SÜRÜ ( 6.2 )

                        SÜRÜ
Temmuz, Ağustos ayları Amik ovasında esinti olmazsa dayanılmaz bir sıcak ve sinek olur. Ancak Asi ırmağının yatağı boyunca Akdeniz'den gelen esinti nefes aldırır. Asi ırmağı Amik ovasının ana damarlarından birisi. Kış aylarında yağış çok olduğu zaman da taşkın olur eski Amik Gölünü yeniden oluşturur.
Bin dokuz yüz seksenli yılların başında, Üç öğretmen kadrolu Büyük Dalyan Alatoprak Mezrasında çalışıyorum. Büyük dalyan adını Amik Gölü var iken almış, buradaki dalyanda balık tutulduğundan bahsedilir. Şimdi dalyan ile alakası yoktur. Antakya merkezden İskenderun Kırıkhan istikametine giden araçlara biner, yol  ayrımından sonra iki km. yürüyerek okula varırdım. Okulun pencereleri köy tarla yoluna bakardı. Her gün aynı saatte başında şapkası üstünde iş kıyafetleri bulunan altmış yetmiş yaşlarında biri, yirmi dakika boyunca yolun kenarında bulunan büyükçe bir taşın üzerine oturur, çizmelerinin çamurunu temizler gibi yapar giderdi.  Bir gün aynı kişi giyinmiş kuşanmış olarak okula geldi. Kısa bir konuşma:
- Hocam ben de ilkokul öğretmeniyim, Düziçi köy Enstitüsü Mezunuyum, dersine katılabilir miyim?
- Dersim Türkçe hocam, okuma anlama çalışması yapacağız. Bu dersi ben sizden dinlemek istiyorum.
- Yanlış anlaşılmasın diye ben teklif yapamadım. Tabii ki.
İki  dakika sonra sınıfa geçtik. Öğrencilere tanıtım yaptıktan sonra arka sıranın birine oturdum izledim. Bir saatlik sürede okuma anlama, matematik, resim müzik dersini bağlantılı olarak bir arada işledi. Bizlere teşekkür ederek sınıftan ayrıldı. Arkası sıra ben de çıkıp teneffüs boyunca Düziçi Köy Enstitüsünden ve öğretmenlikten bahsettik, vedalaştık. Ne meslek aşkı varmış. Diye düşündüm.
         Nisan ayında okullarda bir yandan da Yirmi Üç Nisan Ulusal egemenlik ve çocuk Bayramı kutlamaları için çalışmalar yapılır.

 Bayram günü etkinlikler yapılır. Bayram kutlamasını izlemesi için yeni yürümeye başlayan oğlumuzu okul bahçesine bıraktığımda adımını atmaya korktuğunu fark ettim. Sürekli kapalı alanda kaldığından çok geniş bir ova onu korkutmuştu. O yaz tamamen doğal ortamda bulunma kararını verdim.
 Amik Ovasının geniş toprak sahipleri tarlalarına bakan işçileri ayarlarlar arada bir uğramak üzere  yaylalara gider. Halı vakti düzgün, imkanı olanlar deniz kenarında veyahut yaylalıklarda yazı geçirirler.
Seksenli yılların başlarında, yaz tatilinin birinde Toros Dağlarının yaylalarına  gitmeye, oralarda kısa bir sürede olsa kalmaya karar verdim. Kalacak bir yer problemi ise, orada yaşantılarını sürdürenler nasıl çözüyorlar ise öyle çözülür diye düşündüm. Problemler çözülmek için vardır mantığı, rahat karar vermemi sağladı.
    Gitmeye karar verdiğim yer Karaman'ın Kızıllar ( Taşkale )  Kasabasının yaylaları.  Kızıllar çok eski bir yerleşim yeri. Sonradan Taşkale adını almıştır. Atatürk'ün Dedesinin bu yerleşkede bulunduğunu belirtenler var. Kızıllar, Ihlara Vadisini andıran derin ve dar bir vadi içindedir.  Vadinin ortasından bir dere akar. Dereden önceleri alabalık tuttuklarını orta yaşlılar bahsederler.Vadinin bir yamacına güneşi tam görecek şekilde  evler olabildiğince sık bir şekilde sıralanmış, diğer yamacı ve dere kenarı kavak, ceviz, elma, kayısı ağaçları ile bezenmiş. Doğal tahıl ambarları kayalar oyularak yapılmış olup bu ambarlarda tahıllar senelerce durduğu halde bozulmadığı görülmüştür. Taşkale, ipleri kök boyalarla boyanmış el dokuma halıları, sürüleri, tahıl ambarları ve deri tulum peynirleri ile ün almaktadır. Kasaba ile yaylalıkların en yakını arasındaki mesafe üç saat yürüme mesafesinde. Yayla yolları traktör teker izleri veya sürülerin ayak izleri ile oluşmuştur.
Yaylalara göç Nisan, Mayıs aylarında yapılır. Kasabadan çıkarken süt kazanları, peynir basmak için tımar edilmiş deriler, keseler, un çuvalları, sürüye yalatmak için tuz torbaları, kuru baklagiller, kıştan arta kalan yiyecekler, var olan giysiler hazırlanır. Şartlara göre traktör veya at ve eşeklere yükleme yapılarak konaklama yerlerine varılır.
    O yıllarda kayın babam hayvancılık yapardı. Sürünün bir kısmı kendinin,bir kısmına da ücretli bakardı. Diğer sürü sahipleri de peynir yapmak için yaylanın konaklama yerlerinde üç, dört aile olurlar. İşte o üç dört aile ile bir arada olmak üzere gideceğim.
   Antakya'dan Karaman'a direk araç yoktur. Özel aracınız yoksa Antakya, Adana, Karaman aktarmalı otobüslerle, veya Antakya dan Adana'ya otobüs, Adana dan Toros ekspresi ile Karaman'a sonra Taşkale Kasabası'na gidebilirsiniz. Bu gidişte otobüs, tren, otobüs seçimini yaptık. Adana'dan trene binmek yerine Toprakkale istasyonunda trene binmeyi tercih ettik. Çünkü Ceyhan ve Adana'da binen yolcu çok olduğundan yer bulmada sıkıntı yaşamayalım diye. Toros ekspresinin  yolcu vagonları altı kişilik kompartımanlar şeklinde düzenlenmişti. İki aile bir kompartımanda oturuyoruz. Ceyhan, Adana, Tarsus istasyonları arası tren yolu geniş, verimli Çukurova'nın ortasından gider. Tren yolcululuğunun da kendine has güzelliği var. Tarsus'dan, Pozantı, Ulukışla  istasyonları arası tren uzunlu kısalı tünellerden, vadilerden dolanarak Torosları  geçerken yüksek yerlerde iğne yapraklı ağaçları, vadilerde geniş yapraklı ağaçları izlersiniz. Ulukışla'dan sonra Konya ovasının belirtilerini görmeye başlarsınız. Geniş buğday tarlaları, bazı yörelerde elma ve badem bahçeleri, hasadı bitmiş alanlarda koyun sürülerini izleyerek Karaman'a ulaştık.  Taşkale Kasabasının otobüsü sabah Karaman'a gelir, öğleden sonra tekrar kasabaya döner.
       Dönüş saatine yakın otobüsün bulunduğu alana geldik. Yolcular alabildikleri ihtiyaçlarını bagaja muavin ile birlikte yerleştirdiler. Uzaktan gelenlerin valizlerini ayrı, çuvalları ayrı ayrı yerleştirdi muavin. Hareket saati geldiğinde hareket etti. Yolda bineceklerin isimleri tek tek şoföre söylendi. Yol boyunca alınacak yolcular alındı. Atmış km. yolumuz daha var. Yaşlı, genç, çocuk her yaş grubundan yolcu var.
    Karaman Ereğli yolunda bir süre ilerledikten sonra kasabanın stabilize yolunda ilerliyoruz. Otobüs, zaman zaman karşıdan gelen araçların çıkardığı toz bulutu içinden çıkıp kıvrıla kıvrıla gidiyor dar bir vadi boyunca. Dere kenarında uzun uzun kavak ve ceviz ağaçları gölgesinde. Bazen vadiden çıkıp ağaçsız kaya diplerinden geçen yolda ilerliyor, tekrar vadiye giriyor.

Yolculardan bazıları uyukluyor. Arada bir bebek ve çocuk sesi ve ağlamaları duyuluyor. Uzaktan gelen yolculara sıra ile hoş geldin, hal hatır soruları sorulup çocuklara maşallah pek de güzelmiş, dedesi nenesi de nasıl da sevinecek ifade sözcükleri kullanılarak içtenliklerini ortaya koyuyorlar. Bazıları da yolculuk boyunca, şehirde neler yaptıklarını, çocuklarıyla torunlarıyla olan ilişkilerini, köye varınca yapacaklarını, hastalıklarını, hayvanlarının bakımını, komşuları ile olanları birbirleri ile paylaştılar. Paylaşımları dinleyip köye varınca hiç yabancılık çekmez, ve kendinizi yabancı hissetmezsiniz. Olan biten her şey paylaşıldı.
  Otobüs nihayet kasabaya geldi, yüksek kaya dibinde durdu. Kaya dibi kayalardaki ambarların önündeki küçük düz alana deniyor.Yakınlarını bekleyenler, merak edenler kaya dibinde otobüsün gelişini beklerler. Kasabanın iki düz alanı vardır. Biri kaya dibi, diğeri belediye ve eski ilkokulun bulunduğu alandır.
 Otobüsten eşyalarını alanlar evlerine doğru yöneldiler.



taşkale karaman ile ilgili görsel sonucuİlgili resim


taşkale karaman ile ilgili görsel sonucu
Bölge yerleşimi çok eskilere dayanmakla beraber turistik Manazan Mağaraları, İncesu Mağarası ve Taştan Oyma Tahıl Ambarları bu kasabada bulunur. Kasaba bir vadinin içerisine kurulmuş olup, yerleşim bir yamacın üzerindedir.








2. BÖLÜM: OBA YOLU
Kaya dibinden elimize valizimizi, çantamızı, çocuğumuzu kucağımıza alarak  kayın babanın dere kenarındaki evine geldik. Evde kimse yoktu. Onlar yaylaya çoktan taşınmışlardı. Taşındıkları yayla yerine Oba denirdi. O gece komşular geldi. Sohbetler, hal hatır derken geç saate kadar oturuldu. Gece serin bir hava deliksiz bir uyku yolun bütün yorgunluğunu sildi süpürdü. Evin arkası toprak zemine dayalı, önü dere yatağına bakıyor.

 Dereden akan suyun sesi ile kavak ağaçlarının yaprak sesleri, kus sesleri birbirine karışıp farklı bir ses armonisi oluşturuyor. Ev ile dere yatağı arasında beş yüz metrekarelik alanda ekilen patates fasulye, soğan Sarımsaklar yetişmiş, canlı bir yeşillik.
Bir günde burada kalmaya karar verdik. Evlerin alt odalarında hali dokumacılığı yapılıyor.
     Dar sokaklardan geçerken hali dokuyanların kirkit sesleri duyulur.

    O gün obaya birlikte gideceğimiz aile ile görüşüp sabah erkenden yola çıkıldı. Ulaşım araçlarımız dört eşek. Eşeklere kıyafetleri , kuru yiyecekleri koyduğumuz çuvalları yükledik. iki kişi komşular, üç kişi biz biri oğlumuz iki yaşında. Kuşluk vakti çıktık yola. Köyün çıkışına kadar orta yaşlı teyze bindi eşeğin birinin sırtına oğlumuz kucağında. Yayla yolu köy çıkışı dere üzerinde dar bir taş köprüden geçer ve biraz yokuştur. Düz alana ulaşıncaya kadar çocuklar ve yürümede zorlananlar biner hayvanların sırtına, diğerleri yürüyerek çıkarlar yokuşu. Düz alana ulaştıktan sonra eşeklere atlara binilip devam edilir yola. Her hayvanın bir özelliğinden bahsettiler. Eşeğin bazıları uysal, üstündeki yükü sarsmadan yürüdüğü için çocuklar ve yaşlılar onlara biner. Çok hızlı hareketli genç olanların yükü biraz daha ağır olur.
       Traktör izlerinin oluşturduğu yoldan, eşeklerin sırtında ikişerli olarak ilerliyoruz. Hayvanların ayaklarından çıkan nal sesleri bazen hoş bir ritm oluşturuyor düz yerlerde. Taşlık ve engebeli alanda ritm bozulup tekrar düzeliyor. Zaman zaman tozlu alanda ilerlerken arkamızda toz bulutu oluşuyor.         Eşekler sese karşı duyarlı hayvanlardır. Kulakları radar çanağı gibi sesin geldiği yöne hemen döner. Tehlike sezdiği zaman sürekli dik ve sağa sola hareket halinde olur. O zaman semere veya palana sağlam oturup, yularını sıkı tutmak gerekir ani harekette düşmemek için. Yolumuz üstünde ilerlerken sincaba benzeyen, o yörede tein denilen yabani hayvana sık sık rastlıyoruz. Zehirli olduğu ısırdığı zaman tehlikeli sonuçlar olacağı söyleniyor. Önden giden eşeğimiz onu uzaktan görünce hemen kulaklarını kaldırır iki üç saniye sonra kulakları inerdi. İlk defa bir hayvana binen çocuğumuz eşeğin kulaklarını taklit etmek için, elleri ile kendi kulaklarını kaldırıp indirmeye çalışıyor, biz de ona Eşek nasıl yapıyor? diye soru sorup, hareketlerine gülüyoruz. Konuşmalarda sesimizi birbirimize duyurmak için yüksek sesle konuşuyoruz. Obadan, köyden, şehirden, tanıdıktan bahsederek yolculuk sıkılmadan devam ediyor. Bir ara eşekler aniden hızlandılar. sezdikleri bir şey vardır diye düşündüm Yanımdaki amcaya :
   - Niye birden hızlandılar? Diye sordum.
   - Az ileride bir pınar var, orada biraz dinlenip suyumuzu içer öyle gideriz. Orayı görünce hızlandılar.
   Kısa zamanda pınarın başına vardık. eller yüzler yıkandı. birer parça sıkmalar yendi, sular içildi tekrar yola koyulduk.


 Kurtuluş annesi ile birlikte gitmek istedi. Annesinin kucağında müddet sonra uyudu.  Güneş var ama, serin tatlı bir esinti güneşin sıcaklığını fazla hissettirmiyor. Başımızı güneşten korumak için şapka ve örtüleri kullanıyoruz.  Esinti yalankı ve keven bitkilerini hafif hafif sallıyor, kurumuş, toprakla ilişiği kesilmiş otları sağa sola sürüklüyor. kengerlerin bazıları kurumuş bazıları rengini korumuş. geniş bir otlak ve tarlalar. Ağaç sadece vadi görünümlü pınar olan yerlerde var. Tek tük ardıç ağaçları görünüyor.


     Yolun sağında iki toprak dam ve ilerisinde ağaçlık bir alan göründü.
   - Burası mı? diye sordum.
    -Hayır buradan yarım saat daha ilerde.Dediler.
İlk defa bunun gibi yolculuk yapıyorum. Eşimin çocukluğu buralarda geçtiği için hiç tınlamadı bile. Bir süre daha gittikten sonra küçük bir vadi görünümlü yere geldik. İlerisinde kavak, elma ağaçları. Az ilerisinde üç tane  toprak dam bulunuyor. Damların arkasını kuzeye dayamış, önü güney taraftaki vadimsi yere bakıyor. Damların önüne gelince eşeklerden inildi, palanları çözüldü ve önce onların yemleri verildi.
     Buluşma sevinci,kucaklaşmalar. Geleceğimiz bilindiği için öğle yemeği hazırlanmış, yan tarafta saç üzerinde ekmekler pişiyor, mis gibi hava derler ya aynı öyle. Tam öğle vakti güneş tepede. İlerideki ağaç kümelerden gelen yaprak hışırtısı, serçelerin sesleri, küçücük vadi boyunca akan suyun sesi, işte sana çok sesli koro. İçerideki ocaklıkta Koca bir kazan içindeki sütun kokusu etrafa yayılıyor. Geniş bir sofra serildi, yemekler yenildi. Kısa bir sohbet suresi sonunda herkes ayaklandı.Hadi siz dinlenin, kusura bakmayın diyen gitti. Esim, ben ve Kurtuluş kaldık. İkisi yattılar, ben de çok kısa uzandım dışarı çıkıp etrafı seyrediyorum.
      Oba sakinlerinin hepsi hareket halinde. Herkes bir şeyler yapıyor. Köpeklerin yal taşlarına yalları dökülüyor, eşeklerin torbaları hazırlanıyor, çobanın kepeneği yiyecekleri hazırlanıyor, analarının yanında olan kuzular ağıllara konuluyor, bir tarafta peynir yapma çalışması. Herkesin işi önceden mı belirlenmiş, yoksa kendiliğinden mı yürüyor, kendi isini bitten diğerine yardımcı oluyor.
 Bir müddet sonra çoban meydanda görünüyor. Herkes surunun etrafında. Bir heeyt  heeyt sesi ile birlikte suru hareketleniyor. Can seslerinin çeşitliliği ve sayısı artıyor. Üç köpeğin birisi surunun epeyce önünde sağa sola bakarak ilerliyor. Diğer ikisi sürünün yanında. Suru Arkalarında toz bulutu bırakarak gözden kayboldu. İkindi vakti, tatlı bir esinti var. Oba sakinlerinin boş durmuyor. Örgüler örülüyor,etraf düzenleniyor, akşam hazırlıkları yapılıyor, Boş duran yok. Hem uğraş hem sohbet bir arada vakit hızlıca geçiyor. Sürü tekrar ne zaman dönecek diye sordum.Yarin sabah kuşluk vakti gelir, sağım yapılır, kuzularla emişir biraz yatakta kalır tekrar giderler. Dediler.
Güneş batmak üzere, esinti azaldı ama serinlik artmaya başladı. Hırkalar ceketler giyildi. Yalankı kökleri ve kevenlerle ateş alevlendirildikten sonra bir iki odun tutuşturuldu. Ateşin yaydığı ısı ve çıtırtı sesleri hem vücudu hem kulakları, hem de gönlümüzü ısıtıyor. Emaye bir çaydanlıkta dağ çayı kaynıyor. sıcak sıcak, serin bir gecede ne kadar da hoş bir tat, yudum yudum, sindire sindire, sohbetlerle beraber içiyoruz çayları.
Yatma vakti, herkes geceleyeceği  damlara çekildi, yataklar damların içine serildi. Sahil yörelerinde gemici feneri, bazı yerlerde fanus, fener denilen gaz yağı ve fitil kullanılarak yakılan rüzgardan fazla etkilenmeyen aydınlatma aracı yakıldı. Yüksek bir yere asildi. Yatınca iyice kısılarak gece lambası oluşturuldu. Bütün bunlar olurken Kurtuluş sorular soruyor, yanıtlarını vermeye çalışıyoruz. Burada elektrik bu mu? Şimdi gece lambası mı oldu? Bakıyor izliyor, soruyor, sorguluyor.
Herkes kendine tahsis edilen yerde, hep bir arada, deliksiz bir uykudan sonra gün ağarırken hareketlenme başladı. Dışarıda ateş tekrar yakıldı. Hamur yoğurma, ateş üstündeki sacın üzerinde ekmeklerin, Patatesli, bol soğanlı böreklerin pişirim işi yapılıyor. Sabah ibrikteki su ile yüzlerimizi yıkıyoruz. Buz gibi, suyu suratına çarparken bir anda nefesini tutma ihtiyacı duyuyorsun gözlerimiz çakmak çakmak, pırıl pırıl, esneme yok uyku tam alınmış.
    Gün doğarken kahvaltı yapıldı hep birlikte. Kuşluk vakti yaklaşıyor sürü gelecek diye hazırlıklar yapıldı. Süt sağım sitilleri, giysiler hazırlandı. Kuzulara bakan kuzu çobanı, kuzuları biraz uzaktaki ağıla yerleştirdi. Karşıdaki tepeden koyun sürüsü göründü. Sürü geliyor! diye herkes birbirine haber veriyor son hazırlık yapılsın diye.
   Sürü yatak yerine yerleşti. Çobanın yemeği hazırlandı. Köpekler yal taşlarının bulunduğu yere uzandılar. Onların ılık çorbaları, hamur topakları verildi. Sonra eşekler yemlendi. Herkesin verdiği emeğe göre öncelik veriliyor sanki.



   3.Bölüm Köpeklerin adını kim koydu?
  Koyun sağım yerine gidiyor kollarında sitiller, kovalar ile yengeler ve çocuklar. Sekiz on yaşlarında çocuklar koyunu tutuyor,  yengeler ve genç kızlar sağım yapıyor. Sağılan sütler süzme işleminden sonra kazanlara yerleştirilip pişirime hazırlandı. Kuzu çobanına sesleniliyor:
 - Kuzuları sal gelsin.
Aman Allah'ım! Bu nasıl bir kavuşma görüntüsü. Kuzular var gücü ile sürüye doğru koşuşuyor meleyerek. Meleşme sesleri ana koyunların sesleri ile birleşiyor, müthiş, büyüleyici bir meleşme. Bin beş yüz ana kuzu kavuşması aynı anda. Analar  kuzular, kokularından ve seslerinden birbirlerini tanır buluşurmuş. Buluşmada gecikenler sağa sola koşuşuyor, sesler daha hızlanıyor, bir süre sonra buluşma gerçekleşiyor. Kısa bir sürede, o kadar kalabalık bir ortamda hepsinin buluşmasını yorumlamak bile güç. Emişmesini tamamlayan kuzuların bazıları analarının yanında yatıyor, bazıları zıplayarak anne çevresin de oynaşıyor. İlk defa böyle bir görüntüye şahit oluyor, şaşırıp kalıyoruz oğlumuz Kurtuluş ile birlikte. Hanım önceleri çok gördüğü için bizim kadar etkilenmiyor ama izlemekten de geri duramıyor.

      Bir çoban, bin beş yüz baş koyunu yanındaki üç köpek, iki eşek ile güderdi. Bunu nasıl yapıyor diye merak ederdim. Her gün kendisi ikindi vaktinde, hafifçe esintinin başladığı saatlerde köpeklerin yalını verir, eşeklerin yem torbasını çıkarır, birinin  sırtına  kepeneği ve yiyecekleri koyardı. Diğer eşeğe bir şey yüklemez yorulunca binmek için. Koyunları yatak yerinden kaldırır, yavaş yavaş harekete geçerdi. Sürü hareket eder, köpekler ayaklanır, sürüdeki yerlerini alırdı. Derken, üç köpek, iki eşek ve sürü ertesi sabah kuşluk vakti tekrar geri dönmek üzere arkalarında toz kümesi bırakarak uzaklaşırlardı.
      Ertesi gün kuşluk vakti sürüler geri döner. Sağıma alınır,daha sonra sürü yatağa alınırdı. kayın babam, türkülerini mırıldanır, kaval çalar dinlenir, yatardı. Her gün bu şekilde devam ederdi.
Sohbet sırasında yarın ben de seninle gideceğim dedim sürü çobanına. Tamam gel dedi. Ertesi gün birlikte gideceğiz.
     Her zamanki gibi  sabah erkenden sabah kahvaltısı, çevrenin düzenlenmesi, peynir süzme, peynir derisi basma, sürüyü karşılama hazırlıkları yapıldı. Sağım vakti koyunlar sağıldı. Arkasından sürüyü uğurlama hazırlıkları tamamlanıyor. Kendim de hazırlanıyorum çoban yanında çeltek olarak gitmek  için.  Çeltek diye çoban yardımcısına deniyor. Mekap tipi ayakkabılar ayaklara giyildi. Kazak, ceket, şapka, bere, azık çıkını hazırlandı heybelere yerleştirildi. ikinci bir keçe eşeğe yüklendi. koyun sürüsünden kuzu sürüleri ayrıldı. Elimizde birer baston, heeyt heeyt sesi ile köpekler ayaklandı, sürü birbirini takip ederek hareketlendi. Arkadan eşekler  ile biz, sürüyü belli bir süre gittikten sonra, hızlanarak sürünün önüne ulaştık.
     - Koyuların arkada kalanı olursa nasıl olur? Diye sordum.
     - Koyun her zaman rüzgara, esintiye karşı gider onlara yön vermeliyiz. köpek arkadan toplar. Bak, şu koyununa iyi bak bunu takip et. Boynundaki çan sesini dinle. O hep önde gider, diğerleri onu takip eder. Kaybolan geride kalan onun çan sesine doğru gelir.
     -Sürüde birden fazla çan takılı koyun var.
     - O koyunlar  sağa sola fazla takılanlar. uzaklaşınca haberdar olmak için. Genede baştaki tokluyu takip ederler. ilk akşamda esinti durduğunda sürü toplu halde durarak yayılır.  Şimdi biraz dinlenelim.
   Oturuyoruz. Berrak, serin bir hava, yıldızlar parlıyor. Zaman ilerledikçe gökyüzündeki yıldızlar daha da çoğalıyor ışıl ışıl, Arada bir yıldız kaymasını izliyoruz. Sürü otlarken çan sesleri farklı tonlarda,  ıssız bir yerde olmadığın hissi yaratıyor. Yarım ay tepede, yarı gündüz. görüntü şahane. fazla ayrıntıları görmüyorsun. Koyunların sırtları parlıyor. Sanki Çukurova'da , Amik Ovasında bir pamuk tarlası izliyorsun kımıl kımıl yayılan sürüye bakınca. Arada bir sürü bulunduğumuz yere doğru yönelerek otluyor. O sırada gözleri ışıl ışıl  görünüyor  binlerce ışıl ışıl böceği varmış gibi. Yok  yok küçük bir köy yeri, çan sesleri de var bir eğlence merkezi, kır düğünü yakıştırması yapıyorum bu görüntüye.
 Yarım saat oturduktan sonra, biraz daha sürünün önüne doğru ilerledik.
 - Bir saat sonra esinti başlar. Sürü bu yöne doğru gelir. bir çay kaynatıp içelim. sıkmalardan atıştıralım. Dedi Çoban.
  Eşeğin biri sürekli yanımızda gidiyor. Yükünde keçelerimiz ve iki gözü dolu heybe vardır. Heybenin gözlerinde çaydanlık, beş litrelik bir bidon su, bazlamalar, peynir ve çökelek sıkmaları, kuru soğan, kumpir(patates), iki geniş tabak, küçük bir tencere, kaşık, tuz, şeker, biber, dağ çayı,yedek kazak, biri iki diğeri dört pilli  el feneri bulunmakta. Gezici kiler ve mutfağımız.
   Ay ışığında çalı çırpı toplayıp, üç taş arasına koyarak ateşledik. Çaydanlığa bir küçük tutam dağ çayı ve su koyarak çıtırtı sesleri çıkararak yanan ateşte kaynamaya bıraktık. Ateşin sıcaklığı serin havada ne de sımsıcak insanın içini de ısıtıyor. Küçük sopa ile yayılan köz parçalarını çaydanlık altına doğru itiyoruz. Bir müddet sonra su kaynayınca çaydanlığı kenara alıp, peynir sıkmalarını ateş yanındaki taşın yanında ısınmaya bıraktık.  Birer soğanı yumrukla parçalayıp, peynir sıkması, soğan ve sımsıcak dağ çayı ile beslenmemizi yaparken arada bir sürüye bakıp sohbete devam ediyoruz.          -Köpeklerin adını kim koydu?  Çok ilginç.  Biri Demirel, biri Ecevit, diğer biri Türkeş. Dedim.

Sürülerini sürekli kurtlara kaptıran İtalyanlar: Bizi ancak Sivas Kangallar kurtarır

- Üçü bir araya gelip şu devleti idare edemiyorlar. Sonradan askerler el koydu işe bu da ondan beter oldu. Bu köpekleri ben on iki Eylülden önce yanıma aldım. Üçü de yavru idi. Üçünü bir arada eğittim, bak şimdi sürüyü idare edip bana da arkadaşlık yapıyorlar. O zaman bana böyle isim koyma, parti hastaları malına zarar verir dediler. Sizde bilirsiniz memleket birbirine düşürülüyor her gün ölüm kavga haberlerinin arkası kesilmiyor. Fidan gibi delikanlılar, çor çocuk gitti. Kimseden de çekinmedim. Dağda malıma saldıran canavarlardan (kurtlardan) başka.

Bölüm 4 Gel otur yanıma hallerimi söyleyim.
   Sıkma yeme, çay içme süresi bitti. Toparlanıp heybeye konacaklar konuldu. Ateşin üzeri toprakla kapatıldı. Heybeden iki pilli el fenerini ben, dört pilli el fenerini çoban aldı. Sabaha karşı ay aşıp (batınca)ortalık karanlık olunca, çevreyi kontrol etmede ve birbirimizden uzaklaşırsak haberleşmede kullanacağız.
Çoban:
- Esinti başlayınca esintiye doğru ilerler. Köpek ön tarafı kontrol eder, onun sesine kulak vereceksin. köpeğin biri yanı kolaçan eder, diğeri arkadadır. Köpeklerin burnu iyi koku alır. Tehlike anında sürüyü  çembere alır,toparlar. Canavarın(kurdun) gözleri  keskindir uzağı çok iyi görür, sinsice saldırır. sürünün içine dalınca koyunları yaralayıp yaralayıp bırakır. Daha sonra bunları alıp götürmek için. Onun için köpekler sürüye girmeden var güçleri ile saldırırlar.
- Bize bir şey yapar mı?
- Hayır yanaşmaz, onun derdi koyun olur o sırada.
Bir saat kadar havadan sudan konuşarak, sürüyü de kolaçan ederek ilerledik. Sürünün ilerlemesi yavaşladı daha sonra durakladılar.
-Şimdi sürü bir iki saat yatar. Bizde burada dinlenelim. Bir şey olacak olursa köpekler haber verir.
Serin bir hava hafif üşür gibi oldum. kepeneği sırtıma aldım. Diğer kepeneği de çoban sırtlandı. Düz bir yer ayarlayıp yere uzandım.  Sürü de yatmıştı.Yanımız bulunan eşeklerde yere çöktüler. Bu arada çoban kepeneğinin bir ucuna eşeğin yular ipini bağladı.
- Onu niye bağladın ? Dedim.
- Sürü hareketlenince eşeklerde hareket eder. Uyuklar isem uyanırım.
Kepeneğin arasında bir saat kestirmemiz yetti. Tertemiz mis gibi hava var. Bir müddet sonra Çan sesleri  duyulmaya başladı. sürü ayaklanmış tekrar otlamaya başlamışlardı. Ay aşmış, yıldızların ışığı ile idare ediyoruz. Kepeneklerimiz omuzlarımızda. Bir elimizde bastonlarımız, diğer elimizde el fenerlerimiz, gün yeri ağarana kadar sürünün peşinde dolaştık. iyice gün ağarınca sürünün önüne geçerek sürüyü oba tarafına doğru yönlendirdik. Acıkmıştım. Heybenin gözünden sıkmanın birini daha yedim. Küçük bidon dan biraz da su içtim yetti. Yorulunca sırtımdaki kepenek iyice ağırlaştığını hissediyorum. biraz daha ilerledikten sonra eşeğe binmeye karar verdim. Sürünün önünde oba yerine kadar geldik kuşluk vakti. Sürü yatak yerinde toplandı. Sağım yapılırken biz hazırlanan kahvaltımızı yaptıktan sonra uykuya daldık.
ikindi vaktine doğru öğle yemeği yendi. Odun ateşinde demlenen çaylar içildi. espiriler, şakalaşmalar, sohbet bir süre devam etti.Yine aynı sürüyü yollama çalışmaları bitirildi. Çoban, Çeltek, iki eşek , üç köpek ile birlikte sürü hareketlendi.
Bu seferki güzergah farklı bir bölge oldu. İki yamacı hafif eğimli  bir vadi boyunca ilerliyoruz. Eğimli yamaçlara ekim zamanı nohut, mercimek buğday ekilir, biçilirmiş buralarda. Bir yamaçta ben diğer yamaçta çoban, sürü aramızda yayılarak ilerliyor. Bir süre sonra duraksadı. Sürü olduğu alanda otlamasına devam ederken küçük bir ağacın dibine oturup dinleniyorum. Az ilerde bir hayvan dışkısı üzerindeki kıpırdaşmalar dikkatimi çekti. Siyah bir böcek öbeği. On dakika sonra öbek kayboldu. Bok böcekleri dışkıyı kısa zamanda küreler haline dönüştürerek  yuvarlamaya başladılar. Bazen tek bazen ikişerli olarak. Bir müddet bunların çalışmalarını izledim. Taşıdıkları yük kendi ağırlıklarının en az on katı. İlginç bir böcek türü.  Sürülerin otlatılması sırasında sürü dışkıların bırakarak o bölgeye gübre saçıyor. Gelecek yıl için ekim alanları doğal gübrelenmiş oluyor. Bok böcekleri gübre parçacıklarını yuvarlayarak toprak altında depolar, besin ihtiyacını karşılamak ve yumurtalarını içine bırakmak için.

 Altı bacaklı, otuz parmaklı olan bu bok böcekleri dışkıları küre şeklinde yapar, yuvarlayarak toprak altına taşırlar . İçlerine yumurtalarını bırakırlar. Yumurtlamadan yirmi dört gün sonra küreyi topraktan çıkarıp su bulunan veya nemli bir alana taşır erimesini sağlayarak yavruların dışarı çıkmasına yardımcı olurlar. Bok böcekleri dışkı içerisindeki  azotun hemen toprağa karışmasını çabuklaştırırlar. Böylece gübre de toprağa iyice karışmış oluyor.
 Her yıl oba yerleri ve mera alanları değiştiriliyor. Her üç günde bir otlatma güzergahı değiştirilerek sürüye otlatma yapılırmış otların yeniden çimlenmesi için. O bölgedeki tarlası olanlar çobana hediyeler alır ki, sürüyü o aralarda fazla oyalasın diye.
 Susuz bir alan ama, geceleri oluşan çiğ toprağa nem bırakıyor. Gündüz Akdenizden Toros Dağlarını aşarak gelebilen esinti ve gece gündüz ısı farklılaşması sonucu bu yörede toprak hava emişmesi oluşuyor.  Kışın kar da iyi düştüğünden  toprak suya doyarmış. Bu yüzden bu alanda buğday, mercimek, nohut ekildiği zaman verimli olurmuş.
Güneş batım anı başladı. Çoban.
- Hava kararmadan bu çukurdan sürüyü çıkarmamız lazım. Düz alana doğru sürelim. Dedi.
 Lider koyunun önüne geçip onu eğimli yamaçtan düzlüğe doğru yönlendirildi. Diğerleri onu takip ederken, sürünün arkasını hızlı bir şekilde toparladık. Düz alanda hava kararırken sürü yayılarak ilerliyor. Çoban biz ilerleyip ileride oturalım biraz diye seslendi. İlerledik etrafı tamamen görebilen bir yükselti yerde ateş yakıp çayımızı kaynattık. sırtlarımızda kepenekler sohbet ediyoruz. Buralardaki tarlalardan, komşu köylerin mera sınırlarından, zaman zaman mera için çekişmelerin olduğundan bahsedildi. Bu yüzden de on yıl ceza evinde yattığını biliyordum. Kendisine bu zamana kadar da hiç de sormadım nasıl oldu? Diye.
-Nasıl oldu olay?diye sordum. Derin bir iç çekip anlatmaya başladı.
- Şu ileriki tepenin arkasında diğer köy ile mera sınırımız var. Yine böyle dönüşümlü ekim işi yapılırdı. Tarlada çalışıyorum. karşı taraftan bağrışma sesleri duyunca, işi bırakıp oraya doğru vardım. Biri bizim köylü, diğeri Silifke tarafının köylerinden. Tarla sınırı  yüzünden tartışıyorlar. Hayırdır ne oluyor diyerek araya girmeye çalıştım. ben varınca iyice gerginleşti. bizim köylü benden mi cesaret aldı bilmem sert  konuşup adamın üzerine yürüdü. Bir iki vuruştular. aralamaya çalışıyorum olmuyor. karşıdaki yan tarafta bulunan eşyalarının arasından çifte tüfeği aldı. fişek sürmeye başladı. iş iyice kızıştı. koşup elinden tüfeği almaya çalıştı ,ben hemen koşup tüfeğin namlusunu yandan tutarken ateş aldı. Diğer köyden olan kişi o anda can verdi. Ayıkla pirincin taşını aralamaya gittik, cinayet oldu. Hiç gitmeseydim diye yıllarca kendi kendimi sorguladım. Neyse uzatmayalım, karakol sonra mahkemede ifadelerimiz alındı. Derin bir iç çekti, anlatmaya devam etti. Esas bana koyan, kendisini korumak için gittiğim kişinin mahkemedeki ifadesi. Verdiği ifade de aynen şunu  söyledi.  Ben biraz ötede idim bir ara arkamı döndüğümde tüfek patlaması oldu, adamın yerde yattığını gördüm. Ben olayı olduğu gibi anlattım. Mahkeme ileri tarihe ertelendi. Dağ başında gören yok. tüfek namlusunda benim parmak izim. İkinci duruşmada belki ifadesini değiştirir belki dedim.Tekrar duruşmaya çıktık. Aynı ifadesini tekrar verdi. Kavga sırasında kaza ile oldu dese ceza alacağız ama İkimiz de az alacağız. Tüfeğin ölen kişiye ait olduğu ispatlı. Kasıt olmayıp kaza denecek. Sonuçta ben içeri o kişi serbest kaldı. uzun süre ceza evinde kaldım.Bir ara ceza evinden bir yolunu bulup kaçtım, gece geç vakitte köye geldim onu temizlemek için. Önce eve gelip çocukları, hanımı, anamı göreyim dedim. Gece vakti kapıda, ben olduğumu zor anlattım. İki gün evde saklandım. planımı yaptım.
Anlatırken ellerinin ve dudaklarının titrediğini çayını yudumlarken hissediyorum. İçimden keşke sormasaydım diye  düşünüyorum.
-Anam, eşim tekrar teslim olmam için uğraştılar. Olmayınca karakola bildirmişler yakalanıp tekrar içeri girdik. iki yılım kalmıştı. Ceza çoğaldı. Ecevit affı ile çıktık. Çocuklar büyümüş biri beni bilir diğeri bilmez. Sonradan babayı tanıdı. Köyde kalmadım. O kişi ile karşılaşır bir hata yaparım diye. İki yıl  başkalarının sürüsüne baktım. Sonra hayvan sayısını çoğalttık. Köy içine çıkmadım, yazın zaten dağda. Üçüncü yılda  kişi hastalıktan ölmüş dediler.  Ne söylemeliyim çocukları var dedim.
 İşte o gün bu gün buraların havasına suyuna alıştık. eve kapansaydım fazla yaşamazdım. İhtiyacın yok boş ver derler, ama böylesi daha iyi diyoruz. İşte böyle dedi.
Başta gergin idi ama konuşup boşalınca rahatlamış gördüm. Kavalı aldı. Bir uzun hava açışından sonra Gesi bağları türküsünü üç dört kez çaldı.

Gesi bağlarında dolanıyorum
Yitirdim yarimi aranıyorum
Bir çift selamına güveniyorum

Gel otur yanıma hallerimi söyleyim
Halimden bilmiyor ben bu yari neyleyim

Gesi bağlarından gelsin geçilsin
Kurulsun masalar rakı şarap içilsin
Herkes sevdiğini alsın seçilsin

Atma anam atma şu dağların ardına
Kimseler yanmasın anam yansın derdime

Gesi bağlarında bir top gülüm var
Hey Allah'tan korkmaz sana bana ölüm var
Ölüm var da şu dünyada zulüm var

Gel otur yanıma hallerimi söyleyim
Halimden bilmiyor ben bu yari neyleyim

Mükemmel bir üfleme yutkunarak dinledim. Arkasından Konyalım parçasını ekledi. Hüzünlü havayı dağıttı. Sürü de sanki sohbeti dinler gibi aynı alanda otladı. Çay servisimizi toparladık, heybenin gözlerine yerleştirdik. Ayaklanan sürü ile hareket ettik. Farklı tonlardaki çan sesleri, gecenin sessizliğinde arkası süre alıp götürüyor bizi peşi sıra.

Bölüm 5 Her Mahkum Bir Hukukçu Gibi.
Yine ay ışığında ilerliyoruz küme halinde. Sürü hakkında zaman zaman bilgilendirme yapıyor çoban.İlgi ile dinliyorum.
Sürü bir yere yönlenirse döndürmek bayağı zaman alır. Korktuğu anda biri nereye koşarsa diğerleri de oraya koşuşur sonu uçurumda olsa, ölüm de olsa. Çok sıcak havalarda kafalarını birbirlerinin altına saklar. Kar tipi yağdığında sürekli hareket halinde tutup daire şeklinde döndürmek gerekir, yoksa kar içinde kaybolur gider kara çakılır kalırsın.
   Hava tertemiz, arada bir poyraz esintisi gözlerimizi yaşartıyor. Elimizin dışı ile temizliyoruz yanaklarımıza kadar inene göz yaşlarını. Böyle bir göz yaşı gözleri temizler, kaşıntı ve kirpik biti oluşmasını engellermiş. Arada bir ayaklarıma keven öbekleri takılıp, ayak bileklerimi dikenleri çiziyor. Elimizde baston ve el fenerlerimiz var. el feneri ile sürünün etrafını kontrol ediyoruz. bir müddet sonra sürü dinlenmeye geçti yine. Bu arada yarım saat  kırk beş dakika kadar uyudum kepeneğin altında. Ay aşıyor artık. sabahta yaklaşıyor. köpeklerin havlaması ile ayaklandık birden.
 Çoban:
-Köpekler canavar (kurt) kokusu aldı herhalde. Kepeneği eşeğin üzerine koy, el feneri ile sürünün etrafına ışık tut . Köpek kokusunu aldılarsa yanaştırma kovalar. Dedi. Bu aylarda toplu halde gezmez canavar, kışın aç kaldığı zamanlar toplu saldırıya geçerler. Varsa şimdiki bir veya iki tanedir. Köpekler baş eder onlarla.
Biraz endişeli biraz meraklı duygularla denileni yapıyorum. köpeğin birisi sürünün etrafında fır dönüyor, diğer ikisinin havlamaları uzaktan duyuluyor. Seslerinden  epeyce uzaklaştıklarını tahmin edebiliyoruz.
Çoban Köpeklerinin özelliklerini anlatmaya başlıyor, dinliyorum.
- Demirel ile Türkeş onları buradan uzaklaştırana kadar kovalar, bir daha yanaşmaya çekinirler, bu aylarda canavar aç kalmaz. Köpeklerden çekinir. Ecevit böyle durumda sürünün etrafından hiç ayrılmaz onları toparlar.  Canavarın sürü içine girmesine engel olur. Hem çevik, hem çok hızlı koşar. Canavar sürünün ortasına bir daldığı zaman en az on on beşini yaralar bırakır. Sürü de dağılırsa toparlaman çok zor olur. Demirel ile Türkeş güçlü köpekler. İki defa canavar parçaladılar. Bunlar benim yanımda büyüdüler. Üçü de işini bilir.
Çobanın rahat bir  anlatım yapışından,  tehlikenin fazla olmadığını düşünüyorum. Biraz sonra uzağa giden köpekler koşarak gelip çobanın etrafında oynaşmaya başladılar. İşi halettik tamam dercesine.  Çoban, aslanlarım benim, gelin buraya diye seslenerek başlarını okşayıp heybeden birer parça kavurma ve ekmek parçalarını çıkarıp köpeklere verdi. O gece sabaha kadar  yine de tedbiri elden bırakmadan sürünün gezinmesini sağladık. Gün ağarırken sürüye  dönüş  yönü verildi. Sürü içgüdüsel olarak zaten sağım yerine doğru ilerliyor, bir problem yaşanmıyor. Kuşluk vakti yine Oba yerine ulaşıyoruz.
Ertesi gün yine aynı hazırlıklar yapılarak sürü harekete geçirildi. Sanki bağımlılık yapmıştı sürü ile uğraşmak. Her gidişte bir tecrübe ve bilgi ediniyorsun. Doğa farklı bir ortam her gün farklı bir görünüm farklı bir his. Hiç durağan değil, hep aynı gibi düşünsen de değişken. Her ses, her esinti, her ot, her kaya, her toprak, her kuş, sinek, böcek, sürüngen farklı ve hepsi bir arada, hep değişken. Gözlemle hepsinden bir şey alabiliyorsun.
Ay ışığı günler geçtikçe erken kaybolmaya başladı. Yıldızların altında düşünmek daha bir farklılık. Mümkün olduğu kadar sürüyü vadimsi bölgelerden uzak tutmaya çalışıyoruz. Sürü içgüdüsel olarak mı bilmem aynı saatlerde dinlenmeye geçiyor. O sırada Bizde dinleniyor ve sohbete koyuluyoruz ama çevreyi gözleyerek. Çobana Ceza evi ile ilgili soru sordum biraz tereddütle.
-Orada seni çok etkileyen şeyler nelerdi? Dedim. Derin bir iç çekerek başladı anlatmaya.
- Hangi birini söyleyeyim.  Ben içeride sadece babaya tecavüzü duymadım. Bunun haricinde her türlü aklına ne geliyorsa hepsini duydum. Dayanışma da orada, kin de orada, düşünce sonsuzluğu da orada, yaparsan iş uğraş da orada, mert de orada, yalaka da orada, cesaret de, korku da, uyku da, uykusuzluk da, güven de, güvensizlik de, sabır da sabırsızlık da, kısaca tüm çelişkiler bir arada. herkesin derdini öğreniyorsun. Bir arada kalmak zorundasın kendini ezdirmeden. Her mahkum bir hukukçudur kendi çapında. Hangi hareketten hangi ceza alınır, nasıl kurtulursun gibi soruları bir avukat inceliği ile açıklayabilir duruma gelirsin. Bazen savcı gibi, hakim gibi, avukat gibi, ceza evi müdürü gibi, gardiyan gibi oluverirsin. Bütün streslerden uzak kalmak için gönüllü kaloriferci  oldum, halı dokudum, boncuk dizdim, okuma yazmamı geliştirdim. Hareketsiz kalmak en  büyük tehlike. bahçe saati gelince  hızlı ve tempolu  olta atmak zorundasın. Kendini bir şeylere yöneltmez isen ya kafayı sıyırır, ya da başın belaya girer. Varsıl orada da varsıl, mafya orada da mafya. Siyasi mahkumlarla bizi buluşturmazlardı. Ancak onların kitap okuyup yazdıklarını, tartışma yaptıklarını duyardık. Ziyaret günleri beklersin ziyaretçini. Ziyaretçin gelirse bir başka, gelmezse bir başka üzülürsün. Kısaca hem sevinç hem üzüntü bir arada. Üç ceza evi değiştirdiler. En son Afyon da iken Ecevit affı ile çıktık. O af haberleri yok mu! Mahkum  her gün onu düşünerek yatıp kalkar. Af sürecinde kalmak bir duygu, çıkmak bir farklı duygu. İşte böyle. Diyerek bir süre sessiz kaldı. Yine derin bir iç çekti. İşte böyle. döndüğümde çocuklarımı büyümüş gördüm. Eşim on yıl boyunca ziyaretime geldi ve on yıl boyunca hayvancılık yapıp halı dokuyarak hem bana hem çocuklara sahip çıktı. Ceza evi sonrası zor uyum sağladık. gergin ve sinirli bir yapım vardı, bu durum daha da artış göstermişti. neyse hadi biraz kestirelim sürü biraz sonra ayaklanır. Dedi.
Sürü yatarken bir saat kadar kepenek içinde uyuklarken arada bir baykuş guklaması duyuluyor. serin bir havada kepenek içinde uyuklama farklı bir duygu veriyor. Bir saatlik uyku  da yetiyor bu havada. sürüden gelen çan sesleri sıralı bir şekilde artmaya başlıyor , eşek yanı başımızda ayaklanıp silkeleniyor sanki uykusunu dağıtmak için. Toparlanıyoruz sürünün peşine doğru gitmek için. kalın tok ses çıkaran koyundaki çan sesini dinliyoruz. bir müddet sonra çoban eşeğe atlayıp sürünün önüne geçip yön veriyor, ben arkayı toparlayıp ilerliyoruz. Şafak sökerken oba yerine doğru yönlendiriyoruz sürüyü. Kuşluk vakti varıyoruz oba yerine. önce köpeklerin ve eşeklerin yemleri veriliyor sonra biz yemek yiyoruz.  Herkesin emeğine göre öncelik diyorum ben buna. sağım yapılıyor. Sonra analar ve kuzuların buluşma anını izliyoruz.
     Günler bu şekilde akıp gidiyor. Tek düze gibi görünse de her gün yeni ve farklılıklar yaşanıp gidiyor dağlarda. uçsuz bucaksız düşünme hayal ortamı, farklı bir gıda lezzeti ve doğallık, içmeye doyulmayan sular, toprak kokusu, bronzlaştıran poyrazı, yakan güneşi bağrına basarak taşıyor seni.
    iki haftalık süremiz doldu ve bizim dönüş hazırlıkları yapıldı. geldiğimiz yoldan tekrar Taşkale ye geldik. Kurtuluş  engebeli taşlık kayalık yerlerde yürümeyi iyi becermeye başlamıştı. Bir gece de kasabada kaldıktan sonra sabah erkenden Karaman a giden  belediye otobüsüne binerek şehre ulaşıyoruz. Otobüsle Adana, sonra Antakya ya geliyoruz.

  Sonraki yıllarda  birer yıl atlama ile tekrar aynı şekilde sürü, yayla, oba serüveni devam etti. Okan yürüme çağına geldiğinde yine yaz döneminde iki üç haftalık oba yerinde  konakladık. Okan daha hareketli bir yapıya sahip idi. Okan köyde doğup dört yaşına kadar Hatay Hassa ilçesi Ardıçlı köyünde  büyümüştü. Koşup atlama atma hareketleri çok hızlı gelişmişti. Bu nedenden mi bilmem dizlerinde, yüzünde çizikler eksik olmazdı. Böceklerle, karıncalarla, hayvanlarla uğraşmayı severdi.
Ağabeyi ve obadaki çocuklarla kuşlara sapan taşı atmaya çalışırdı.
Beş yıl süre ile Ardıçlı köyünde görev yaptıktan sonra bin bir uğraştan sonra İskenderun ilçesine tayinimizi yaptırabildik. Gece şehir ışıklarını yüksekten gören çocuklarımız, burada ne kadar da yıldız çok ifadesini kullanmışlardı. Yer ve ortam değişikliğinin önemini hatırlatmış oldular. Sürü ve çobandan edindiğimiz tecrübeler gibi.
  Çoban, sürüsünü birkaç yıl daha eşi ile birlikte çoğalttılar. Bakımları zorlaştıkça zorlanmaya başladılar.Tamamını kendileri ürettiklerinden başkalarının bakımına da güven duymaz olmuşlardı.Bağımlılık böyle bir şey demek ki. Bir güz dönemi eşi kayalıklardan düşmüştü. Eşi iki üç ay yatalak kalmış fakat tekrara aynı işi yapmaya kalkışmıştı. Sürüyü elden çıkarmaya karar vermişti.




Bu kararı vermede çok zorlanmışlardı. Sürü satıldı. Uyum sorunu yaşadılar. Bir yıl sonra eşini kaybetti çoban. İşte şimdi kıyamet bu işte demişti. İki çocuğu dört torunu vardı, onlarla teselli bulurdu. Fakat onların yanında da uzun zaman kalmazdı köye kaçardı bir bahane ile. üç dört yıl yalnız kalmayı tercih etti. Her ihtiyacımı karşılıyorum beni kaygı etmeyin derdi.
 Yine bir güz döneminde komşu köydeki arkadaşlarından biri,bana iki hafta yardım et demiş. Onun yerine sürülerine bakmaya gider. O dönemde kalbine yenik düşmüş, kaybettik koca yürekli çobanı yine sürü peşinde.


 DÜZELTME YAZIM İŞLEMİ DEVAM EDECEK

 

   

Yorumlar

Popüler Yayınlar