunca fazla soru sormadılar, arada bir kısa yanıtlanacak soru sordular. Adana'dan Haruniye'deki Düziçi İlk Öğretmen Okulu'na geldiğimizde akşam oluyordu. malzemeleri araçtan indirdiler. Öğretmenim ve döner sermaye saymanı hadi geçmiş olsun deyip ayrıldılar. Biz de hava kararırken eve geldik. Tüm aile iş bırakıp bizi bekliyor. üzüntülü, kaygılı, sevinçli bakışlar bir arada. Sofra serildi, akşam yemeği yenildi, konu komşular geçmiş olsun demeye geldiler. Geç vakte kadar oturuldu. Geçmiş olsun diyen ayrıldı.
Ertesi günün sabahında herkes işine koyuldu. Hep birlikte fıstık hasadı için tarlaya varıldı. Sorular cevaplar arkası arkası arkasına gün boyunca devam etti. Bir sonraki gün kompozisyon sınavı için okula gittim. Sınava gireceklerin sayısı 15 kişi kadar. Herkes mahcup. çünkü dersten kalmışsın,tek dersten de kalınca sınıf tekrarı ne kadar da zor.
Yazılı sınav için sabah saat 8:30 da sınıfa girdik. Tek soru Bir anı yazısı yazınız.
Ne yazayım diye düşündüm. üç gün önce olanları yazmaya karar verdim. Radar başlığı altında, olayları ve çevreyi anlatan yazıyı bir yazılı kağıdını dolduracak kadar yazdım çıktım.
Öğleden sonra da sözlü sınav vardı. Tek tek sırası gelen sınıfta sözlü sınavı da olur, anında geçip geçmediğimiz bildiriliyordu. Sıram gelince içeri girdim. Üç öğretmenin önünde benim yazdığım kağıda gözüm ilişti. Kompozisyon yazarken nelere dikkat edilmeli? diye soru sordular. Bildiğim kadarıyla anlattım.
Anlatım güzel, ancak yazını düzeltmelisin, imlaya dikkat et. Haydi geçtin dediler.
Bunca olanlardan sonra böyle bir durum her hasarı düzeltti. Bir yedi Ekim olayı, unutulmayacak yaşanmışlıkla böylece kapandı.
DÜZİÇİ İLK ÖĞRETMEN OKULU 1960 - 1970 Lİ YILLARDAN BAZI FOTOĞRAFLAR
DÜZİÇİ İLK ÖĞRETMEN OKULU EĞİTİM MÜZESİNDEN BAZI FOTOĞRAFLAR

Neler olacak bilmiyorum ama sakin olmalıyım diye düşündüm. Ailem duyarsa mahvolur. Bütün işleri bırakır ama bir şey yapamazlar. Ülke zaten karışık onları da alırlar. En iyisi önce okulun haberi olmalı öğrenci olduğumu bilmeliler. Telefon ancak okulda var oraya çabuk ulaşırlar. Geldiklerinde okulumu sınıfı belirtmeliyim diye düşündüm. Yirmi dakika sonra polis jandarma araç sesleri dışarıda duyuldu. Daha sonra helikopter sesi. Sakin olmalıyım diye kendi kendime terapi yapıyorum. Ayak seslerinden kapının önüne geldiler diye düşünürken aniden kapı açılır açılmaz suratıma bir tokat, ayağıma bir tekme yedim. Dışarı çıkardılar iki tokatta orada. Birinin daha bu on beş on altı yaşında bırakın vurmayın dediğini duydum. Sesin geldiği tarafa döndüm. Abi ben öğretmen okulunda öğrenciyim diyebildim. Sesim çıkınca, kendimi biraz rahatlamış hissettim. Dört beş cümle ile hemen derdimi anlattım. Bir sessizlik oldu. Helikopter ile gelenler havalanıp gittiler. Polis ve jandarma duruyor. Bisikletin yanındaki kitabımı, defterimi, ekmeğimi, su şişesini bir torbaya koydular, bisikletin lastiğini sökmemi istediler. Bisikleti ters çevirip, cebimdeki kontrol kalemi ile lastiğini söktüm.
-Kontrol kalemini yanında niye bulunduruyor bu? Dedi birisi. Bisikletin kilidini açmak için dedim. Elimden onu da alıp torbaya koydular. Bisikletimi de iki asker alıp duvarın dibine koydular.
Vakit ikindi vaktini geçmişti. Güneş ışıkları alçak bir vaziyette göze doğru tam karşıdan vuruyordu. Bunalmıştım, arada bir Çukurova tarafından gelen esinti iyi geliyordu.
Biraz sonra binanın içerisinden elinde çaydanlık ile radar görevlisi ve arkasında bir asker bardaklarla geldiler. Binanın yan tarafındaki kamelyanın altında polisler ve jandarma komutanı çay içmeye başladılar. Onlar çay içerken iki asker ellerimi kelepçeleyip duvarın dibine oturtup, sağımda ve solumda durdular. Diğer jandarmalar altı yedi metre geride dizilmişlerdi. Bulunduğum yerden kamelya altındaki konuşmaları duyabiliyordum. Hiç o tarafa bakmadan kulağım onlar daydı. Kimse ile göz göze gelmemek için sürekli yere veya karşıya bakıyor, sakin olmalıyım diye kendi kendime terapi yapıyorum. Konuşmalar dikkatimi çekiyordu. Kafam allak bullak olmuştu.
-Yaşı daha 15, 16
-Öğrenciyim diyor burada ne geziyor kardeşim
-Şüpheli
-Yanında kitap, defter, kalem bir de buranın resmini çizmiş.
-Böylelerini kullanıyorlar.
-Olabilir
-Sivas'ta yakalanan anarşistler ile bir ilgisi olmasın.
-Yok canım o kadar da büyütmeyin belki anlattıkları doğru.
-Ben müdürle telefonda konuştum Yarın Adana ya geleceğini söyledi.
-Müdür niye gelecekmiş?
-Öğretmenlerle toplantı yapıp öğrenci hakkında bilgi alacağını ondan sonra geleceğini belirtti.
Son konuşmayı duyunca biraz rahatlamıştım. Öğretmenlerin benim hakkımda iyi düşüneceğinden eminim. En azından Psikoloji, coğrafya, Almanca, iş teknik öğretmenlerim savunurlar. Diye düşündüm. Bir önceki konuşmaları ise çok rahatsız edici. Anarşist, şüpheli, onun burada ne işi var gibi sözler beni endişelendiriyor korkumu ve tedirginliğimi artırıyordu.
Radyo haberlerinde Sivas'ta yakalanan üniversite öğrencilerinden anarşist olarak bahsedilirdi. Bazı gazeteler bunlar hakkında anarşist düzen bozucu kişiler diye bahsederdi. Haftalık yayınlanan dergilerde üniversite öğrencilerinin hak arayışlarında bulunduklarını yazar bunları okurduk. Üniversite gençliğinin bir kısmı ABD ye karşı eylemlerde bulunduklarını okurduk.
Güneş batmaya yakındı. Birden polis ve jandarmaların hareketlendi. üç dakika sonra arkası kapalı bir askeri araç geldi. Arka kapısı açılır açılmaz iki askerle birlikte çarçabuk oraya kapatıldık ve araç hemen hareket etti. Bisikleti ne yaptılar acaba? Okulun haberi olduğuna göre, Mustafa Abi okulun şoförü, o gelir alır diye düşündüm. Askeri araç hoplata zıplata ilerliyordu. Güneşin battığı, aracın küçük penceresinden bakınca anlaşılıyordu.
Olabilecekler hakkında senaryo oluşturmaya başladım. Beni götürecekler,ifademi alacaklar, gece nasıl bir yerde kalacağım? ifadem ne zaman alınır? üç gün sonra kompozisyon sınavım var, ona yetişebilir miyim? Yetişemezsem sınıfta kalırım, onun için hemen sınava girip geri geleceğimi onları söylemeliyim diye düşündüm. Sakin ol, sakin ol diye kendi kendime söylenip, rahatlamaya çalışıyorum. Bir ara içim geçmiş uyukladım. Bir saatlik yolculuktan sonra araç durdu. Adana'ya geldiğimizi tahmin ettim. Araçtaki o kısa kestirme çok iyi geldi. Araçtan indirilip iki yanımdaki jandarmalarla birlikte yürüyerek büyük bir konteynerin yanına geldik. Dört asker yanımıza geldi. Konteyner in kapısını açtılar, bana içeri geç dediler. Basamaklara çıkarken:
-Kelepçe çıkacak mı?
- Çıkarmayın dendi. Konuşmaları duydum.
Konteynerin içine geçtim. Arkamdan kapısı kapatıldı. Oturacak yeri yok, tabanı düz bir şekilde bomboş. Yanlarda ve arka tarafında tavana yakın yerde yatık demirli pencereleri var. Sırtımı yan kasasına yaslayarak ayaklarımı uzatıp ellerim bağlı,düşüncem özgür olarak düşünmeye başladım. Var olan pencerelerden içeriye sokak lambalarının veyahut binaların ışıkları sızıyor, sesleri yarı anlaşılır şekilde duyuyorum.
Sabaha kadar ne yapacağımı, tuvalet ihtiyacını karşılamak için ne yapmalı? Ne açlık ne susuzluk hissediyorum. Oturur pozisyonda uyumaya çalıştım. Zaman zaman uyukladım. Zaman zaman sabahtan buyana olan süreci konuşmaları muhakeme ediyorum . Üniversite olayları, sivas'ta yakalanan Deniz Gezmiş, Hüseyin inan, Yusuf Aslan dan başka Sinan Cemgil, Yusuf Küpeli, Mahir Çayan gibi isimleri radyo haberlerinden sık sık duyardık. Gazete ve haftalık dergilerden okuduğumuz kadarıyla okulda tartışıp konuştuğumuz çok olurdu. Altıncı Filo, Nato, Varşova Paktı, kominizim , faşizm, sosyalizm, oligarşi, devlet, demokrasi gibi terimlerin içeriklerini tam olarak öğrenmiştik. Kişi ve terimler zihnimden hızlı hızlı geçiyor. Olabilecek durumları düşünüyor zihnim allak bullak oluyor, düşünemez oluyorum. Zaman zaman da bir şey görecekmiş gibi sağa sola boş boş bakarak sabah ettim.
Dışarıdaki nöbet değişimini duyuyorum. Bir ara kapıya vurdum askere duyurmak için. Asker ne istiyorsun dedi. Tuvalete gideceğimi söyledim. Beş dakika sonra kapı açıldı,iki kişinin kontrolünde tuvalet ihtiyacımı giderdik ten sonra içeri girerken yemek işi nasıl yapılır burada dedim. Geç dediler. On beş dakika sonra kapı açıldı.
Asker:
-Bak kardeşim bunu ben hazırladım al ye. Kimseye bahsetme. Dedi ve kapıyı kapattı.
Yarım somun ekmek arası. Bir çırpıda yedim, belki bir gören olur diye. Böyle tatlı bir ekmek arası yemedim sanki. Askerin yüzünü görüp sağ ol demek için pencereye uzandım. Görebildiğim kadar etrafa baktıktan sonra:
-Sağ ol Abi. diye seslendim. Duygumu ifade ettiğim için rahatladım.
Güneşin epey önce doğduğunu, konteynerin içi ısındığından tahmin ediyorum. Saat dokuz olmalı. Sıcakta Konteyner içinde durmak gittikçe çekilmez oluyordu.
Saat ona doğru kapı açıldı. İki asker eşliğinde kenarında okaliptüs ağaçlarının bulunduğu bir yoldan beş dakika yürüme mesafesinin sonunda üç katlı bir binanın içine girdik. İkinci katta uzun bir koridorun sonundaki odanın önüne geldik. Beş dakika sonra odanın kapısı içeriden açıldı. Odada büyük bir masa ve masada iki kişi oturuyordu. Oturanların biri askeri kıyafetli,diğeri sivil kıyafetli. Masanın karşısında dört sandalye vardı. Ortadaki sandalye ye oturttular. Askerler dışarı çıktı. Kapı kapatıldı.
Adım soyadım, anne baba adım, nereli olduğum, hangi okulda kaçıncı sınıfta olduğum sıra ile soruldu ve yanıtladım.
-Öğrenci olduğunu söylüyorsun, öğretmenlerinin adlarını söyle bakalım diye sorulduğunda ismi o anda aklıma gelenleri hemen söyledim.
Orta okulda görev yapan iki öğretmenin adını soy adını söyleyip, bunları tanıyor musun? Dediler. Tanıdığımı söyleyince :
- Bunlar senin okulunda değil nereden tanıyorsun?
- Evet ortaokul öğretmenleri, ortaokul sahası evimize yakındır. Hafta sonu Onlarla orada basketbol oynardık.
- Hangi kitapları okudun kimden aldın?
İki haftada bir kitap okuduğumu ve kitapları okulumuzun kütüphanesinden aldığımı söyledim.
-Hangi türküleri dinliyorsun?
-Aşık Veysel'in, Yıldıray Çınar'ın, Halit Araboğlu'nun, Aşık Mahsuni'nin, Karacoğlan'ın türkülerini dinlerim. Radyodan, kaset ve plaklardan dinlerim.
-Radarın oraya niçin gittin?
Rahat bir şekilde geliş amacımı ve olanları olduğu gibi anlattım.
Torba içindeki kitabı defteri çıkarıp bir müddet karıştırdıktan sonra
-Bunlar senin üstünden çıkmış. Deftere oranın resmini niçin çizdin?
-Öylesine. Dedim.
Birbirlerine bakıştılar.
-Okuldan haber geldi. Sen bizimle dalga mı geçiyorsun? Diyerek biri ayaklandı. İşte tam olarak korkuyu o zaman yaşadım. Diğeri kolundan tutup geri oturttu. Bana dönerek:
-Bak oğlum, bize doğruyu anlat yoksa da burada çok kalırsın.
Olan olayları ve düşüncelerimi kısaca yine tekrarladım. İki gün sonraki sınava girmek isteğimi belirttim. Dışarıdan askerleri çağırıp geri götürün bunu dediler.
Gelinen yolu takip edip tekrar konteynerin bulunduğu yere geldik. Kelepçeleri çıkardılar, beni tekrar konteynerin içine koydular, kapıyı kapatmadılar. Beş on dakika sonra yarım ekmek arası ve bir bardak ayran verdiler yedim içtim. ümidim artmıştı ama belirsizlik korkularımı gidermedi. Oturur vaziyette dururken uyumuştum. uyandığımda kendimi dinlemiş olarak hissettim.
Bir saat kadar zaman geçtikten sonra, iki asker eşliğinde askeri araç ile nizamiye kapısına getirdiklerinde anlatılmaz bir duygu vardı. Kapıda öğretmen okulunun pikabının yanında, Mustafa Abi, okulun döner sermaye saymanı ve psikoloji öğretmenim. Korku , sevinç, endişe, pişmanlık, utangaçlık, suçluluk duyguları hepsi bir arada. Onlara ne diyeceğimi düşünemiyorum. yanlarına varınca hadi geçmiş olsun diyerek sırtımı sıvazladılar. Araca bindik. Aracın arkasında yağ tenekeleri , kutular vardı. Gitmişken döner sermaye saymanı ile okula iaşe de alalım denmiş. Yolculuk boyunca fazla soru sormadılar, arada bir kısa yanıtlanacak soru sordular. Adana'dan Haruniye'deki Düziçi İlk Öğretmen Okulu'na geldiğimizde akşam oluyordu. malzemeleri araçtan indirdiler. Öğretmenim ve döner sermaye saymanı hadi geçmiş olsun deyip ayrıldılar. Biz de hava kararırken eve geldik. Tüm aile iş bırakıp bizi bekliyor. üzüntülü, kaygılı, sevinçli bakışlar bir arada. Sofra serildi, akşam yemeği yenildi, konu komşular geçmiş olsun demeye geldiler. Geç vakte kadar oturuldu. Geçmiş olsun diyen ayrıldı.
Ertesi günün sabahında herkes işine koyuldu. Hep birlikte fıstık hasadı için tarlaya varıldı. Sorular cevaplar arkası arkası arkasına gün boyunca devam etti. Bir sonraki gün kompozisyon sınavı için okula gittim. Sınava gireceklerin sayısı 15 kişi kadar. Herkes mahcup. çünkü dersten kalmışsın,tek dersten de kalınca sınıf tekrarı ne kadar da zor.
Yazılı sınav için sabah saat 8:30 da sınıfa girdik. Tek soru Bir anı yazısı yazınız.
Ne yazayım diye düşündüm. üç gün önce olanları yazmaya karar verdim. Radar başlığı altında, olayları ve çevreyi anlatan yazıyı bir yazılı kağıdını dolduracak kadar yazdım çıktım.
Öğleden sonra da sözlü sınav vardı. Tek tek sırası gelen sınıfta sözlü sınavı da olur, anında geçip geçmediğimiz bildiriliyordu. Sıram gelince içeri girdim. Üç öğretmenin önünde benim yazdığım kağıda gözüm ilişti. Kompozisyon yazarken nelere dikkat edilmeli? diye soru sordular. Bildiğim kadarıyla anlattım.
Anlatım güzel, ancak yazını düzeltmelisin, imlaya dikkat et. Haydi geçtin dediler.
Bunca olanlardan sonra böyle bir durum her hasarı düzeltti. Bir yedi Ekim olayı, unutulmayacak yaşanmışlıkla böylece kapandı.
DÜZİÇİ İLK ÖĞRETMEN OKULU 1960 - 1970 Lİ YILLARDAN BAZI FOTOĞRAFLAR
DÜZİÇİ İLK ÖĞRETMEN OKULU EĞİTİM MÜZESİNDEN BAZI FOTOĞRAFLAR



Yorumlar
Yorum Gönder