YAŞANMIŞLIK SADECE BİR ANI DEĞİL BELGEDİR

Harman Yeri, Çay, Torba ve Beygir 

İlkokul çağlarımda, öğretmen okulunu ve kasabayı kuş bakışı gören sarı kayalık harman yerinde gem sürerdik dedemle. Sıcak havada yapılır gem sürme işi. Buğday sapları iyi kuruyacak ki, buğdayın tanesi kolayca çıksın diye. Saman daha kaliteli olurdu. Yorulunca çınar dalları ile üstü kapatılmış haymanın altında oturur, biraz dinlenirdik.

 

Dedem seslenir kuşluk vakti harman yerinden: Bardaklara çayı doldur, çıkındaki darı bazlamasını çıkar, ben beygirin torbasını takayım derdi. Hafif esintili hayma altında oturup bazlama ile çayımızı içerdik, bak çocuk diye sohbete başlardı hep.


Çayı demle iç. Açsan mideye dokunur, yanında bir şeyler de ye. Torbanı, azığını her zaman sen hazırlayıp dolduramazsan, başkası içine kendi isteği şeyi koyar, onu boynuna takar, içindeki neyse onu yemek zorunda kalırsın. Bak beygirimize, boynuna takılan torbanın içindekini yemek zorunda. Derdi Dedem Kel Mustuk. yemeğini ye çabuk büyü, çalış oku derdi.
Dedem bunları söylerken çocuksu duygularla sorardım. Dede bu okul niye çok büyük derdim. Öğretmen okulundaki takım elbiseli ağabeylerin yolda gurup halinde gezmeleri gözümün önüne gelirdi.

KÖY ENSTİTÜLÜLER VE ÖĞRETMEN OKULLULAR

Kurucu Müdür AHMET LÜTFİ DAĞLAR'IN "DÜZİÇİ KÖY ENSTİTÜSÜ ve SONRASI KİMİ ANILARIM" KİTABINDAN
1950 li yıllar..
Kapatıldığı yıllarda Düziçi Köy Enstitüsü Eğitim yerleşkesi ve Tarım alanları..
DÜZİÇİ KÖY ENSTİTÜSÜ.
Anılarımın başında açıkladığım gibi, en sıkıcı, en zor iş, eşya, erzak araç ve gereçlerin Bahçe İstasyonu’ndan, Osmaniye İlçesi’nden, patikalarda, bozuk toprak yollarda, yağmurlarda geçit vermeyen Kanlı Geçit ve Deliçay’dan da geçilerek taşınmasıydı. At, eşek, katır ve develerle yapılan taşıma işleri yürüyordu yürümesine ama her geçen gün de işin bunaltıcılığı artıyordu. Ulaştırmaya kolaylıklar aramak, çeşitli olasılıklardan yararlanmak zorunluluğu vardı, ikinci Dünya Savaşı’nın sürdüğü bu yıllarda eşya, erzak, araç ve gereç sağlama zorluklarının yanında bunların Enstitü’müze ulaştırılması ayrı büyük bir dertti. Ulaştırma işlerimizde yeni sorunlar, olumsuz yönde bazı sürprizler baş vermeye başladı. Adana’dan aldığımız ve Bahçe istasyonundan taşıttığımız, Enstitü’müze tahsis edilmiş, örneğin, unlar, çimentolar dağ yollarından develerle taşınırken bir un çuvalı delinir, içindeki unun yarısını yel alır. Bu yel, dağ yollarının yeli mi, yoksa devecilerin elimi. O yıllarda çuvallarla undan elbette, yelin de, elin de aldıkları olacaktı. Bu yel alma, el almaya son verme çabalan içinde gel de kıvranma. Zaman zaman çimentolarda da başladı bu yel alma sorunu. Unu, çimentoyu yel almasın kaygı ve düşüncesiyle Yörüklerin Düziçi Ovası’ndaki geçici yerleşme yerlerine, Enstitümüz’ün Al atına atlar giderdim. Başlarının çadırına konuk olur, ayranlarını içer, sohbet eder, sonra da unların, çimentoların yele verilmemesi için önlemler aldırmaya çalışırdım. Çuvaldız, bir yumak sicim, birkaç yedek çuvalın kervana getirip götürenlere verilmesini, un ve çimentonun yele verilmesinin önlenmesini rica ile kesinlikle ister; karşılıklı, ödev ve sorumluluklarımızı açıklardım.
Ulaştırma işlerimiz böyle gidemezdi. Döner Sermayemiz kurulmuştu. Dokuz katır, iki araba, iki koşum atı satın aldık. Ama bunlarla da ulaştırma işlerimizde kendi kendimize yetemezdik. Ulaştırma işlerimize çare olarak, Bahçe İstasyonu ile Mamure İstasyonu. arasında, Haruniye Bucağına dokuz kilometre mesafede bulunan, Haruniye-Osmaniye arasındaki toprak yolla demiryolunun kesiştiği hemzemin geçitin yanına bir demiryolu durağı yapılamaz mıydı? Bu hemze Bahçe’den Mamure, Osmaniye yönüne giden trenler önce tünelden çıkar küçük bir yardan geçer giderdi. Bu küçük yarın bulunduğu yer de Yar-başı adını almıştı.
Bir işlik başkanı öğretmen, bir usta öğretici, bir kaç öğrenci ile bir dekametre, metre, çekiç, duvarcı tesviyesi, birkaç dikeç, bir yumak sicim, bir keser vb alarak, katır arabamızla Yarbaşı’yolunu tuttuk. Amacımız, kendi aklımıza göre, buraya bir demiryolu durağı yapılabilir mi, bunu saptamaktı. Bunun için de tünelle Yarbaşı arasındaki mesafenin, eğilimini ölçmemiz gerekiyordu. Tünelin ağzından başladık eğilim ve mesafeyi ölçmeye. Elimizdeki ölçmede kullandığımız araç ve gereçlerle pek kolay olmadı bu iş, ama bize de bir fikir verdi. Yarbaşı’na durak yapılabilir, kanısına vardık.
Kurucu Müdür AHMET LÜTFİ DAĞLAR'IN "DÜZİÇİ KÖY ENSTİTÜSÜ ve SONRASI KİMİ ANILARIM" KİTABINDAN


''Köy Enstitüleri; Okulların adı ‘enstitü’ konuldu, çünkü bilgiyi iş haline getirerek uygulayan bir eğitim sistemi öngörülüyordu. Yani öğrenerek üreten, üreterek öğrenen bir anlayış vardı.
Binlerce öğretmenin yetiştiği, onlarca köyde binlerce çocuğun, gencin, yaşlının, kadının, erkeğin okuma yazma ile tanıştığı ve bilimden sanata, tarımdan sağlığa pek çok konuda aydınlanma düşünün gerçekleştiği Köy Enstitüleri…

1940 yılında, yalnızca yüzde 5’inin okuma yazma bildiği ve yüzde 75’inin köylerde yaşadığı bir coğrafyanın, 21 bölgesinde kuruldu Köy Enstitüleri.

Sistem köylülerin yine köylüler tarafından eğitildiği bir yapıyı öngörerek yola çıktı. Eğitmenler köylüye hem okuma yazma öğretiyor, hem de yurttaşlık bilgisi öğretiyordu. Onların yetiştirdiği eğitmenler de diğerlerine…

Bu şekilde 7 yılda tam 8 bin eğitmen yetişti.
Köy Enstitülerinden mezun olanlar da pozitif bilimlerden, sağlık hizmetlerine, tarımcılıktan, inşaat işçiliğine pek çok konuda yetkin olmasını sağlayan bir eğitim almış oluyordu.

İlk kez okuma yazma ile tanışan köylerde büyük yazarlar, ressamlar, müzisyenler çıkmaya başlamıştı.
Köylerde eğitim verenlerle, öğrenciler kendi binalarını inşa etti, kendi arazilerini ekti. Bu sayede 15 bin dönüm tarla tarıma elverişli hale getirildi. 750 bin fidan dikildi. 1200 dönüm arazi üzüm bağına çevrildi. Köy Enstitüleri el birliği ile 150 büyük inşaat işi yaptı, 60 atölye, 210 öğretmen evi, 20 uygulama okulu, 12 elektrik santrali, ambarlar, depolar, balıkhaneler inşa etti, 100 km yol yaptı.
Öğrenciler ve öğretmenleri ile kendi coğrafyasına uygun yaratıcı fikirleri uygulama ile birleştiren Köy Enstitüleri, köylerde eğitim hizmetine ulaşamayan yoksul çocuklar için hem aydınlanmanın bir yolu olmuştu hem de köylerde çeşitli meslek alanlarında iş imkanı yaratmıştı.

İsmail Hakkı Tonguç Köy Enstitüleri için ‘Köy meselesi sadece köy kalkınması değil, manalı ve şuurlu bir şekilde köyün içten canlandırılmasıdır. Köy insanı öylesine canlandırılmalı ve şuurlandırılmalı ki, onu hiçbir kuvvet yalnız kendi hesabına ve insafsızca istismar etmesin. Ona esir ve uşak muamelesi yapamasın. Onlar da her vatandaş gibi, her zaman haklarına kavuşabilsinler. Köy meselesi, köyde eğitim problemleri de içinde olmak üzere bu demektir’ diyordu.

Okul henüz gelişme çağında olan bu çocuklara doyurucu yemek sunamıyordu. Savaş yıllarıydı ve ekmek gramla tartılarak verilebiliyordu. Sabahları un çorbası, bulgur çorbası , öğleyin adı etli fasulye ama et içinde azdı  yanında da bulgur pilavı…
itirazların dillendirildiği yer ‘Cumartesi Toplantıları'ydı. Eleştirilen kimi zaman temizliği iyi yapmayan görevli öğrenci olurdu kimi zamanda yemeği beğenilmeyen aşçı, kimi zaman bir öğretmen, kimi zaman cumhurbaşkanı İnönü... Tam bir adalet ve eşitlik duygusu ile yetiştirilmişti enstitü öğrencileri...Savunma okul alanının ortasında ve herkesin gözü önünde yapılırdı.''


Ahmet Lütfi Dağlar ile ilgili Mehmet Küçük Osmanoğlu'nun oğlu Ercan Kucukosmanoglunun yazısından bir alıntıda şöyle denilmektedir.
Köy Enstitüleri ülkemizin en büyük eğitim atılımıdır. Hasan Ali Yücel Milli Eğitim Bakanı olarak , İsmail Hakkı Tonguç İlköğretim Genel Müdürü olarak bu atılımın mimarları olarak kabul edilirler.   İsmail Hakkı Tonguç’un en çok güvendiği müdürlerden birisidir Ahmet Lütfü Dağlar. Düziçi Köy Enstitüsünün kurucu müdürü Ahmet Lütfü Dağlar’ın memleketim Düziçi’ne katkıları büyüktür. Düziçi esas olarak ovanın adıdır. Köy Enstitüsü de adını ovadan almaktadır. Aslında Düziçi’nde Haruniye ve Hacılar(Yeniköy) olmak üzere yan yana iki kasaba ve belediyelik var idi. Tarihi olarak esas yerleşim yeri olarak Haruniye bilinir. Haruniye adı da kasabanın hemen üstündeki Harun-ur Reşit kalesinden gelir. Düziçi Köy Enstitüsü, Köy Enstitülerinin kuruluş tarihi olan 17 Nisan 1940 tarihinden kısa bir sonra hemen açılır. Kurucu müdür olarak atanan Ahmet Lütfü Dağlar, Almanlardan kalan eski kolej binasının onarımına 13 Nisan 1940 günü başlar. Eğitmen kursu öğrencileri ve köylülerin bilek gücüyle 24 Nisan tarihinde binanın bir kısmı kullanılır hale getirilir. Alman binasını tam olarak kullanılır hale getirdikten sonra, Düziçi Köy Enstitülülerinin binalarının yapımına girişilir. Başta Birinci, İkinci, Üçüncü, Dördüncü bina olmak üzere okul binaları, yatakhaneler, yemekhane, lojmanlar, ahırlar, sinema salonu, amfi tiyatro gibi yapılar hızla yapılır. Babam Mehmet Küçükosmanoğlu 1945-1950 yıllarında Düziçi Köy Enstitüsünde okumuştur. Bizlere bu binaları nasıl yaptıklarını çok anlatmıştır. Kolay değildir bu binaları yapmak. Şimdi bile çoğu ayakta olan binalarımız, özellikle 1980’den sonra Öğretmen Okullarının kaldırılmasıyla birlikte kullanılmadığı için, kaderine terkedilmiştir. Yalnızca bir bina müze olarak korunmaktadır. Düziçi Köy Enstitüsünde on bin dönüm arazi üzerine tarım, hayvancılık yapılarak öğrencilere tarımsal üretim ve hayvancılık alanında teorik ve pratik eğitim de verilmiştir.

Köy Enstitülerinin kuruluş kanununda, Köy Enstitülerinin bir amacının da kamunun miri arazilerine sahip çıkmak olduğu yazılmıştır. Bu nedenle de Düziçi Köy Enstitüsü ve A. Lütfü Dağlar kamu arazilerine sahip çıkıp bunu okul için kullanılır duruma getirince, ağalar bu duruma karşı gelirler.  O yıllarda ağalarla, Köy Enstitüsünün arası hiç iyi olmamıştır. Ülkemizde toprak meselesi hep bilinmezlikten gelinir ama gerçek şudur; 1864 yılına kadar azınlıklar dışında kimseye özel tapu verilmez. Toprak Beytülmalin (Allahın) sayılır. Cumhuriyet’in ilk yılları hep bu kamu arazilerinin paylaşılmasıyla geçmiştir. Ağalar kendi işlemedikleri, siyasi nüfuzlarıyla kendilerinin olmayan toprakları sahiplenirler. Orhan Kemal Çukurova’yı anlatan romanlarında hep bu konuyu işlemiştir.

1945 yılından sonra ABD emperyalizmin ülkemiz üzerinde nüfuzunu artırması sonucunda ve kırsal alanda, tam bir toprak reformu yapılamadığı için ağaların, tefeci-bezirgân sermayenin baskıları sonucunda İsmet İnönü, Hasan Ali Yüceli bakanlık görevinden alır. Köy Enstitülerine karşı bir kişi olan Reşat Şemsettin Sirer Milli Eğitim Bakanı yapılır. Köy Enstitülerini 1950’de Adnan Menderes Hükümeti kapatır. Hasan Ali Yücelin ardından İsmail Hakkı Tonguç ve tüm Köy Enstitüsü müdürleri görevlerinden alınır. A. Lütfü Dağlar da İzmir Kestel Ortaokuluna müdür olarak atanır. Babam Lütfü Dağlar’dan çok söz ederdi. Düziçi’nde o yıllarda pek çok çocuğa Lütfü adı verilmiş. Yıllar sonra, babamın da teşvikiyle, Tıp Fakültesi son sınıfta 1985 yılında A.Lütfü Dağlar ve eşini,  İzmir Alsancak’taki evlerinde ziyaret etmiştim. Çok cana yakın insanlardı, beni son derece güzel ağırlamışlardı.

Düziçi Köy Enstitüsü ülkemizde binaları en çok ayakta kalan Köy Enstitüsü olarak kabul edilmektedir. A. Lütfü Dağlar bitmez, tükenmez enerjisiyle, ülkemizde bilimsel, laik eğitimi geliştiren eğitim neferlerimizden birisidir. Onun ve onun gibilerin sayesinde ülkemizde onbinlerce öğretmen yetiştirilmiş, yetişen o öğretmenler de yüzbinlerce, öğretmen, doktor, mühendis yetiştirmiştir. Köy Enstitülerin kuruluşunun 79. Yılında A.Lütfü Dağlar’ı , İsmail Hakkı Tonguç’u ve Hasan Ali Yüceli saygıyla anıyorum.

Yukarıdaki yaşanım ve düşünleri toplum ile paylaşan Ercan Küçükosmanoğlu'na çok teşekkür ediyorum.

Görüntüler : Düziçi Köy Enstitüsü









Yıl: 1940 Düziçi Köy Enstitüsü 78 yıl önce 17 Nisan günü kuruldu.

«200» dekarlık bir araziyi taş ve çakıllarından temizleyerek tarla haline getirdik.Yeniden açılan bu tarlalarda yulaf, yerfıstığı, muhtelif cins sebze yetiştirdik, yetiştirmekteyiz. Halen, kabak, fasulye, patlıcan, domates, biber, hıyar, lahana, pırasa olmak üzere 50 dekarlık bir sebze bahçemiz vardır. Yetiştirdiğimiz sebze Eğitmen Kursu ile birlikte 400’ü bulan günlük tabela mevcudunun sebze ihtiyacını bol bol karşıladığı gibi şimdiden domateslerden salça yapmaya ve diğer sebzelerden bazılarını da kurutmaya başladık. Pazar bulsak satışa bile çıkaracağız. Fakat yol imkânsızlıkları, bu yüzden nakil masraflarının pahalıya mal oluşu harice satma fırsat ve imkânını bize vermemektedir. Bu fırsat ve imkânı bekliyoruz.Büyük bir fidanlığın nüvesi olmak üzere2 dekarlık dut, turunç ve muhtelif meyveli, meyvesiz ağaçlar fidanlığı kurduk.

10 dekarlık bir sahada portakal, limon ve yenidünya olmak üzere bir meyve bahçesi tesis ettik. Bahçemizde açtığımız büyük ana yolun iki yanına okaliptüs fidanları diktik. Tarlalarımızın 60 dekarına ekmiş olduğumuz yulafın hasat ve harmanını yaptık. 20 dekarlık bir yere fıstık ektik mahsulünü aldık, tekrar ektik.

Müstakbel büyük kümeslerin yine nüvesi olmak üzere 60 tavukluk bir kümes kurduk. Köylüye sebze fideleri verdik. Gelecek yılların büyük miktardaki ipek böcekçiliğine bir başlangıç olmak üzere beslediğimiz ipekböceklerinden 5 kg. saf ipek aldık,

Kurucu Müdür Ahmet Lütfi DAĞLAR'ın Düziçi Köy Enstitüsü ve Sonrası Bir Kısım Anılarım kitabından Alıntı




1970






DELİÇAY KÖPRÜSÜ
Genellikle her yörenin bir Deli çayı vardır. Yöre halkları bu adı uygun gördüğü için anonimleşmiştir. Bizim Deliçay Köprümüz Düziçi Köy Enstitüsü, sonradan İlköğretmen Okulu olarak ismi değişen okulunun öğrencilerinin emeği ve  alın terinin bulunduğu, Haruniye’deki Deliçay Köprüsüdür. Osmaniye Gaziantep istikametine giderken Kanlıgeçit mevkisinin sona erdiği yerden sola doğru yol ayrımı vardır., Toros Dağları ile Amanos Dağları’nı birbirine bağlayan Gavur Dağlarının etekleridir burası.Sağanak yağışlar çok olur bu yörelerde. Kanlıgeçit’ten Haruniyeye kadar ulaşmak için Hamus, Karacaören, çamiçi, Üzümlü, Bağlama, Deliçay gibi hatırı sayılır altı tane çay ve dere bulunmaktadır.  Bu dere ve çayların üzerilerindeki köprülerden geçerek ulaşılır Haruniye'deki Düziçi Öğretmen Okuluna.
Kanlı geçit Düziçi yol ayrımından sonra tatlı bir eğimi olan yol, vadinin dibinde Hamus Çayı ile kesişir. Üzerindeki köprüden geçtikten sonra, orman içinden kıvrıla kıvrıla tepeye ulaşır.Yine tatlı bir eğimle Akçakoyunlu Köyü’ne, sonra Yarbaşı İstasyonuna kavuşur. Önceden mevcut yol toprak stabilize, bazı yerlerinde iki araç yan yana geçemezdi. Belirli yerlerde toprak kayar yolu iyice daraltırdı, Yoldan çıkan kayan araçlar çok olurdu. .Kanlıgeçit Yarbaşı arasında bir çok unutulamayan iz bırakan olaylar olmuştur.. Okul gezi otobüsünün devrilmesi,en acısı Hamus Çayı’nın Taşması sonucu çay üzerindeki köprünün yıkılmasıyla Değerli Öğretmen Ali kahveci’ ile birlikte birçok vatandaşımızı kaybedişimiz. . Bu olayla ilgili 1969(6/D) mezunu Ahmet Özgür Öğretmenimizin söyledikleri: Sömestri tatili öncesiydi köprünün yıkılması.  Ben cuma akşamı izinsiz olarak okuldan ayrılıp Tarsusa gidip pazar günü öğleden sonra dönmüştüm. Malesef köprü yıkılmış o gün Osmaniyede kalıp pazartesi veya salı günü öğle sonrası okula gelebilmiştim ve sömestri tatili önüne denk getirilerek bir hafta uzaklaştırma cezası almıştım. 
O gün rahmetli öğretmen arkadaş (ismini hatırlamıyorum, bahsettiğiniz öğretmen olabilir) köprü uçarken bir bayanı kurtarır, o esnada köprü tam uçar ve ayağı köprünün korkuluklarına takılır ve bu nedenle kendini kurtaramaz ve sel sularına kapılır. Rahmetli eğer önce can deseydi belki de daha hayatta olacaktı. Benim gözüm de şehitlik mertebesine erişmiş bir meslektaşımızdır. Ruhu şad mekanı cennet olması için dua ederim. Allah mekanını cennet eylesin. Öğretmenlerimiz Mehmet Göl, Ekrem Güntürkün, Bingül Çelebi ve Meral Derin’den edindiğim bilgilere göre; Ali kahveci,  o zaman Yarbaşı İlkokulunda Ekrem Güntürkün birlikte çalışır, Stajer öğrecilere rehberlik edermiş. Kızı Leyla Hanım da öğretmen olmuş. Bu yollarda kaybettiklerimizi rahmetle anarız.
Yarbaşı’istasyonundan sonra Düziçi Ovası kucağını açar gelenlere. Yarbaşı, Karaçarlı, Karacaören deresi üzerindeki köprüden geçerek Çamiçi, üzümlü dereleri üzerinden sonra Hacılara ulaşırsınız.
        Hacılar Haruniye arasında iki adet çay vardır. Biri Hacılar tarafında Bağlama Çayı, diğeri Haruniye tarafında Deliçay.  Bağlama çayı üzerindeki köprünün yapıldığını hatırlıyorum. Köprü yokken Hacılar’ın üst kısmındaki dağlardan sel gelir. Sel ile birlikte ağaç kökleri ve dallarını, yatağı boyunca kenarlarına dizer, halk onları yakacak için toplardı. Suyun hızı azalınca, taşlarla küçük bendcikler yaparak inşaat için kum biriktiriciler devreye girerdi.  Kum işini at arabacılar yapardı daha çok. Çocuklar da gücü yettiğince kum yığın eder arabacılara satar harçlıklarını çıkarırdı. Sel geldiği zaman seyir etmek için evden çıkardık olanları izlemek için. Çay üzerinde yayaların geçmesi için tahtadan yapılmış uzun bir köprüyü sel götürür, tekrar yapılırdı.Yaz ve sonbaharda suyu fazla olmazdı ama hiç de kurumazdı. Kış ve ilk baharda suyu aniden çoğalır yavaş yavaş azalırdı.  O zamanlarda bir tane otobüs, bir kaç jip, Öğretmen okulunun kamyonu, jipi, pikabı, iki traktörü vardı. Otobüs Haruniye Osmaniye arasında yolcu taşırdı. Sonradan bir tane daha olmuştu. Biri burunlu marş kolu ile önden çalıştırılırdı. Bağlama Çayından geçerken çökmemek için yarım daire çizerek  sığ ve sert yerlerden karşıya geçerdi. Bazı günler ortada kalır halk iterek çıkarırdı koca otobüsü. Çocuk sayısı fazla idi mahallede. Hep birlikte oyunmuş gibi izlerdik olanları. Patinaj yapıp tekerlek gömülünce kazma kürekle önü açılmaya çalışılır, yine olmazdı. Öğretmen okulunun Case marka büyük bir traktörü getirilir, uzun kalın zincirler  bağlanarak çıkarılırdı. Daha sonra kalıplar çakılarak, betonarme köprü yapılmıştı.
      Deliçay ise tam deliydi. Yaz kış su akar, yatağı bağlama çayına göre çok geniş ve derindi. Yazın taşların üzerinden salına salına akarken tatlı bir ses ve serinlik oluştururdu. Küçük göletçiklerinde küçük balık tutardık. .Çok sıcak günlerde mahalle arkadaşları ile küçük göletlerde yıkanırdık. Anam Deliçayda yıkandığımı duyunca çok kızar, eline bir çubuk alır,
- Ulan çocuk bir daha gittiğini duyarsam bacaklarını kızartırım der, ama vuramazdı.
Korkusu, oğlu Mehmet Yılmaz Öğretmen Okulu ikinci sınıfta iken habersiz sabun çayına gitmiş orada boğulmuştu. Ben, Ağabeyimin cenazesine tüm okulun katıldığını kıt net hatırlıyorum. Onun için akarsuya girmeme çok kızardı. 
  Deliçay, kış ve baharda sağı solu belli olmaz, aniden kükrer önünde ne varsa alır götürürdü. Ani ve güçlü yağışlarda koca koca kayaları sürükler, sular yatağından dışarı taşardı.  Haruniye Hacılar yolunun geçtiği köprünün üzerinden taşardı suyu. Köprü taş ve kireç kullanılarak yapılmış üç gözlü idi. Kenarlarında otuz kırk santimetrelik yükselti vardı. Sonradan biraz daha yükseltilip korkuluk yapıldığı belli idi. Köprünün girişindeki, sağ yandaki taş direğinde mermer üzerine yazılmış bir yazı vardı. Yanlış hatırlamıyorsam;  Vali Kazım Arat zamanında, halkın ve devletin müşterek çalışmasıyla yapılmıştır.15.12.1956  Yazı mermer üzerine oyulmuş tabla oraya yapıştırılmıştı. Her geçişte göz ilişir okunurdu.  Bu köprüden Hacılar’da evi olup öğretmen okulunda gündüzlü okuyan, okula geliş gidişte, günde dört defa geçer. Haruniye yönüne giderken köprüyü geçer geçmez sağ taraf yol kenarında, Habba ve Bağdat adlarında iki kimsesizin oturduğu üstü kiremit çatılı kulübe vardı. Bağdat'a öğrencilerin bazıları ve yöre halkı fal baktırır, onlara küçük hediye veya yiyecek verirlerdi. Habba ve Bağdat'ın oturduğu kulübeyi zamanın Nahiye Müdürünün yaptırdığı söylenir.
MEZUNLARIN BULUŞMA GÜNLERİ ÇOK DUYGULU OLUR.
Okuldan mezun olduk, çalıştık günü geldi emekli olduk. Yıllar sonra köy Enstitüleri ve öğretmen okulları mezunlar toplantısı çevre illerde ve okulda yapılmaya başlandı. Bu buluşmalarda Köy Enstitüleri ve Öğretmen Okullarında yapılanlar anlatılıyor, anılar paylaşılıyor.

Böyle bir buluşma için bulunduğumuz Hatay iliden Düziçi’ne bir otobüs dolusu gelmişti mezunlar. Grubun içinde Köy Enstitüsü mezunu olanlar vardı. Onları dinledik. Onların yaptığı dersliklerde, salonlarda, diktikleri ağaçların gölgesinde gölgelendik.  Her gelişte eski mezunlar binalara okulun  görüntüsüne bakıp bakıp iç çeker, içi kararır. Korunabilen binayı, bayrak direğinin bulunduğu bölgeyi, İrfan Çeşmesini, sinema salonunu, kalan ağaçları görünce gözleri parlar, gençleşir, dik durup, göğsünü kabartıp dört bir yanını izler. 
Grup halinde Deliçay Köprüsünden geçerken Köy Enstitüsü mezunu köprü girişindeki yazıyı gördüğünde çok kızdığını söylemişti. ‘’Bizden öncekiler bu köprünün taşlarını sabun  çayının orada kesip düzenlemişlerdi. Bizlerde katır arabası ve okulun kamyonu ile getirip biz yapmıştık. Hemen bunun üstüne de konmuşlar. Biz yaptık bunu biz.  Hey gidi Deliçay köprüsü hey! Birçok kültürü karşıladın, yurdun dört bir yanına ilim, irfan yaymak için gidenleri uğurladın.’’   Demişti, Aslan Yeleli Derviş KURTULMUŞ.
Böylece Delicay köprüsünün de köy Enstitüsü öğrencileri tarafından yapıldığının canlı sahidini bulmuştuk. Kendilerinin yaptığı eserlerin unutturulmaya çalışılmasına çok sinirlenmişti.


Derviş Abiyi bu konuşmasından iki yıl sonra aniden kaybettik.



İLKÖĞRETMEN OKULU DÖNEMİ


FIRINCI ÇIRAĞI
Yaz döneminde Çalışmak zorunda olduğum dönemlerde Babam bir fırıncı ile görüşmüş fırında çırak olarak çalışacaktım. Fırıncı ile tanıştık Bakkallara ekmek taşıyacağımı, akşamdan hamur suyunu hazırlayacağımı, fırının genel temizliğini yapacağımı belirtti. O zaman kasabada üç fırın vardı. Biri Haruniye de, diğer ikisi Hacılar da idi. Ben Hacılar dakika fırının birisi ile anlaşma yapmıştım. Yeni açılmıştı. Diğer fırın daha büyük müşterisi fazla, çalışan sayısı da benim çalışacağım fırından daha fazla idi. Orada çalışan, aynı mahallede oturduğumuz Zekeriya'dan bilgi almaya başladım. Çalışması zor diyerek bana yapacaklarımı anlatmaya başlardı.
Anlattıklarını pür dikkat dinliyor, bir yanlış yapmamalıyım diye düşünüyordum. Kendisi üç yıldır orada çalışıyor tecrübesi vardı.
     İki gün sonra işe başlayacağımı usta bana söylemişti. Kendimle baş başa kaldığım zamanlarda anlatılanları düşünür yapacaklarımı planlamaya çalışırdım. Sabah ezanından yarım saat önce kalkıp fırında olacağım. Hamur pasalarını hamur teknesinin yanından alıp tezgahın üzerine getireceğim. Ocaktan çıkan ekmekleri tezgaha dizeceğim. Mahalle bakkallarının listesine bakıp ona göre ekmekleri sayıp bisiklet sandığına yerleştirip dağıtım yapacağım. Çarşı içindeki bakkallara da dağıtım yaptıktan sonra kalan ekmekleri tezgaha dizip satışını yapacağım. Günün sonunda ustama hesap vereceğim. Akşam eve gitmeden önce hamurgerlere hamur için yirmi metre ilerde ki meydan çeşmesinden tenekelerle su taşıyıp işim bitecek.
    Haftalık ücret ne kadar olduğunu sormuştum yeni başlayanlara 20 lira verilir daha sonra da konuşulur demişti patron. Yirmi liraya da bunlar yapılmaz diye iç geçirirdim. Babamla konuşmuşlar babamı zor durumda bırakmayayım diye düşünür, üstünde durmamaya çalışırdım.
      İkinci günün sonunda akşamdan kurduğum saatin zili ile uyandım. O saati anam için küçük kız kardeşimle almıştım. Anam bayağı sevinmişti. Çok sevindiği zaman hafifçe güler, bir şeyler mırıldanır çok sağ olun der, Karşısındakine duacı olurdu. Her sabah erkenden kalkar, ocaklığa çalı çırpı ile ateş yakar, akşamdan hazırladığı hamurla darı bazlaması pişirirken ateşin yan tarafına da büyük bir emaye çaydanlıkta dağ çayı kaynatır, kokusu evin içine dağılırken hane halkına seslenirdi. Bazı günler pişirmeyi yetiştiremezdi biraz da yavaş yiyin derdi.
    İşte o gün onunla beraber kalkmıştım ben fırına, anam da işine başlamıştı. Ev ile fırın arası bin bin beş yüz metre ,tan yeri yeni yeni belli oluyordu. kasaba elektriği öğretmen okulunun jeneratöründen sağlardı. Ev ve sokak lambaları gece saat on bir de sönerdi. Alaca karanlıkta ilerlerken sokak köpekleri ile kedilerin kovalaşmaları sessizliği bozuyordu. Parke taşları ile döşenmiş çarşı içi yoldan geçerek fırına vardım. Hamurgerler hamuru kesip pasalara yerleştiriyor, ocakçı ocağı ateşliyordu. Yapacaklarımı kısaca söylediler. Bir metre uzunlukta otuz santim enindeki pasaları hamurgerlerin yanından alıp tezgahtaki tırnakçıların yanına bırakıyordum. Ortalık aydınlanana kadar bu iş devam etti. Önce pide sonra somun ekmek çıkarıldı.
   Küçük bir defterde mahalle bakkalların listesi vardı. Defteri alıp listeye göre dağıtıma başlama hazırlığını yaptım. Aynı yol üstündeki bakkalları belirleyip listelere göre ekmek sayılarını bisikletimin arkasındaki kasaya yerleştirmeye başladım. Kasa koskocaman, Tahtadan yapılmış bir kasa. Hazırlıklar bitti, bisiklete binmek yola çıkma zamanı. 
    Bisikletin freni yok, olsa da onca ağırlığı durduramazsın zaten. Durmak için ön tekerlek veyahut arka tekerlek maşası arasına ayağını sıkıştırma yapacaksın başka mümkün değil. Ara yollar o zaman toprak, sadece ana caddenin çarşı içi kara taşlarla parke döşeme idi.
Toprak yollar da düzgün değil, yarısı toprak içinde gömülü portakal veya çakal karpuzu büyüklüğünde taşlar ara ara karşına çıkar, bisikleti üzerinden hoplata zıplata sürerek mahalledeki üç dört metrekarelik alanı olan bakkallara ekmekleri dağıtıp fırına vaktinde dönmek zorundasın. Dağıtım işi biter tezgahtaki ekmekler sayılır teslim alırsın. Aksam olur hesap verilir, günlük iki ekmek hakkını alır eve dönersin.
   Bir gün eve dört ekmekle geldim. O günü hayal meyal hatırlıyorum. Torba içinde dört ekmeği anama verdim. Arkasını döndü gülümsedi. Babam anama baktı, başını yana çevirip gözünü sildiğini fark ettim. Birlikte dokuz çocuk büyütmüş, iki de evlat acısı yaşamışlar. Birisini küçük yaşta, diğerini genç yaşta öğretmen okulunda okurken kaybetmişler.
   Babam akşam yemeğine tüm aile fertleri gelmeden başlatmazdı. Yemek yedikten sonra çay fıstık faslında herkese yarın yapacaklarını söyler yatardı. Her gün yemek sonrası portakal, incir kurusu, tavada kavrulmuş fıstık, belben, bastık çerezimizdi. Çünkü onları biz ailecek üretirdik.
   İşe başladıktan sonra ben yemekten hemen sonra yatar gün yeri ağarmadan kalkardım. Yaz tatili boyunca böyle devam etti.
    Ertesi yıl yazında yine aynı yerde çalışmaya başladım. Hafta doldu geçen yılın haftalığı kadar ücret ödemesi yapıldı. Ustam demeye kalmadan tamam sonra konuşuruz dedi üstelemedim. İkinci hafta doldu yine aynı. Ustam sözüm yine yarım kaldı. Bana dünya işinden konuşacaksan olmaz, şimdi cumaya gidiyorum yanıtını aldım.
    İşten çıkmaya karar verdim. Konuyu babaya açtım. Oğlum çevre işine sebat etmedi der. Yine de sen bilirsin dedi. Ertesi gün tekrar işe geldim. Ustam dedim, anında gene mi?  Diye cevap  verdi. He ustam ben çıkıyorum. Dünya işi ile beni oyalama dedim. Önlüğü çıkarıp ayrıldım. O günden sonra çıraklık sona erdi.

    O yaz sonuna kadar tarla işleri ile uğraştım. O yaz döneminde Yılanların Öcü, Irazcanın Dirliği, Seksen Günde Devri Alem kitaplarını okuma şansım olmuştu. Sonbaharda yine okula devam.


ARAŞTIRMA KÜMELERİ
Tarım, Hayvancılık ve Uygulama

İlk öğretmen okulu ikinci sınıf, şimdiki Orta okul üçe denk geliyor. O yıllar da öğretmen okullarına giriş ilkokul beşten sonra. Yedi yıl eğitim sonunda on sekiz yaşında öğretmen belgenizi aldıktan sonra atama hemen gerçekleşiyor ve sonunda kendine güveni tam olarak göreve başlamış olurdunuz.
Akif Korkmaz bir yıl dersimize girmişti. Ders konuları arasında arıcılık, tavukçuluk, hayvancılık gibi konular vardı. İşlenecek konuları araştırıp  anlatımda bulunulması için sınıfı kümelere ayırdı. Oluşturulan kümeler ilgilerine göre ders konularını paylaştılar. Bizim küme arıcılık konusunda araştırma yapıp, konuyu sınıfa anlatacak. Anlatım sıralamasında üçüncü sıradayız. Her küme kendi aralarında iş bölümü yapıp konu dosyasını oluşturacak, sırası gelen sınıfa sunum yapacak. Araştırma için bir hafta süre belirlendi.
Bir hafta boyunca, hazırlık çalışmaları kapsamında uğraştık fakat bitiremedik. Ek olarak, üç gün daha uzatıldı süre. İlk olarak hayvancılık konusunda aktarım yapıldı. İneklerin bakımı beslenmesi, ahır temizliği, dışkı, ve idrarlarının değerlendirilmesi, süt sağımı konusunda sunumlarını okulun tavlasında,  ahır ve süt hanede yapmışlardı. Orada görevli kadrolu personeller vardı. Onlardan yardım alınmıştı sunum sırasında. Nasıf Amca, Ahmet Çalık Amca, Kara Hüseyin Abi,  Amcamın eşi Gülsüm Teyze ve Fatma Halamız görevli kadrolu personellerden idi.
 Okulun katırları vardı. Biri çift Katırın çektiği, diğeri tek katırın çektiği  iki de arabası.
 Katırın hangi tür hayvanların çiftleşmesi sonucunda olduğunu anlattılar. İki cins katırın olduğunu o gün öğrenmiştim. Anne ve baba durumlarına göre at ve eşeğin çiftleşmesi ile farklılık gösteriyor.  Katırlar at ve eşeğe göre daha güçlü oluyor. Çoğunlukla köyde yetişen çocuklar olduğumuz için hemen kavramıştık konuyu.
Başka bir günde tavuk çeşitleri yetiştiriciliği konusu ele alındı. Görevli küme, futbol sahasının alt tarafında bulunan okulun kümesinin bulunduğu yerde, çam ağaçlarının altında sunumlarını yaptılar.  Tavuk çeşitleri, yumurta tavuğunun ayrı, et tavuğunun ayrı olduğunu, follukların, sulukların nasıl olması gerektiğini anlattılar.. Kümesin önü geniş ve tel örgü ile çevrili. İçinde et tavukları, yumurta tavukları, ibikli, paçalı tavuklar, beş altı tane tavus kuşları vardı. Erkek veya dişi oluşları kuyruk yapılarına göre belli idi. Kızgınlık ve sevincini rengarenk kuyruklarını açarak belli ediyor. Onların bu görüntülerini izlemekten zevk alırdık.
 Okulun derslikleri aralarında, futbol sahası çevresindeki ağaçlık alan aralarında, resim öğretmenlerinden Şaban Taşçı, Filiz sayar, Fevziye Aytekin, Nergis Hanım natürmort çalışmaları yaptırırlardı. Baharda çimenlerin üzerine uzanarak, bir dikenin, bir yaprağın, bir kuru dalın, bir ağacın resmini yapmaya çalışırdık. Bu alanlar, dersliklerin devamı olarak kullanılırdı.

Daha sonraki hafta, biz  arıcılık konusunu bu açık alanda sunmuştuk. Arı kolonisindeki özellikleri, bunlar arasında olan iş bölümü, oğul verme, kovanların yapısı bölümleri, kovan bakımı, çıta yerleştirme, tütsü verme, maske kullanma gibi konuları açık alanda getirdiğimiz iki kovanda göstererek anlatmıştık. Sunumlar bittikten sonra yazılı değerlendirme yaptı. On üzerinden, yediden aşağı not alan olmamıştı. Kesin kopya çekmiş sinizdir diye takılmıştı hem ders öğretmeni, hem de müdürümüz olan Akif Korkmaz.
Akif Korkmaz, Savaştepe köy Enstitüsünden mezun olmuş. Düziçi'ne Kars Cilavuz öğretmen okulundan gelmiş. Düziçi ilk öğretmen Okulunun arazilerinde yer fıstığı ekimi onun zamanında yapılmış, hasadı öğrenciler tarafından yapılmakta idi.
Onur Cengiz Karadağ anlatımından; Akif  Korkmaz ile 1985 Eylül ayında Balıkesir'de Bayındırlık il müdürlüğünde karşılaştım. İlkokul tamir ve tadilat işleri yapıyordu.6 ay kadar görüştük. Balıkesir'in Balya ilçesindendi. ADANA Köy Enstitülüler Derneğini kurduktan sonra,15 Mayıs.2010 tarihinde, Balıkesir Derneğinin düzenlediği, Çanakkale Küçükkuyu'da 2 gün süren toplantıda yine karşılaştık. Eşiyle beraber katılmıştı. Adana'dan Ben, Ali Vefa Yurdal ve Hamit Köle olmak üzere 3 kişi gitmiştik. Bizi hiç bırakmadı.Çok ilgiliydi. Rahatsızlığı yoktu.Bize devamlı Düziçi'ni sordu. Çok özlediği belliydi. Akif Bey, yaklaşık 4 yıl önce vefaat etti. bilgisini alıyoruz.
Akif Korkmaz Düziçi'nden ayrıldıktan sonra Nevzat Süğür geldi müdür olarak.



ÜÇ GÜNLÜK ANARŞİST 
Yaz tatillerimiz hep çalışak ile geçerdi boş oturamazdık.
    1960 - 1970 li yıllarda kahvede oturmak, oyun oynamak bir öğrenci için çok ayıptır. Zaten yaşımız gereği uzun süre aynı yerde oturmak, oyalanmak rahatsız ederdi.
      Yine bir yaz tatili başladı. Yıl 1971. Öğretmen okulları ilkokuldan sonra altı yıl idi, daha sonra yedi yıl oldu. On yedi on sekiz yaşında gelecek korkusu olmadan öğretmen olarak görev alınırdı. İsteyen tek aşamalı üniversite sınavlarına girip farklı meslek sahibi de olabilirdi. İlk öğretmen okulları köy okulları ağırlıklı sınavla yatılı ve gündüzlü sınavla öğrenci alırdı. Ben yatılılık sınavını kazanamamış gündüzlü olarak kayıt olmuştum. Evimiz ile okul arası üç kilometre idi. Okul normal öğretim, sabahları, öğle araları ve çıkışta yaya olarak gidip gelebilirsin. Genelde sabahları dört saat akademik, teorik ve meslek dersleri olur. Öğleden sonra bazen iki bazen üç saat uygulama dersleri olurdu. Okulumuzun ahşap işleri için hızarı, demir atölyesi, fırını, tavuk kümesi, süt ve damızlık inekleri, tarlaları, meyve bahçeleri, sinema salonu, müzik salonu, fizik laboratuvarı, biyoloji laboratuvarı, kütüphanesi, resim ve iş atölyesi vardı. Her sınıf kendi programlarına göre buralarda uygulama dersi alırdı. Bazen Öğle aralarında, bazen saat üç buçuk tan sonra basketbol, voleybol, futbol, masa tenisi dallarında sınıflar arası düzenlenen turnuvalar ile ilgili karşılaşmalar yapılır onları izlerdik. üç ayda bir sahne gösterileri, münazaralar, şiir dinletileri düzenlenir, yöre halkının da izlemesi için ikinci gösterimler olurdu. Köy Enstitüsü  zamanında yapılan binalarıyla, arazileri, çiftliği, sahaları, salonları ile koca bir üniversite kampüsünden daha büyüktü Düziçi Öğretmen Okulu. Okul Müdürü Akif  Korkmaz zamanında  1970 li yıllarda taş duvarlarını öğrencilerin ördüğü ikinci bir sinema salonu yapılmıştı. Duvar için gerekli olan helik denilen küçük taşları, kız öğrenciler futbol sahası ve tavuk kümesi çevresindeki alanlarda toplayıp yığın ederler. Erkek öğrenciler  Tahtadan yaptıkları dört kollu taşıma araçları  (gecgele veya tezgele diye adlandırılan iki kişinin kullandığı araç) ile, taş öbeklerini kim daha çok taşıyacak diye yarışarak taşırlardı inşaat alanına. Çok amaçlı kullanılan iki büyük salonunda ardı ardına etkinlikler düzenlenirdi.


Okulumda vasat bir öğrenciydim ama sınıf basketbol takımında oynar, okul mandolin korosunda, bando takımında, öğrenci örgütleri sınıf temsilciliği gibi etkinlikler içinde bulunurdum.
Beden eğitimi, müzik, resim iş derslerine önem verilirdi. Birçok öğrenci bu derslerden bütünlemeye kalırdı. Bütünlemede de veremezse Ekim ayında tek dersten kalmışsan  tekrar değerlendirmeye alınır o zaman sınıf geçebilirsiniz.
     Yıl 1971. Edebiyat dersinden kompozisyonu iyi yazamadıgım için bütünlemeye kaldım. Her nasılsa Tehmine Sömek ve Ahmet Özdemir öğretmen beğenirdi, iki yıl sonra Ethem Çalık öğretmen beğenmedi.  Bütünleme sınavı Eylül ayında olurdu. O dönemde bütünlemeye kalanlara dört zeytin ağacının  bakımı görevi verilmesi öğretmenler kurulunda karar alınmış. Yazın ağaçların çapası ve havuzlarının yapılması bir defa sulanması. İlk karar. O da bize vurdu. Zeytinlerin bakımını yaptık ,kompozisyon dersi için kitap okuyup bir iki yazı yazdım. Eylül ayında sınava girdim kırk beş almışım. Öğretmen mi bıraktı ben mi kaldım bilmiyorum. Gerçi yazım biraz bozuktu.  Çizgisiz kağıda yazarken satırların bazısı aşağı, bazısı yukarı doğru olurdu. Türkçe öğretmenim Erzurumlu imiş. Erzurum şivesiyle konuşurdu hep. Yedi Ekim'de tek dersten kaldığım için tekrardan değerlendirmeye alınacaktım. Bir telaş bir korku başlamıştı. Yedi Ekim'de de geçemezsem sınıf tekrarı. Çevreye, babama hepsinden önemlisi kendimi nasıl kandırıp avutacağım! En zor olanı da kendimi kandırıp avutmak.
       Ekim Kasım ayları Düziçi'nde fıstık hasat zamanıdır. O zaman gelince tarlanın başına çadırlar kurulur, bir buçuk ay boyunca çadırda yatılır. İmkanı olanlar bir veyahut iki odalı toprak damlarda kalırdı. Bizim tarla alt komşularımızdan Süllü Emmi'nin, Ahmet Emmi nin, tarla üst komşumuz Durdu Emmi nin ve bizim kendimize ait iki odalı toprak damlarımız vardı. Aksamları herkes yattıktan sonra gaz lambasının ışığında dersimi yapardım. Ekmek tahtası çalışma masam olurdu.
      Tamamen el emeği ile yapılırdı fıstık hasadı. İki üç kişi tırmıkla fıstığın köklerini topraktan ayırır, en az dört beş kişi köklerdeki toprağı temizler, yığın yapar. Fıstığın saplarından ayıklanması işlemine geçilir. Bazen aynı zamanda, bazen ise yığınlardaki fıstıkların ayıklanması akşama bırakılır. Akşam yemeğinden sonra gaz yağı lüksleri yakılır. Bir buçuk iki metre yükseklikte Üç ayaklı askılıklara takılır sanki gündüz vakti gibi. Lükslerin kendine has tıslama sesi ve kokusu olurdu. Uçan gece böcekleri, sinekler, üvezler ve kelebekler lüksün ışığına gelir, lüksün sıcaklığında yanar, kokular çeşitlenir. Işığı azaldıkça pompalanır, parlaklığı yeniden gelirdi. Gece serinliğinde çalışırken, eli üşüyenler lüksün etrafında elini ısıtır tekrar işe koyulurdu. Gece geç saatlere kadar ayıklama işi yapılır. Sabah erkenden kalkıp sıcak bazlama ile mahluta çorbası içilir. Tekrar aynı şekilde devam edilir. Öğle yemeği tarlanın ortasında yenir, tarla komşuları birbirleri ile yemeklerini paylaşırlar, bundan mutlu olurlardı. Hasat dönemi boyunca, at arabaları ile çerçiler tarla yollarından geçerek, tahin, pekmez, üzüm, hambeles, menengiç, şeker, sucuk, lokum, oyuncak, iğne iplik satardı. Tarla başında alışveriş genellikle fıstıkla takas usulü olur, para pek kullanılmazdı.
Hasat edilen fıstıklar havuz içinde yıkanır, hayıttan yapılmış büyük selelerle havuzdan çıkarılır, samanla sertleştirilmiş düzlenmiş sergen yerine serilir. Sergende kurutulur, savrulur, hava geçirgen çuvallara doldurulur. Ancak Kasım ayı başından itibaren hasat sonu olur. Ürünler toplanır, çadırlar sökülüp eve dönüş gerçekleşir.
        Bu süreci düşünerek ders çalışacağım bahanesiyle aileden izin istedim. Okul da bir hafta çalışma süresi tanıyordu. Her gün biraz kitap okuyup, bir atasözü açıklaması yazmaya çalışıyorum. iki gün geçti sıkıcı oluyor kapalı ortamda. Ertesi gün yanıma bir kitap, bir defter, kalem, silgi, bir ekmek, bir şişe su alıp farklı bir ortamda bulunmaya karar verdim. Mustafa Abi'nin ralli marka bisikleti vardı. Mustafa Abi ikinci büyük ablamın eşi. Evimizin yakınında otururlar. Çocukluktan beri abi olarak bilir, çekinir ve sayardım. Bisikletinin anahtarını tornavida ile açıp kitabı, defteri, ekmeği suyu bisikletin selesine sarıp yola koyuldum. Planladığım bir yer yoktu. Kasaba dışına çıktım. Yarbaşı tren istasyonunu geçip Akçakoyunlu köyüne gelince sağ tarafa stabilize bir yol ayrılıyordu. Yola doğru ilerledim. İlerde ormanlık bir alan gördüm, oraya gitmeye karar verdim. Yolun işlek olmadığı kenarlarındaki ve ortasında bulunan otlardan belli idi. Bisikleti tekerlek izinde sürmeye çalışıyorum. Birazda rampa vardı. Pedalları çevirmede zorlanmaya başlayınca bisikletten inmek zorunda kaldım. İki tekerlek izinin birinden ben, diğerinden bisikleti iteleyerek ilerliyordum. Güneş vuruyor sırtıma. Terlemeye başladım. Bir süre sonra ormanlık alana ulaştım. Bir ağacın altında dinlendim. Sere serpe kurumuş otların üzerine sırt üstü uzanırken, kuşların cıvıltıları, esintinin cam dallarına ve iğne yapraklarına çarparak çıkan kendine özgü uğultusu, on dakika sonra kafamdaki takıntıları temizledi. İki saat kadar okuma yaptım. Bir saat kadar bulunduğum yeri tasvir ettim. Güzel bir tasvir yazısı olduğuna karar verdim. Bir müddet etrafı seyrederken ileri tepede görünen radar ilgimi çekti. Oraya kadar gidip yakından görmeliyim dedim içimden. İzin alırsam içini gezerim düşüncesiyle, bisikleti ite kaka oraya vardım. Dinlenmek için yan tarafındaki ağacın altına oturdum. İlk defa bir radar görüyorum. Haberleşme radarı olduğunu tahmin ettim. Defteri kalemi çıkardım resmini çizmeye çalıştım. Birazda çizdim.
         Tel örgünün içinde bulunan binadan çıkan bir kişi bana doğru yönelirken, ben de bunu fırsat bilip ona doğru yürüdüm. İzin isteyip gidecektim. 

         Ne geziyorsun burada? Sorusunu yöneltti. Öğrenci olduğumu, kitap okuduğumu, burayı merak ettiğimi söyledim. Olmaz burası yasak dedi. Tamam dedim. O binaya girdi ben bisikletimin bulunduğu ağaçların oraya. On dakika sonra görevli binadan tekrar çıktı beni yanına çağırdı. Bisikleti de yanıma alarak kapıya vardım. Tamam bu da oldu diye düşünüyorum. Tel örgü kapısından içeri girer girmez kapıyı kapattı iki kilit ile kilitlendi. Biraz irkildim. Her halde kuralları bu diye düşündüm. Buyurun içeride çay içelim dedi rahatladım. Bisikleti duvara yasladım, kitabı defteri yanı başında bırakıp içeri geçtim. Nereden geçtim geçmez olaydım. Adamın sağ elinde bir tabanca, sol eliyle kolumdan tutuğu gibi boş bir odaya fırlattı, kapıyı kapattı kitledi. Nutkum durdu. Boğazım düğümlenir gibi oldu. Konuşamıyor, bağırmaya çalışıyorum, olmuyor. Ağlamaya çalışıyorum belki rahatlarım diye o da olmuyor. Odanın pencereleri tavanla beraber yatık pencere tipi demirli. Çaresiz sessizce beklemek ten başka çözüm yok diye düşünürken içeriden telsiz konuşmaları duyuyorum. Kapıları kapat bisiklete dokunma yoldayız. Beş dakika sonra bir anons daha, jandarma yolda, helikopter Adana'dan kalktı.
        Neler olacak bilmiyorum ama sakin olmalıyım diye düşündüm. Ailem duyarsa mahvolur. Bütün işleri bırakır ama bir şey yapamazlar. Ülke zaten karışık onları da alırlar. En iyisi önce okulun haberi olmalı öğrenci olduğumu bilmeliler. Telefon ancak okulda var oraya çabuk ulaşırlar. Geldiklerinde okulumu sınıfı belirtmeliyim diye düşündüm. Yirmi dakika sonra polis jandarma araç sesleri dışarıda duyuldu. Daha sonra helikopter sesi. Sakin olmalıyım diye kendi kendime terapi yapıyorum. Ayak seslerinden kapının önüne geldiler diye düşünürken aniden kapı açılır açılmaz suratıma bir tokat, ayağıma bir tekme yedim. Dışarı çıkardılar iki tokatta orada. Birinin daha bu on beş on altı yaşında bırakın vurmayın dediğini duydum. Sesin geldiği tarafa döndüm. Abi ben öğretmen okulunda öğrenciyim diyebildim. Sesim çıkınca, kendimi biraz rahatlamış hissettim. Dört beş cümle ile hemen derdimi anlattım. Bir sessizlik oldu. Helikopter ile gelenler havalanıp gittiler. Polis ve jandarma duruyor. Bisikletin yanındaki kitabımı, defterimi, ekmeğimi, su şişesini bir torbaya koydular, bisikletin lastiğini sökmemi istediler. Bisikleti ters çevirip, cebimdeki kontrol kalemi ile lastiğini söktüm.
      -Kontrol kalemini yanında niye bulunduruyor bu? Dedi birisi. Bisikletin kilidini açmak için dedim. Elimden onu da alıp torbaya koydular. Bisikletimi de iki asker alıp duvarın dibine koydular.
      Vakit ikindi vaktini geçmişti. Güneş ışıkları alçak bir vaziyette göze doğru tam karşıdan vuruyordu. Bunalmıştım, arada bir Çukurova tarafından gelen esinti iyi geliyordu.
Biraz sonra binanın içerisinden elinde çaydanlık ile radar görevlisi ve arkasında bir asker bardaklarla geldiler. Binanın yan tarafındaki kamelyanın altında polisler ve jandarma komutanı çay içmeye başladılar. Onlar çay içerken  iki asker ellerimi kelepçeleyip duvarın dibine oturtup, sağımda ve solumda durdular. Diğer jandarmalar altı yedi metre geride dizilmişlerdi. Bulunduğum yerden kamelya altındaki konuşmaları duyabiliyordum. Hiç o tarafa bakmadan kulağım onlar daydı. Kimse ile göz göze gelmemek için sürekli yere veya karşıya bakıyor, sakin olmalıyım diye kendi kendime terapi yapıyorum. Konuşmalar dikkatimi çekiyordu. Kafam allak bullak olmuştu.
     -Yaşı daha 15, 16
     -Öğrenciyim diyor burada ne geziyor kardeşim
     -Şüpheli
     -Yanında kitap, defter, kalem bir de buranın resmini çizmiş.
     -Böylelerini kullanıyorlar.
     -Olabilir
    -Sivas'ta yakalanan anarşistler ile bir ilgisi olmasın.
    -Yok canım o kadar da büyütmeyin belki anlattıkları doğru.
    -Ben müdürle telefonda konuştum Yarın Adana ya geleceğini söyledi.
    -Müdür niye gelecekmiş?
    -Öğretmenlerle toplantı yapıp öğrenci hakkında bilgi alacağını ondan sonra geleceğini belirtti.
     Son konuşmayı duyunca biraz rahatlamıştım. Öğretmenlerin benim hakkımda iyi düşüneceğinden eminim. En azından Psikoloji, coğrafya, Almanca, iş teknik öğretmenlerim savunurlar. Diye düşündüm. Bir önceki konuşmaları ise çok rahatsız edici. Anarşist, şüpheli, onun burada ne işi var gibi sözler beni endişelendiriyor korkumu ve tedirginliğimi artırıyordu.
       Radyo haberlerinde Sivas'ta yakalanan üniversite öğrencilerinden anarşist olarak bahsedilirdi. Bazı gazeteler bunlar hakkında anarşist düzen bozucu  kişiler diye bahsederdi. Haftalık yayınlanan dergilerde üniversite öğrencilerinin hak arayışlarında bulunduklarını yazar bunları okurduk. Üniversite gençliğinin bir kısmı ABD ye karşı eylemlerde bulunduklarını okurduk.
      Güneş batmaya yakındı. Birden polis ve jandarmaların hareketlendi. üç dakika sonra arkası kapalı bir askeri araç geldi. Arka kapısı açılır açılmaz iki askerle birlikte çarçabuk oraya kapatıldık ve araç hemen hareket etti. Bisikleti ne yaptılar acaba? Okulun haberi olduğuna göre, Mustafa Abi okulun şoförü, o gelir alır diye düşündüm. Askeri araç hoplata zıplata ilerliyordu. Güneşin battığı, aracın küçük penceresinden bakınca anlaşılıyordu.
       Olabilecekler hakkında senaryo oluşturmaya başladım. Beni götürecekler, ifademi alacaklar, gece nasıl bir yerde kalacağım? ifadem ne zaman alınır? üç gün sonra kompozisyon sınavım var, ona yetişebilir miyim? Yetişemezsem sınıfta kalırım, onun için hemen sınava girip geri geleceğimi onları söylemeliyim diye düşündüm. Sakin ol, sakin ol diye kendi kendime söylenip, rahatlamaya çalışıyorum. Bir ara içim geçmiş uyukladım. Bir saatlik yolculuktan  sonra araç durdu. Adana'ya geldiğimizi tahmin ettim. Araçtaki o kısa kestirme çok iyi geldi. Araçtan indirilip iki yanımdaki jandarmalarla birlikte yürüyerek büyük bir konteynerin yanına geldik. Dört asker yanımıza geldi. Konteyner in kapısını açtılar, bana içeri geç dediler. Basamaklara çıkarken:
   -Kelepçe çıkacak mı?
   - Çıkarmayın dendi.  Konuşmaları duydum.
Konteynerin içine geçtim. Arkamdan kapısı kapatıldı. Oturacak yeri yok, tabanı düz bir şekilde bomboş. Yanlarda ve arka tarafında tavana yakın yerde yatık demirli pencereleri var. Sırtımı yan kasasına yaslayarak ayaklarımı uzatıp ellerim bağlı, düşüncem özgür olarak düşünmeye başladım. Var olan pencerelerden içeriye sokak lambalarının veyahut binaların ışıkları sızıyor, sesleri yarı anlaşılır şekilde duyuyorum.
      Sabaha kadar ne yapacağımı, tuvalet ihtiyacını karşılamak için ne yapmalı? Ne açlık ne susuzluk hissediyorum. Oturur pozisyonda uyumaya çalıştım. Zaman zaman uyukladım. Zaman zaman sabahtan buyana olan süreci konuşmaları muhakeme ediyorum .  Üniversite olayları, Sivas'ta yakalanan Deniz Gezmiş, Hüseyin inan, Yusuf Aslan dan başka Sinan Cemgil, Yusuf Küpeli, Mahir Çayan gibi isimleri radyo haberlerinden sık sık duyardık. Gazete ve haftalık dergilerden okuduğumuz kadarıyla okulda tartışıp konuştuğumuz çok olurdu. Altıncı Filo, Nato, Varşova Paktı, kominizim , faşizm, sosyalizm, oligarşi, devlet, demokrasi gibi terimlerin içeriklerini tam olarak öğrenmiştik. Kişi ve terimler zihnimden hızlı hızlı  geçiyor. Olabilecek durumları düşünüyor zihnim allak bullak oluyor, düşünemez oluyorum. Zaman zaman da bir şey görecekmiş gibi sağa sola boş boş bakarak sabah ettim.
      Dışarıdaki nöbet değişimini duyuyorum. Bir ara kapıya vurdum askere duyurmak için. Asker ne istiyorsun dedi. Tuvalete gideceğimi söyledim. Beş dakika sonra kapı açıldı, İki kişinin kontrolünde tuvalet ihtiyacımı giderdik ten sonra içeri girerken yemek işi nasıl yapılır burada dedim. Geç dediler. On beş dakika sonra kapı açıldı.
Asker:
   -Bak kardeşim bunu ben hazırladım al ye. Kimseye bahsetme. Dedi ve kapıyı kapattı.
 Yarım somun ekmek arası. Bir çırpıda yedim, belki bir gören olur diye. Böyle tatlı bir ekmek arası yemedim sanki. Askerin yüzünü görüp sağ ol demek için pencereye uzandım. Görebildiğim kadar etrafa baktıktan sonra:
     -Sağ ol Abi. diye seslendim. Duygumu ifade ettiğim için rahatladım.
Güneşin epey önce doğduğunu, konteynerin içi ısındığından tahmin ediyorum. Saat dokuz olmalı. Sıcakta Konteyner içinde durmak gittikçe çekilmez oluyordu.
      Saat ona doğru kapı açıldı. İki asker eşliğinde kenarında okaliptüs ağaçlarının bulunduğu bir yoldan beş dakika yürüme mesafesinin sonunda üç katlı bir binanın içine girdik. İkinci katta uzun bir koridorun sonundaki odanın önüne geldik. Beş dakika sonra odanın kapısı içeriden açıldı. Odada büyük bir masa ve masada iki kişi oturuyordu. Oturanların biri askeri kıyafetli, diğeri  sivil kıyafetli. Masanın karşısında dört sandalye vardı. Ortadaki sandalye ye oturttular. Askerler dışarı çıktı. Kapı kapatıldı.
      Adım soyadım, anne baba adım, nereli olduğum, hangi okulda kaçıncı sınıfta olduğum sıra ile soruldu ve yanıtladım.
    -Öğrenci olduğunu söylüyorsun, öğretmenlerinin adlarını söyle bakalım diye sorulduğunda ismi o anda aklıma gelenleri hemen söyledim.
Orta okulda görev yapan iki öğretmenin adını soy adını söyleyip, bunları tanıyor musun? Dediler.  Tanıdığımı söyleyince :
   - Bunlar senin okulunda değil nereden tanıyorsun?
  - Evet ortaokul öğretmenleri, ortaokul sahası evimize yakındır. Hafta sonu Onlarla orada basketbol oynardık.
  - Hangi kitapları okudun kimden aldın?
İki haftada bir kitap okuduğumu ve  kitapları okulumuzun kütüphanesinden aldığımı söyledim.
  -Hangi türküleri dinliyorsun?
  -Aşık Veysel'in, Yıldıray Çınar'ın, Halit Araboğlu'nun, Aşık Mahsuni'nin, Karacoğlan'ın  türkülerini dinlerim. Radyodan, kaset ve plaklardan dinlerim.
  -Radarın oraya niçin gittin?
Rahat bir şekilde geliş amacımı ve olanları olduğu gibi anlattım.
Torba içindeki kitabı defteri çıkarıp bir müddet karıştırdıktan sonra
  -Bunlar senin üstünden çıkmış. Deftere oranın resmini niçin çizdin?
   -Öylesine. Dedim.
Birbirlerine bakıştılar.
   -Okuldan haber geldi. Sen bizimle dalga mı geçiyorsun? Diyerek biri ayaklandı. İşte tam olarak korkuyu o zaman yaşadım. Diğeri kolundan tutup geri oturttu. Bana dönerek:
   -Bak oğlum, bize doğruyu anlat  yoksa da burada çok kalırsın.
Olan olayları ve düşüncelerimi kısaca yine tekrarladım. İki gün sonraki sınava girmek isteğimi belirttim. Dışarıdan askerleri çağırıp geri götürün bunu dediler.
      Gelinen yolu takip edip tekrar konteynerin bulunduğu yere geldik. Kelepçeleri çıkardılar, beni tekrar konteynerin içine koydular, kapıyı kapatmadılar. Beş on dakika sonra yarım ekmek arası ve bir bardak ayran verdiler yedim içtim. ümidim artmıştı  ama belirsizlik korkularımı gidermedi. Oturur vaziyette dururken uyumuştum. uyandığımda kendimi dinlemiş olarak hissettim.
    Bir saat kadar zaman geçtikten sonra, iki asker eşliğinde askeri araç ile  nizamiye kapısına getirdiklerinde anlatılmaz bir duygu vardı. Kapıda öğretmen okulunun pikabının  yanında, Mustafa Abi, okulun döner sermaye saymanı ve psikoloji öğretmenim.  Korku , sevinç, endişe, pişmanlık, utangaçlık, suçluluk duyguları hepsi bir arada. Onlara ne diyeceğimi düşünemiyorum. yanlarına varınca hadi geçmiş olsun diyerek sırtımı sıvazladılar. Araca bindik. Aracın arkasında yağ tenekeleri , kutular vardı. Gitmişken döner sermaye saymanı ile okula iaşe de alalım denmiş.  Yolculuk boyunca fazla soru sormadılar, arada bir kısa yanıtlanacak soru sordular. Adana'dan  Haruniye'deki Düziçi İlk Öğretmen Okulu'na geldiğimizde akşam oluyordu. malzemeleri araçtan indirdiler. Öğretmenim ve döner sermaye saymanı hadi geçmiş olsun deyip ayrıldılar. Biz de hava kararırken eve geldik. Tüm aile iş bırakıp bizi bekliyor.  üzüntülü, kaygılı, sevinçli bakışlar bir arada. Sofra serildi, akşam yemeği yenildi, konu komşular geçmiş olsun demeye geldiler. Geç vakte kadar oturuldu. Geçmiş olsun diyen ayrıldı.
       Ertesi günün sabahında herkes işine koyuldu. Hep birlikte fıstık hasadı için tarlaya varıldı. Sorular cevaplar arkası arkası arkasına gün boyunca devam etti. Bir sonraki gün kompozisyon sınavı için okula gittim. Sınava gireceklerin sayısı 15 kişi kadar. Herkes mahcup. çünkü dersten kalmışsın, tek dersten de kalınca sınıf tekrarı ne kadar da zor.
      Yazılı sınav için sabah saat 8:30 da sınıfa girdik. Tek soru Bir anı yazısı yazınız.
Ne yazayım diye düşündüm. üç gün önce olanları yazmaya karar verdim. Radar başlığı altında, olayları ve çevreyi anlatan yazıyı bir yazılı kağıdını dolduracak kadar yazdım çıktım.
Öğleden sonra da sözlü sınav vardı. Tek tek sırası gelen sınıfta sözlü sınavı da olur, anında geçip geçmediğimiz bildiriliyordu. Sıram gelince içeri girdim. Üç öğretmenin önünde benim yazdığım kağıda gözüm ilişti.  Kompozisyon yazarken nelere dikkat edilmeli? diye soru sordular. Bildiğim kadarıyla anlattım.
     Anlatım güzel, ancak yazını düzeltmelisin, imlaya dikkat et. Haydi geçtin dediler.
 Bunca olanlardan sonra böyle bir durum her hasarı düzeltti. Bir yedi Ekim olayı, unutulmayacak yaşanmışlıkla böylece kapandı.

ÖĞRETMEN OLMAK

Düziçi İlk öğretmen Okulu her öğretim yılı sonunda ortalama iki yüz elli üç yüz ilkokul öğretmeni mezun verirdi. Öğretmen okullarından mezun olanların atanamama diye kaygıları olmazdı. kaygı olmadığı için de kendine güveni tam olan bir eğitici kuşak oluşuyordu. Atama için verilen dilekçelerde üç il tercihi yapılır, olmadığı taktirde yurdun her bölgesinde çalışacağı ile ile ilgili not eklenirdi. Atamalar il emrine depo tayini yapılır. İl merkezlerinde açık köy okulları bir torbaya atılır, diğer torbaya öğretmen isimleri atılırdı. Öğretmen isim torbasından isim çekilir, daha sonra atanacağı köyün ismi torbadan çekiliyordu. Kura çekimi herkesin önünde yapılır, aynı ilçeye veya köye atanan öğretmenler bir araya gelir ne yapacaklarının planını yapar, birbirlerine destek olmaya çalışırlardı. İlk maaşlarını orada alır köyüne ulaşmaya çalışırlardı. Ogünlerin koşullarına göre otellerde veya arkadaş yanlarında bir iki gün kaldıktan sonra on beş günlük meyil müddeti süresinde memleketine gider hazırlıklarını yapar, haritalar incelenir gidilecek güzergahlar hakkında çevreden bilgi edinirdi. Temel ihtiyaçlarını giderecek tedbirlerini alır köyüne yerleşmeye çalışırdı. Çevre koşullarına göre hazırlıklarını tamamlamaya çalışır. Kimileri tek öğretmenli okullara, kimileri iki, üç, dört ve daha fazla öğretmenli okullara atanırdı. Bayan öğretmenler genellikle iki ve daha fazla öğretmenli okullara ataması yapılırdı. Atama sürecinde neler yapılacağı ve öncelikli yapılacak işlerin neler olacağı okullarda staj çalışmaları sırasında öğretildiğinden fazla bocalama olmazdı. Olsa bile üstesinden gelmeyi bilirlerdi.

Ağustos ayının son haftası Kahramanmaraş il emrine depo tayinim yapılmış, 07.Eylül. 1975 tarihinde göreve başladım. Eylül ayı ortalarına doğru kur ada Pazarcık ilçesi Salmanlı köyü ilkokuluna atamam gerçekleşmişti. Kara yolu ulaşımı zordu. Narlı istasyonundan Gaziantep yönünde giden trene binilerek gidilirdi. Şanslı idim çünkü, Düziçi Yarbaşı istasyonundan trene bindiğim zaman bazen direk bazen narlı aktarmalı ulaşabilirdim. Motorlu denilen Elazığ trenine binilirse Narlı aktarmalı, Toros ekspresine binilirse direk Salmanlı istasyonunda inile bilinirdi.
        Kur a çekiminin ertesi günü dolmuşla Narlı ya geldim. İstasyonda aynı köye atanan Manisalı İsmail Cengiz öğretmenle tanışmamız bir tesadüf olmuştu. Trenle Salmanlı istasyonunda indiğimizde sağ tarafta köy okulu ve lojmanı göze hemen çarpıyordu. İstasyon şefinden köyü sorarak emin olduk. O anda istasyonda olanlardan iyi bir tepki almıştık. Köyün iki öğretmeninin de tayini çıkıp ayrıldığını söylediler. Çay ikramı sırasında, bugün okulu ve köyü görüp tekrar döneceğimizi belirttik. kısa süre içinde köyü tanıtmaya çalıştılar. Yine de okulu muhtarı görüp gelelim diyerek istasyondan ayrıldık. istasyon ile köy arası yaklaşık bir buçuk kilometre kadar uzaklıkta.  Bir at arabası gidecek genişlikte ki yolun iki tarafı çağıl ile örülmüş çağılın üzerine karaçalı dikeni yerleştirilmişti. Bize eşlik edecek birini verdiler, sohbet ede ede yolda ilerliyoruz. Çağılların arasından arada bir kertenkeleler baş sallayıp kaçışıyorlar. yolun solundaki tarlada üzüm bağları bulunuyor. köye yaklaşırken dere varı bir yere doğru iniyoruz, ama dere susuz dere. Pancar motor sesi duyuluyordu. Köyün değirmeni bu motorla çalışıyormuş. değirmenin hemen önünde yolun solunda bir pınar akıyor kadınlar kızlar tuluklara ve plastik bidonlara su dolduruyorlardı. pınarın yanında iken başımızı kaldırdığımızda okul ve lojmanın yarı duvarı ve çatısı görünüyor. Yaklaşık  yüz metrelik dik bir rampayı çıktıktan sonra okulun bahçesine ulaşıyoruz. Yanımızda gelen kişi ben muhtarı çağırayım diyerek yanımdan ayrıldı.


         Okulun hemen ilerisinde köyün camisi bulunuyor arka taraflarda köy evleri birbirine yakın biçimde bulunuyor. toplu bir yerleşimi var. okul bahçesinin girişinde kırk beş metrekarelik bir lojmanı, yan tarafında tek derslikli okul, arka tarafta iki kabinli tuvaleti bulunuyor. okul bahçesinin etrafı harç kullanılmadan sadece taşların üst üste dizilmesi ile yapılmış çağıl duvarla çevrilmiş bazı yerlerinin üzeri kara çalı ile kapatılmış şeklinde. Sadece lojmanın önünde bir akasya ağacı bulunmakta. Biraz sonra muhtar geldi. hoşbeşten sonra haftaya geleceğimizi söyledik. Olmaz hoca bugün misafirim olun yarın gidersiniz diye ısrar etti. Daha çok birlikte oluruz gitmemiz gerekir diyoruz.
okulun lojmanın kapısını açarak, içerilerine göz attık. Giden öğretmenlerden de memnun olduklarını, çocukları için gittiklerini söylediler. yarım saat kadar konuştuktan sonra köyden ayrılıp bir saat sonra gelecek olan trene binmek için istasyona tekrar. döndük.
         İstasyona geldiğimizde istasyon personeli ve ailelerinin hepsi istasyon hareket memurluğu binası ile lojmanları arasındaki ağaçların altına oturup çay içiyorlardı. Hepsi birden ayaklanıp yer gösterince çok mahcup ve utanmıştık. Yaşça bizden büyük insanlardı. Henüz on yedi yaşın sonunda idik. Çok dikkatli ve sorumlu davranmam gerektiğini düşündüm aniden. Oturduk çaylar içildi. .En çok istasyon personeli sevinmişlerdi öğretmen atamasına. hepsinin okul çağında çocukları varmış. Çocuklarının eğitimini çok düşündükleri her davranışlarından belli idi. Bir ara yanıma kumral saçlı bir çocuk yanıma geldi. Benim adım Ramazan,  üçüncü sınıfa geçtim. Evde gazete kitap okuyorum, ne zaman okul açılacak? dedi.On beş gün sonra geleceğimi söyledim. Üçüncü sınıfa devam edecek olan Ramazan adındaki çocuk bana güç ve ümit vermişti. Yarım saat sonra bineceğimiz tren geldi ve on beş gün sonra gelmek üzere vedalaşarak o an için oradan ayrıldık. Salmanlı istasyonundan Narlı istasyonuna doğru tren sola doğru köyün kuzey etrafını yay çizerek geçiyor. Üç beş evin bulunduğu iki obanın yanından geçip Narlı düzlüğüne, kısa süre sonra Narlı istasyonuna ulaşıyoruz. İsmail biraz Kahramanmaraş'ta, birazda Gaziantep'te dolaşacağım. Manisa'ya oradan Sarıgöl'e git gel daha zor olacak, ben on beş gün sonra köye gelirim dedi. Tekrar buluşmak üzere burada ayrıldık.
      Narlı istasyonu Adana Kahramanmaraş yönünden gelen trenler Gaziantep veya Malatya Elazığ yönüne giden trenler burada yön değiştirirler. Yolcu aktarmaları bu istasyonda yapılır. Toros Ekspresi ile buradan geçip Yarbaşı istasyonunda inip, Düziçi'ne geliniyor. İlk atama yeri olarak şanslı hissediyorum kendimi.
         Kahramanmaraş ta Yeşildere köyüne ataması yapılan bir öğretmen nasıl gidileceğini soruyordu. Yeşildere her ne kadar Kahramanmaraş'ın köyü olsa da ulaşımı Adana ili Bahçe ilçesi Düziçi kasabasına gelip, Düziçi'nden williz marka jiplerle veya at ve katırlarla sağlanırdı. Yeşildere' de yaşayan bir çok kişi ancak hasta olunca Haruniye'ye gelir öğretmen okulu doktoru Yılmaz Sevinç'e muayene olur ilaçlarını alır giderlerdi. Doktor Yılmaz Sevinç bir ara ders sırasında bu yörede tedavisini sağlıklı bir şekilde yaptığım ve en iyi sonuç aldığım köy halkı Yeşildere Köyü halkıdır. Sebebi ise verilen talimata uyup ilaçları zamanında kullanıyorlar. demişti. Dağ köylerinin ekin biçme işlerini bu köyden gelenler daha iyi yaparlardı. Yeşildere ayrıca kış aylarında atların erkek danaların beslenmesi için salındığı bir yerleşim yeri olarak ta bilinir.
        On üç gün sonra temel ihtiyaçlarım olacak olan bir bir demir somya, yorgan döşek, kilim, üç gözlü tüplü ocak, tüp, tabak, kaşık, iki adet tencere, tava, çaydanlık, bardaklar, biraz kuru yiyecek salça, kıyafetleri koyduğum bir valiz vb lerini hazırlayıp paket yaparak Yarbaşı istasyonundan motorlu trene binip Narlı istasyonunda inip daha sonra gelecek olan posta treni ile Salmanlı istasyonunda iniyorum. O anda istasyonda bulunan köylüler yeni öğretmen geldi .Eşyalarını alıp lojmana kadar götürelim diye birbirine seslendiler. Grup halinde okul lojmanına geliyoruz. Eşyalar lojmana konduktan sonra muhtar bırakmıyor lojmanda beni. Hocam bu gece misafirimsin yarın çocuklar lojmanı temizler sonra yerleşirsin dedi. O gece muhtarın evinde konakladık. Sabah ben lojmana gelmeden lojman temizlenmiş eşyalar bir odaya toplanmıştı. akşama kadar yerleşme düzenini kırk beş metre karelik lojmana yerleştirmeye çalışıp okulun içine bir attım. içi tamamen boya badana istiyordu. Pencere altları ve tabana yakın yerlerde kabarma var. Kireçle badana yapılması lazım. Boya kullanmak bayağı bir emek ve masraf isterdi. Öğrenci sıra ve masalarının bazıları oynama yapıyor çivilerinin yenilenmesi gerek. Pencere dışındaki tahta kepenklerin elden geçirilmesi , sınıf taban betonunda kabarmaların düzeltilmesi gerekiyor. Diğer öğretmen arkadaş gelince planlamasını yapmanın uygun olacağını düşünerek ertelemeye karar verdim.
        Göreve başlama yazımı yazıp ilçedeki ilköğretim müdürlüğüne vermem gerekiyor. Ertesi sabah trenle Narlı istasyonuna oradan dolmuş ile Pazarcık ilköğretim Müdürlüğüne göreve başlama yazımı vererek formaliteleri tamamlamış oldum. İlk önce ilçedeki sağlık ocağının, otellerinin, bankaların, yerini öğrendim. İş Bankası ve Ziraat Bankası vardı. bir sağlık ocağı, iki otel vardı. İki önemli Adıyaman yoluna dikey olarak uzanan caddesi vardı. cadde üzerine dizilmiş dükkanlar, fotoğrafçılar, fırın, tamirciler bulunuyordu. Dört ilk okul orta okul ve lisesi göze çarpıyordu. İlçede Kürtçe ve Türkçe konuşulmaktadır. Alışveriş için girdiğimiz yerlerde öğretmen olduğumuzu tahmin ederek, öğretmen misiniz diye soruyorlar. Her alışverişte borca kalabilir önemli değil diyorlar.
        İlçeden gaz lambası, el feneri, pil, kuru yiyeceklerden azar azar, bir şişe gaz, mum, bir plastik bidon, küçük bir musluk, sürahi, yağ, bir miktar sebze meyve, ekmek vb. ihtiyaçları alarak Narlı istasyonuna oradan posta treni saat üçte Gaziantep yönüne gider. o trenle Salmanlı istasyonunda inip,  bir buçuk kilometre yaya olarak okula ulaşıyorum. Alınan eşyaları yerleştirip, aldığım plastik bidon ile az aşağıdaki köyün pınarından su getirip, çay demleyerek içiyorum. bu sırada birkaç kişi akşam yemeğine çağırdı. Lojmana bir alışayım daha çok geleceğim diye şakalaşarak gelenlere teşekkür ettim. Akşam için gaz lambasına gaz doldurup camını takıp duvardaki çiviye astım. Hava yavaş yavaş kararmaya başlıyor. Köy pınarından su çeken gençler, gelinler, kızlar ara sıra görülmeye başlıyor. Dere tarafından kurbağa vıraklamaları gittikçe artıyor. Gece sessizliğinde köyün yakınından geçen trenin lokomotifinin sesi ve  raylar üzerinde çıkardıkları ritmli sesler gecenin sessizliğini deliyor. lokomotif sesi ile birlikte tekerleklerinin ritmli sesleri aynı anda duyduğun zaman tren Gaziantep yönüne gidiyor diye yorumlama yapıyorsun. Raylardan çıkan ritmli sesler ağırlıkta olursa Narlı istikametine gidiyor. diyorum. Narlı yönüne giderken aşağı doğru lokomotif  zorlanmıyor sessiz gidiyor. Bazen  buharlı kara tren, bazen dizel motorlu trenler geçiyor. Bu sırada yarın yapacağım işleri planlayarak lojmanda ikinci gecemi geçiriyorum.
     Manisalı arkadaş meyil müddetini tam kullanmıştı sanırım, benden üç gün sonra geldi. Eylül ayı sonuna doğru bir zaman dilimindeyiz. Okula gelen öğrenci yok.İsmail Bey ile birlikte komşu köy öğretmenlerini tanımak için Guzkent köyündeki öğretmenle tanışmak için yola çıktık. Köyün bulunduğu istikameti ve yolunu köylülerden sorarak öğrendik. Aha şu tepenin ardında yakın dediler .Bağ tarlalarının arasındaki tozlu yollardan geçiyoruz. her adım atışımızda ince bir toz havalanıyor. pantolon paçalarımız dizimize kadar toza boyanmıştı. bağların arasını geçer geçmez daha önce tahıl ekilmiş hasat edilmiş bir alanda ilerliyoruz. Kuru bir sıcak var. karşıdan gelen birine gideceğimiz yeri sorduk aha şu burunu aşınca görünür dedi. ilerliyoruz. aha şu burun dediği yer gitmekle bitmiyor. belki yorulduk, belki de burada yaşayanlar için çok yakın bir yer olarak biliniyordur. Bir süre daha yürüyünce köyün evleri görünmeye başladı. Çevrede hiç ağaç yok. Dikenli taşlı bir yoldan ilerleyerek köyün girişine vardık. Köyün köpekleri havlamaya başladılar. Yabancı olduğumuzu sezmişlerdi. Biraz sonra birkaç kişi göründü köpeklere selendi köpekler kuyruk sallayarak oldukları yere çöktüler. Öğretmen olduğumuzu okula geçmek isteğimizi belirtince önümüze düşüp okulun girişine kadar getirdiler .
Öğretmen kaldığı lojmana dönüştürülmüş bir evden çıktı. Evet öğretmen yeni atanmıştı. hemen tanıdım. Düziçi İlk öğretmen Okulu mezunu, aynı okul mezunuyuz. Göksun Ericekli Talip Telli.Hoşbeş ten sonra hemen bir yemek hazırlığı yaptı.Makarna salata ayran, arkasından çay. bunca yoldan sonra bize çok mükemmel bir ziyafet olmuştu. bir müddet sohbetten sonra köyü dolaştık yapacaklarımızı planlamaya çalıştık. birbirimize destek olmamız gerektiği kanaatine vardık. köyün siyasi yapısı farklı. köyün kültür ve eğitim düzeyi çok kötü. . Salmanlı köyü buraya göre biraz daha farklı bir yapıya sahip. Tarikat mensupları buraya daha hakim. Tek öğretmenli tek dershaneli bir okulu var. Cahil kabadayıları daha fazla olduğu tespitini yapmış öğretmen. Talip Beyle  ilçeye veya ile giderken mutlaka bize uğrayarak haberleşmemiz konusunda anlaşarak vedalaştık. Aynı yolu takip ederek lojmana geliyoruz. Akşam yemek hazırlığını yapıp çaylarımızı içiyoruz. Farklı bölge ve kültürden geliyorduk ama asgari müşterekte birleşiyorduk. Aslında öğretmen okullarındaki değer yargılarımız aynı olunca anlaşmak çok kolay oluyordu. Öğrencilerin okula gelişleri bağ bozumundan sonra tamamlandığını öğreniyoruz. Bir hafta sonu da Salmanıpak köyündeki öğretmenlerle tanışmaya gitmeyi kararlaştırdık. Salmanıpak  Köyünün üç obadan oluştuğunu öğrendik. her üç obada da okul varmış. bir hafta sonunda  sabah kahvaltımızı yaptıktan sonra Salmanıpak köyüne doğru yola çıkıyoruz. Salmanlı köyünün güneyinden batıya doğru uzanan vadimsi bir alandan yürüyerek gidiyoruz . buralarda yetişen ağaçları görebiliyoruz az da olsa . kısa bir alan. aşağı doğru ilerledikçe yeşilliklerin kaybolduğu alana ulaşıyoruz. yoldan tahta tekerlekli arabalar geçmiş, izlerinden belli oluyor. Köye yaklaştığımızda okul binasını görüyoruz hemen. Doğru lojmanın kapısını çalıp tanışmak istedik öğretmenle. kapı arkasından tedirgin bir sesle kim o diye ses geldi. Komşu köyün öğretmenleriyiz deyince kapı açıldı. bizim yaşlarda, yeni atandığı her halinden belliydi. Yeni evli bir öğretmendi. içeri buyur etti. kahvelerimizi içerken bölge hakkında paylaşımlarımız oldu. öğretmen batı Anadoludan ve o bölge öğretmen okullarından mezun olmuştu. kendisi şehirde büyüdüğünü bu yöreye hiç ısınamayacağını belirtti. Eşi de tedirgin ve korkusu vardı. salmanıpak Kürtçe konuşan bir Kürt yerleşkesi idi. Ama iletişim kurulabilir bir halkı olduğu belli idi. Salmanlı köylüleri Salmanıpak için anlattıkları olumlu bir etki bırakmıştı bizde. Öğretmen yemek davetlerine gitmediğini, bir defa gitmiş yemekleri  elleri ile yediklerinden bahsetti. Bunun olmaması gerektiğini belirttim. Bir yanlışlık olmasın bu bölgenin Arap kültüründen etkilendiğini sanmıyorum dedim. Ancak pilavı yufka ekmekle kaşıksız yiyebilirler. Buna da sokum yaparak yeme derler. Bunun sebebi köylünün fazla tabağı olmaz, batıdaki gibi servis tabakları olmaz. Yemeklerin hepsi sofraya dizilir. pilav makarna varsa ortaya büyük bir tabakla konur. ancak sulu yemekler ayrı tabaklara konur, sulu yemeklerde kaşık  kullanılır. El ile yedikten sonra aynı şey değil mi dedi. Malesef bu yörenin yemek yeme kültürü de böyle dedim. Bizim o  taraflar da böyle bir şey olamaz. Ben şehirde büyüdüm ama köylerimiz de böyle olmaz dedi .Daha büyük sorunları olan köylerimiz var. Yakın bir mezrada toprak damın okul olarak kullanıldığını duydum tek öğretmen nasıl baş ediyor bilmiyoruz dedim. Vallahi sizi bilmem ama ben burada kalamayacağım herhalde dedi.

Biraz daha sohbetten sonra. oradan ayrıldık. Üç km. ötede İğdeli Köyünün okulu olduğunu öğrenmiştik. İğdeli Köyündeki okula vardık. buradaki okul biraz daha derli toplu görünüyor. İki lojman var. lojman önünde iki kişi oturuyor. Bizi karşıladılar hoş geldiniz kimsiniz nereye gidersiniz diyerek. Salmanlı köyü öğretmenliğine yeni atandığımızı belirtince oo hoş geldiniz tekrar dediler. Elbistanlı ve Göksunlu olduklarını, iki yıldır burada çalıştıklarını, dört yıllık öğretmen olduklarını öğreniyoruz. İki öğretmenlerinin daha olduğunu onların Gaziantep'e gittiklerini söylediler. Dört öğretmenli bir okul. Biraz konuşmadan sonra TÖBDER üyesi olduklarını belirttiler. siyasi olarak uyumlu olduğumuz da birleştik. Bize yıllık plan örneklerini verdiler. Her konuda yardımcı olacaklarını belirttiler. O gün bizi tekrar köye dönmemize izin vermediler.   Gaz lambasının ışığı altında geç saate kadar oturduk. . Bize tecrübelerini ve yapmamız gerekenleri açıkladılar. Geceyi orada geçirdik. Öğrenci devamsızlığı bu köyde de olurmuş. köylü hasat işini bitirmeden okula çocuğunu göndermiyormuş.

       Sabah kahvaltıdan sonra Salmanlı Köyüne doğru tekrar yola düşüyoruz. Güneş tam karşımızdan vuruyor. Gelişimiz iniş aşağı idi, şimdi yokuş yukarı çıkıyoruz. Köyler hakkında, öğretmenler hakkında, karşılaştığımız, insanlar hakkında  yorumlar yaparak yolu yarılamış olduk. Köyün alt tarafındaki küçük vadide küçük bir ağaç dibinde bir müddet dinlendikten sonra tekrar yola koyularak köyün girişine geliyoruz. Köyün orta kısmında iki çoban köpeği vardı. köpekler saldırgan bir tip olduğunu bildiğimizden köyün dışından gitmeyi düşündük. Bu saatte köpekler sürünün yanında olduğunu düşünerek köyün içinden geçmeye karar verdik. Evler birbirine yakın toprak damlı. Her evin bir avlusu var. avlular arası harç kullanılmadan taş duvarlarla ayrılmış. Evlerin alt katları ahır ve kümes olarak kullanılıyor. Üst katların tabanı da toprakla düzenlenmiş. Avluların bir köşesinde beş on tavuğun barınacağı kümesler yapılmış. bazı evlerin avlusunda bazı evlerin avlusu dışında hayvan gübreleri yığın edilmiş. Evler arasındaki yoldan ilerlerken tezek ve gübre kokusunu etkili bir şekilde hissediyoruz Köy içinde ıssızlık var. Herkes tarla işleri ile uğraşıyor. Köyde kalanlar yaşlılar. Duvar diplerinde veya ev terasında oturan yaşlılar karaltıya bakıp el sallıyorlar. Dar köy içi yoldan geçip okul bahçesine giriyoruz. Lojman önündeki akasya ağacının gölgesinde oturup çay yudumlamak her şeye değdi.
Kırk beş metre karelik lojmanın odasında biraz şekerleme yaptıktan sonra bir yıl boyunca neler yapabiliriz diye düşünüyoruz yorumlar yaptıktan sonra gece için gaz lambasının bakımını yapıp akşam atıştırmalıklar için menemen yapıyoruz.
ÇEVRE İNCELEMESİ
Akşamları gaz lambasının ışığında okullarımızdan bölgelerimizden birbirimizi bilgilendiriyoruz. zaman zaman köyün genel durumu ile ilgili değerlendirmelerde bulunuyoruz. Çevreyi tanımak ve çevre inceleme dosyasına ekleyeceğimiz bilgileri araştırıyoruz. Bazı geceler evlere gidip köylü ile sohbet ediyoruz. Havadan sudan, topraktan, bağlardan, çocuklardan konuşuyoruz. Bulunduğumuz evlerde on on beş kişi bulunurdu genellikle. Toplantı saatlerinde üzümden yapılan pestil, kuru üzüm, bastık, Antep fıstığı ikram edilir. Bilmeceler sorulur. Bazı günler destan, masal hikayeler anlatılır.
Günlük olaylarla ilgili konuşulur.  Ülke gündeminden konu açılır, tartışılır. Kurnazca soru sorarak siyasi yapımızı öğrenmek isterler. Zamanla öğrenirsiniz diyerek ölçülü davranıyoruz. Yaşlı, orta yaşlı ve genç kesimle ilgi kurmaya çalışıyoruz. Ülkenin siyasi durumu çok karışık bir durumda. Siyasi iktidarların değişim süreci, üniversite olayları, gençlik hareketleri, karşılıklı suçlamalar, tartışmalar süre gelmekte. Haberler pilli radyolardan mutlaka dinlenir. Her evde radyo yok, bazı evlerde var. Akşamları radyoları bulunan evlerde toplanılırdı.  Bizim de orta uzun ve kısa dalgalardan yayınları alabilen bir radyomuz var. Orta dalgadan Çukurova Radyosunu, az da olsa uzun dalgadan Ankara Radyosunu, kısa dalgadan meteoroloji veya polis radyosunu dinleyebiliyoruz. Cihazın iyi çekmesi için lojman önüne doğru uzatılmış bakır anten kullanıyoruz. Çevre ile iletişim sağlayacak bir mandolinimiz, gitarımız, sonradan bir de bağlamamız oldu.

 jüpiter marka on iki pozluk siyah beyaz fotoğraf çeken fotoğraf makinemiz. İsmail’in yeni aldığı bir daktilomuz var. İsmail, şiir ve öykü yazmaya eğimli idi. Makinemiz on iki pozluk olduğu için iktisatlı kullanıyoruz. Bizlerden önceki öğretmenlerden biri köylülerden birine el feneri kullanarak fotoğraf tap etmeyi öğretmiş. Ara ara gelir konuşuruz. Öğretmen okulunda bir yıl fotoğrafçılık kolunu çalışmalarını izlemiştim çağrışım yaptı. Birlikte birkaç tane tap yaptık.
Okullar açılmıştı ama okula devam eden öğrenci sayısı azdı. Bağ bozumu bitene kadar devamsızlık devam edermiş bu yörede. Fazla üstelemiyoruz yasal olmasa da.  Sürekli gelen öğrenciler, istasyon personellerinin çocukları ve köyün içinden birkaç öğrenci. Birinci ikinci sınıflar bir arada, üç dört ve beşinci sınıflar bir arada eğitim öğretim yapıyoruz. Üç dört beşler sabahçı, bir ve ikinci sınıflar öğleci.
Eylül ekim ayları köyün işlerinin yoğun olduğu aylar kışa hazırlıklar, bağ bozum işleri, pekmez yapımı, evlerin bakım onarım işleri yapılır. Kış gelmeden bunlar yapılmak zorunda.
Ekim ayının ortalarına doğru devamsızlıklar azalıyor. Kış basmadan biz de okulun ihtiyaçlarını karşılamak zorundayız. Pencere kepenklerinin bakımını, oynayan çivi yerleri laşkalaşan sıraların tamirini tamamlıyoruz boş zamanlarda. Bir yandan da çevre inceleme dosyamızı hazırlıyor yıllık planlarımız için ön çalışmalarını yapıyoruz.
Köyün nüfusu, kadın erkek sayısı, öğrenci sayısı, bu zamana kadar orta öğrenimine devam edebilen öğrenci sayısı, işçi sayısı(kadrolu çalışan) , köyün yaş ortalaması gibi verileri kaydediyoruz.
Seçimlerde Siyasi partilere göre oy dağılımları, örf adet ve gelenekleri kısaca belirliyor buna göre çalışmalarımızı planlamayı düşündük. Çevre incelemesi dosyası hazırlama zorunluluğumuz var stajerliğimizin kalkması için.  Ekim ayı sonunda çevre inceleme dosyamızı tamamladık. Bir yandan eğitim öğretim işi devam ediyor. Her geçen gün öğrenci sayısı artmaya başlıyor. Okulun hemen karşısında köyün pekmez yapım yeri mahseresi var. Üzümler gündüz toplanıyor ikindi vaktinden itibaren mahserede suyu çıkarılıp büyük bakır kazanlarda kaynatılıyor, pekmez toprağı denen bir toprak konuyor. Beyaz renkli olan bu Toprak üzümler daha ezilmeden işleme dahil ediliyor. Bu işleme kestirme deniyor. Toprak katma işlemiyle şıranın durulması, çökelti oluşturması ve üzümden gelen ekşiliğin alınması sağlanıyor. Toprak katılmayan pekmez ekşi ve bulanık görünümlü oluyor. Yaklaşık yüz kilogramlık üzüme üç dört kğ. Toprak katılıyor. Bu toprağa bölgelere göre ak toprak, marın,ve havara denmektedir.
Şıralar iyice kaynatılıyor, bu sürede oluşan köpükleşme savrula savrula  gideriliyor. Bu kaynatma işlemi gece geç saatlara kadar devam ediyor. Zaman zaman yapılan işleri izliyor onlara eşlik ediyoruz. Hocalar bizim işimizi de elimizden alacaksınız diye takılırlar. Hadi işleri değişelim diye  espiriler yapılıyor. Katı pekmezler tahtadan yapılmış külek denen kaplara yapılıyor. Bir , iki, üç.  Kg.lık  küleklere, 20 litrelik tenekelere konuyor. Pestiller, bastıklar, cevizli sucuklar hazırlanıyor. İşler tamamlandıktan sonra hane halkının istikakı ayrıldıktan sonra, kalanı satılır diğer ihtiyaçlar alınır.

Bu arada okulda Cumhuriyet bayramını kutlamak için şiirler ezberleniyor, mandolin eşliğinde şarkılar söylüyoruz, yarışmalar tasarlanıyor. Yarışmaları öğrenciler kendileri organize etmek istediler dedikleri de oldu. Bayram günü sınıfı okul bahçesini süslediler tam bayram havasında. Epey de katılım oldu.


Kasımın ilk haftası öğrencilerin tamamı geliyor artık. Beşinci sınıflardaki öğrencilerimiz bayağı büyükler.  Bunlarla birlikte okulun badanasını yapmaya karar verdik. On Kasım günü Atatürk’ü Anma programından sonra saat on bir gibi  öğrencilerle sınıfın badana işine başladık. Biz tavanları öğrenciler alt kısımları badana yapıyorlar. Kireç damlaları yüzlerimize üstümüze damlıyor. Birbirimize bakıp gülüşerek işimize devam ediyoruz.
 Öğle saatlerinde düzgün giyimli iki  kişi kapıdan içeri girdi.
- Kolay gelsin ne yapıyorsunuz? dedi biri. Diğeri badana yapıyorlar işte diye takıldı.
 Bana hitaben
- öğretmenler nerede? Buralarda ise çağırın okula gelsin dedi.
 Herhalde komşu köylerden öğretmen arkadaşlardır diye düşündüm. Kısa bir bakışma. Biz öğretmeniz dedik. Hadi oğlum dalgayı bırakın öğretmenleri çağır dedi.
Badana fırçasını bir kenara bırakıp elimi bezle sildikten sonra biz yeni atandık, programdan sonra öğrencilerle badana yapıyoruz. Yanıtını verdim. Elimi uzatarak hoş geldiniz deyip lojmana buyur ettik. Bu saatte geldiğinize göre açsınızdır.  Kahvaltıvari bir şeyler atıştıralım. Diyerek çay koyduk. Diğer arkadaşla nöbetleşe  idare ediyoruz durumu.
Yemekten sonra diğer köye geçeceğiz soracağınız bir şey var mı dosyanızı hazırlayın baharda geliriz merkezde bir sınıfta dersinizi dinleyeceğiz stajerlik için.  Fakat ben sizlere güveniyorum, hiç bir şeyi kafayı takmayın dedi biri. Diğeri şubatta kontrole geliriz dedi. Neyini kontrol edeceksin bunlar ne yapacağını bizden iyi biliyor diye karşılık verdi. Vedalaştık görüşmek üzere.
O gün badana bitti ertesi gün sınıf temizlendi. Adamlar bize gaz mı verdi? Kendi işlerini mi kolaylaştırdılar diye yorum yapıyoruz. Ama doğru bildiğimizi yapmak bizi rahatlatmıştı.
Pazarcık’ın ova köylerini görmemiz gerek. Orada okul arkadaşlarımız var. Hüseyin kısacık, Mehmet Esnik' in ova köylerinde olduğunu biliyoruz. İsmail'in  arkadaşı canan Gaziantep tarafında bir köyde onunla da bağlantı kuracağız. Sonra Gaziantep’ e gitmeliyiz deşarj olmakta gerekiyor. Zaman zaman çemberden dışarı çıkın teğeti görün diyor bizden öncekiler.


Bir hafta sonu köyde, ikinci hafta sonu gereksinimlerimizi karşılamak için  Kahramanmaraş, Gaziantep veya Pazarcık'a gidiyoruz. Buralara gitmek için her zaman Salmanlı tren istasyonundan çıkış yapmak zorundayız. Köye kara yolu ile ulaşım yok. Var olan yollar bozuk, kışın macun gibi bulaşan çamurdan gidilmez. Zaten herhangi bir araçta çalışmıyor. Traktörü olanlar işi olduklarında traktörle giderler. Köyde Şıho Dayının oğlu, köylünün Kör Bekir dediği, Bekir Bilici nin  480 lik traktörü vardı. Bekir  Abi nin gözünün biri tüfek tepmesi sonucu kör olmuş. Kör Bekir'in babası Şıho DAYI baba adamdı. Herkes severdi. Oğlu Bekir'i de çevre köylüler de çok iyi tanıyorlar.  Traktörü ile civardaki kişilerin işini yaptığından her köyde tanınıyordu. Kör Bekir, babası ile aynı evde kalır, dört tane de çocuğu var. Hafta da bir gün mutlaka bizi yemeğe davet ederdi. Şıho dayının  askerlik anılarını bol bol, bir daha bir daha dinlerdik. Anlatırken hep gülümserdi sıkılmazdık.

Salmanlı İstasyonu yolcu trenlerinin geliş gidiş saatlerinde kalabalıklaşır. Üç köyün yolcusu burada buluşur ayrılırlar. istasyonda Şef, hareket memuru, iki makasçı, iki yol çavuşu, iki yol bekçisi, ayrıca yol bakım işçileri var. personel için beş tane lojman bulunuyor. Şef, hareket memuru ve makasçılar vardiyalı çalışırlar. iki personel sürekli istasyon hareket memurluğu odasında bulunur. Zaman zaman akşamları geç saatlere kadar biz de onlara eşlik ederiz. Geniş tahta masa üzerinde, mors alfabesi ile yazışma sağlanan bir telgraf makinesi, okullardaki kütük defterini andıran istasyon tren seyir defteri, mors alfabesi ile yazılmış  telgraf makinesi çıktılarının sarıldığı makara. Akşamları buraya gelir tavla, dama,  kağıt , domino ve kağıt oyunları oynar sohbet ederiz. Telgraf makinesinin sesi hiç durmuyor. personel sesin tıkırtısından haberleşme konusunu anlar , bazen aniden kalkar mors alfabesini kullanarak yazışır. Oyuna, sohbete kaldığı yerden devam eder.



Farklı bölgelerden gelip bir aradayız. Adana Düziçili, Manisa Sarıgöllü, Urfa Akçakaleli, Afyonlu, Gaziantepli, Mersin Tarsuslu. Zaman zaman yöresel şive konuşulmaya başlanır  sohbet koyulaşınca. Fıkralar espiriler yaparak an ve gün  tamamlamaya çalışılıyor. Saat on ikiye doğru biz köy yollanır. onlar nöbete devam eder. Ellerimizde iki ve üç pille çalışan el fenerleri ile bir buçuk iki km. ötedeki okul yoluna yöneldik. El fenerlerini üçer dakika ara ile dönüşümlü yakıyoruz pilleri çabuk bitmesin diye.  Ay ışığı yok zifiri karanlık. Bu karanlıkta el fenerimiz sanki güçlü bir projektör gibi aydınlatıyor önümüzü. Köye yaklaşınca birkaç tane köpek havlayarak bize doğru yaklaştı. Köyün köpeklerini de sesinden ayırt eder olduk. Yaklaştıklarında ses verdik  sustular. Onlarda bizi tanımış herhalde. Ya da  tehlikeli görmediler. Köyün meydan çeşmesinin yanına geldiğimizde daha önceden istasyona geçerken bir kenara koyduğumuz su bidonlarını doldurup, suyumuzu içiyoruz. Pınarın oluğundan akan su önündeki kapdaca dökülürken çıkardığı ses gecenin sessizliğinde güçlü bir su akıyormuş duygusu yaratıyor. Kısa bir süre bu sesi oturup dinledikten sonra, dik yokuşu ellerimizdeki su bidonları ile tırmanarak lojmana geçip hemen uykuya daldık.

Bir hafta sonu Pazarcık'ın ova köylerine uğrak yapıyoruz. köylere ulaşım ya sabah çıkıp akşam dönen minibüslerle ya da özel taksi çalıştıranlarla anlaşarak sağlanıyor. Narlı'nın güneybatı ve batısı geniş bir ovaya sahip. Bu ova uzantısı Kahramanmaraş, Türkoğlu, Nurdağ'a kadar uzanıp Amanoslara dayanır. Daha güneyden Fevzipaşa, İslahiye, Hassa, Kırıkhan, Topboğazı,  Amik ovasından Antakya'ya kadar gider. Verimli bir toprak yapısına sahip buraları. Bir çok bölgeleri bakir işlenmeye müsait.  Bazı yerlerinde tarlalar aralarından akan küçük küçük akarsular bulunur. Bir bölümü, Lübnan'dan doğup, Suriye topraklarından geçerek Ülkemize giren Asi ırmağı da bu havzada bulunuyor. Köyler arası yollar stabilize veya ham yollardır. kışın yağmur alınca bazen traktörler bile buralarda çamurdan çıkmakta zorlanırlar. Bu topraklar işlendiği zaman güney doğunun ve doğu Akdeniz bölgesinin  ihtiyacını önemli ölçüde karşılayabilir. Bu ovada yetişen pamuk kalitesinin yüksek olduğu söylenmektedir. Ayrıca buğday, arpa, mercimek ve nohut ekimi yapılmaktadır. Amık Ovasına doğru olan yerlerde çeltik ekimi, havuç ,biber, patlıcan, domates salatalık gibi sebze yetiştirme işleri yapılmaktadır.
Düziçi öğretmen okulunda  aynı sınıflarda okuduğumuz Hüseyin kısacık' ın atanmış olduğu Bezolar köyüne varıyoruz. üç dört öğretmenli. iki  odalı sonradan lojmana dönüştürülmüş bir yerde kalıyor. gece geç vakte kadar sohbete devam ediyoruz.. Okulun ihtiyaçlarını, özel ihtiyaçları nasıl karşıladığından, çalışan öğretmenlerden konuşuldu. Bir bayan öğretmenin Pazarcıklı olduğunu, hafta sonları onun bulunmadığını, zaman zaman olta ile balık tutmaya köyün gençleriyle gittiğini, köyü tanımaya devam ettiğini anlatıyor. Gaz lambasının haznesindeki gaz bitmiş, fitilin yanık kokusu etrafı sarınca yatmaya karar veriyoruz. Bir ranza var, üç kişiyiz. İsmail'i ranzaya yatırıyoruz. İkimiz yer yatağı hazırlayıp uzanıyoruz yere. Bir süre daha karanlıkta yatak içinde sohbet devam etti. Deliksiz uyumuşuz sabaha kadar. Rahatlıktan mı, yoksa yorgunluktan mı, bir yorumda bulunmak güç.
Sabah kahvaltısında da yorumlamalar devam ediyor. Bölge insanı tarımla uğraşır. Bir çok kişi yurt dışına gitmiş çalışmaya.
Daha ilerideki köye atanan Mehmet Esnik' in yanına uğramayı planlamıştık bu hafta sonu Haruniye 'ye gittiğini öğrendik. O köyün daha büyük olduğu söyleniyor. Kullanımı ve tapusu okula ait, okulun bir tarlası var. Bu tarlayı öğretmenler eker biçer değerlendirir,  Gelirinden masraflar düştükten sonra okulun ihtiyaçlarını karşılar, kalan para pay edilirmiş.
 Geçmişlerden konu açılıyor kendiliğinden. Aynı mahallede top koşturup, ihtiyaç olsun olmasın bahçelerden meyve aşırıp,  toplu olarak mahalle gençleri ile birlikte yerdik aldıklarımızı. Okunan  teksas, tommisk, kaptan swing, kitaplardaki kahramanlardan konuşulurdu halka şeklinde otururken. İlerideki yaşlarda, okuduğumuz yerli ve yabancı yazarların roman, öykü, fıkra kitaplarından bahsederdik. Siyasi tartışmalara katılırdık ülke gündemi ile ilgili. Dünya siyasetine girilirdi Türkiye siyasetinden sonra. Paylaşım sürer giderdi. Öğretmen okullarında bütünlemeye kalmadan sınıf geçenler arasından kura çekilir belli sayıda öğrenci yaz kamplarına gönderilirdi.  bu kamp bölgelerine farklı bölgelerde bulunan öğretmen okullarından da öğrenciler de gelir kaynaşır idik. Kamp yerinin düzenlenmesini öğrenciler yapardı. Çadırlar kurulur her çadırda üç  dört ranza olurdu. On beş günlük sürede etkinlikler herkes becerisini sergilerdi. Silifke Akkum'da kap yeri vardı. İvriz Öğretmen okulundan, Gölbaşı Öğretmen okulundan, Düziçi öğretmen okulundan, Aksu öğretmen Okulundan katılanlar vardı. O yazın orada kaldığımızın ikinci haftası sonuna doğru güvenlik gerekçesi ile kamptakiler erken yollandı evlerine.

 Kıbrıs Barış Harekatı başlamıştı. Bir çoğumuz eve gitmeyip o yörelerde iş ayarlayıp çalışmıştık. Sanırım dört kişi birlikte İskenderun'a geçip  Karayılan bölgesindeki İskenderun Çimento fabrikasının temelinde çalışıyoruz. Geceleri şantiyenin baraka koğuşlarında yatıyoruz. sıcak toz ikisi bir arada olunca iş iyice yoruyor. çalışanların listesini tutuyor işçi çavuşu ve şantiye sorumlusu ile çalışma alanlarına dağılımı yapıyoruz. çimento ve demir yüklü kamyonların biri gelip biri gidiyor. Gelen çimento torbalarını indiren işçi grubu ayrı diğer kesimlerde çalışan işçiler ayrıdır. Aldığı ücretler de farklıdır. Şantiye şefi diğer alanda çalışan işçileri de çimento indirimine yolladı. isteksizce öğleye kadar çalıştılar. öğle yemeği molası verildi. yemek saati yemek dağıtımı yapılacak ama işçilerin elini yıkayacak su yok.  Su gelmeden kimse yemeğe geçmedi. bu seferlik idare edin akşama gelecek su demeyi hiç utanmadan gerçekleştirdi işveren temsilcisi. işçinin çoğunluğu o gün öğleden sonra çalışmadı. büyük tankerlerle su geldikten sonra işbaşı yaptılar. akşam koğuşta tartışma sürüp gitti. herkesin çalıştığı alana göre ücret belirlenmesi için komite kuralım dendi. Duş yeri ve yemeklerin durumu konuşuldu. kendiliğinden birleşme örgütlenme başlıyor. Sendika bilinci oluşuyordu. Bir aylık süre içinde kısmen düzene girmeye başlamıştı. Ağustos ayının son haftası ücretlerimizi alarak işten ayrılıp okul için hazırlık yapmıştık. Diye anlatım ile konuyu kapatıyoruz.  Pazarcık'ta buluşmak üzere Bezolar köyünden ayrılıyoruz.


ZOR VE GÜZEL SORULAR.
Salmanlı, İğdeli, Cimikanlı, Ufacıklı köyleri birbirlerine sınır komşusu olan  köylerdir. Aralarında küçük yerleşim yerleri, mezra ve obalar bulunmaktadır. Salmanlı istasyonunda inildiği zaman hemen batı yöne dönüp bakıldığında dağ eteğinde kurulmuş bir yerleşim yeridir. Yöre köylerinin bazılarında Türkçe Bazılarında Kürtçe konuşulur. Salmanlı, Ufacıklı ve Guzkent Türkçe, İğdeli, Cimikanlı, Salmanıpak Kürtçe konuşmaktadır.
Kasım ayı ortasından itibaren okulun tüm öğrencileri devamlılık sağlamaya başladı. Ancak bir iki öğrenci ilköğretim yaş sınırını geçtiğinden sürekli devamsız. Önceki yıllarda burada görev yapan öğretmenler kız çocuklarının okula gelmelerini sağlamışlar, kız erkek sayısı dengeli. İlkokulu bitirdikten sonra orta öğrenime  Gaziantep'te devam devam etmiş öğrenciler bulunmaktadır. öğretmenlik bölümünde iki kişi, ticari ilimler akademisinde bir kişi, kız meslek lisesinde iki kişi öğrenimine devam etmektedir. Ayrıca lise öğrenimine devam eden öğrenci sayısında artış görülmektedir. Gaziantep veya Kahramanmaraş'ta yakınları olanlar bu illerde orta okul ve lise öğrenimlerini sürdürmektedir. Daha çok Gaziantep ile bağlantısı var köy halkının. İş olanaklarını o bölgede yakaladıkları ve ulaşım kolaylığı olduğu için. Küçük baş hayvancılık, bağcılık ve az da olsa Antep fıstığı yetiştiriciliği yapılmaktadır. Demir yollarında yol işçiliği, yol bekçiliği görevinde bulunanlar vardır.
Şubat tatiline kadar geçen süre içinde çevreyi tamamen tanımış olduk. Çevredeki öğretmenlerle ilde ilçede buluşup paylaşımda bulunuyoruz. Okulda günlük gazete bulundurmaya çalışıyoruz bir gün gecikmeli. İstasyon personeli Narlı veya Gaziantep'ten getirtir, ertesi gün bunları okula getirir öğrencimiz. Güncel haber ve olaylardan haberdar olurdu öğrenciler. Bisküvi kutularına haftalık olarak birikirdi gazeteler. İstasyonda ilk karşılaştığım kumral saçlı Ramazan bir şey sormak itiyorum öğretmenim diyerek söz istedi.
- Öğretmenim Hiroşima, Nagazaki nerede? Dedi. Şaşırdım soruya.
-Ne olmuş niçin sordun? Deyince
-Oralara bombalar atılmış çok insan ölmüş. Dedi.
İletişimimin, basının önemini anlatan bir olaydı bu soru.
Atlasları çıkarıp Nagazaki ve Hiroşima'nın dünya haritası üzerindeki yerini buldurup buraya bombaları bırakan Amerika'nın yerini de buluyoruz.
Seviyelerine göre bu olayı açıklıyorum. Büyük bir dikkatle dinlediler, sanırım bunu hiç unutmayacaklar. Daha sonra okumaya devam ettiler gazeteleri. Kimi bulmacasına, kimi spor sayfasına, kimileri büyük yazı ve resimlerine baktılar. kutuya koydular gazeteleri. Açıklamakta en çok zorlandığım sorular, öğrenci olayları ve çatışma haberleri ile ilgili sorulardı. Çünkü toplum her gün biraz daha ayrıştırılıp, kutuplaştırılıyor.
İkinci haftaya yeni gazeteler konur kutuya, eskilerle soba tutuşturulur.
 Sınıf sobamız tenekeden epey de büyükçe. Daha sonra tuğlalı soba almıştık. Yakacak olarak öğrenci ve köylünün getirdiği odunları kullanıyoruz. Okulun kuzey yönüne bakan kısmında pencere yok. poyrazdan etkilenmiyor fazla. Doğu ve batı kısmı pencereli. güney tarafından girilir içerisine. Bir müdür odası, araç odası ve bir dersliği bulunmaktadır. Okul bahçesi mevcuda göre oldukça yeterli. okulun çevresindeki çağıl denilen duvar köy halkı ve öğrenciler tarafından örülmüş. Üzerine dikenli çalılar yerleştirilmiş, üstüne çıkıp devrilmesini önlemek için. En çok ta keçiler için alınmış bir önlem. Keçiler nerede bir yüksek yer varsa oraya çıkar iner.

Narlı Gaziantep demir yolu hattı üzerindeki Salmanlı istasyonu ile okul arası  bir kilometre. 
Okul lojmanında diğer öğretmen arkadaşım İsmail Manisalı, Gökçeada İlk öğretmen okulundan, ben Düziçi İlk öğretmen Okulundan bu köye atamamız yapılmıştı.. İsmail akşamları geç yatar,ben sabahları erken kalkardım. Sabahları sınıfın sobasını yakmak için erken kalkardım. bir sabah kırk beş metrekarelik lojmanın önünde çayımı yudumlarken, demir yolu bekçisi Vakkas Usta geçiyordu lojmanın yan tarafından. 
-  Vakkas Abi bir çayımı iç git diye seslendim.
-Aman Hocam çayı dönüşte içerim. Yolun kontrolünü erken yapayım, ne olur ne olmaz. Yolun sorumluluğu var. Diyerek koşarcasına işine gitmişti Vakkas Abi. Elinde kocaman cıvata anahtarı,sırtındaki yiyecek ve kestane fişeği torbasıyla.
Yakar top ve voleybol oynanır okul bahçesinde. Ağaçtan file direkleri. Filesi köşker ipi ve sicim kullanılarak yapılmış okul bahçesinde örülmüş belli. Sürekli kalmaz ortada ihtiyaç duyulunca bağlanır direklere.
KOMÜNİST DİYORLAR, AMA O DA AYNI BİZE BENZİYOR
1975-1976 Öğretim yılı boyunca meslekteki ilk görev yılımız olmasına rağmen yıllarca tecrübemiz varmış gibi acemilik çekmeden çalışmalarımızı sürdürüyoruz. On sekiz on dokuz yaşlarındayız. Hata yapma şansı yüksek, cesaret ve kendimize güven yerinde. Ders araç ve gereçlerini temin etmede zorlansak da tamamlamaya çalışılıyor. Eğitim öğretim çalışmaları akıp gidiyor. Sorunlar paylaştıkça tartıştıkça çözülüyor. Mevcut koşullar içerisinde bir adımda olsa ilerlemek, durağan olmamak gerekiyor. Sınıflardaki öğrenciler arasında öne çıkanlar oluyor, yetenek farklılıkları belirmeye başlıyor. Ramazan, Önder, Murat, Mustafa  Fazilet ve kardeşi okuyan sorgulayan bir yapıya sahipler. Ayrıca el becerileri olan Mahmut, İrfan kendini göstermeye başladılar. Yarıyıl tatili sonrası herkesin daha istekli görünmesi işimizi daha da kolaylaştırdı. Coşkulu bir Ulusal Egemenlik Bayramı kutlandı. Mayıs ayı köylünün tarla işlerinin yoğunlaşmaya başladığı aylardır. Öğrenci devamsızlığı,dördüncü, beşinci sınıflarda var olmaya başlar. Mayıs ayı ortalarından sonra yıl sonu işleri tamamlanır.

Okulların yaz tatiline girmesiyle köylerden öğretmenlerin çoğunluğu çekilir. Memleketlerine döner. Karşılaştıkları sorunları ve çözümleri anlatılırken çevresine daha da güçlü hisseder kendini. Bazılarının yorgunluğu yüzüne vurur anlatmasa da. Evlilik hazırlıkları, aile ihtiyaçları, aile büyüklerinin sorunları ile ilgileniyor çoğu. Az da olsa kendine de zaman ayırır. Genellikle böyledir bu kuşak, kendisinden öncekiler gibi. Yetiştiği, geldiği ortam böyle gerektirir.
Atanmış olduğu yerden ayrılmak isteyenler karşılıklı olarak yer değiştirme ile uğraşırlar. Ama bir yılı göze alacak. Stajyerlik ortadan kalkacak.
Ülkede siyasi ve toplumsal olaylar gittikçe hız kazanıyor. Tartışmalar yerini çatışmalara bırakmaya başlıyor artık. Toplum ayrıştıkça ayrışıyor.
Halk içinde, bir komünizm sosyalizm korkusu salınıyor. Milliyetçilik ve din olgusunu sürekli öne çıkarma faaliyetleri başın alıp gidiyor.
Bölgelere göre Alevî Sünnî, Kürt Türk, ayrışması yaşanıyor. Sanki yıllardır bir arada yaşanmamış gibi.
Ülke sorunları üzerine görüş bildiren, iktidarı, düzeni eleştiren Amerika emperyalist katil diyen, ya anarşist ya da komünistler. İşçi haklarını savunmak, sendika ve meslek örgütü ile uğraşanlar takip altında. Kurulan meslek örgütlerinin karşısına daha başka bir meslek örgütünün kurulması bir iki ay içinde gerçekleşiyor.
Okunan kitaplar gazeteler araştırılıyor. Sol içerik çağrıştıran kitapların yasaklanması. Elinde bulunduranların yasa dışı örgüt üyesi olarak suçlanması gibi uygulamalar çoğalıyor. Özellikle de üniversitelerde, liselerde bu tür uygulamalar daha yoğunlaşıyor.
Sosyal ve kültürel açıdan düşük seviyede olan yerlerde Dinî ve millî değerler suistimal edilip çıkar amaçlı kullanılıyor. Bu durumdan siyasi ve ekonomik rant elde eden bir kesim oluşuyor. Bütün bu gelişmeler  her kesimde olduğu gibi öğretmenlerin çalışmasını da güçleştiriyor.
Özellikle de dar kadrolu küçük yerleşim yerlerinde zorluklar ve engellemelerle karşılaşıyor. Belli guruplarca o bölgede etiketlenenler için yargısız infaz yolları araştırılır. Bu durum korkunç bir durum. Nereden, kimden ne geleceğini kestiremezsiniz.
ikinci dönem başladı. uzun süre köyden çıkmayınca değişiklik arıyoruz. Kahramanmaraş'ın Afşin ve Elbistan ilçelerini görmek istedik. O yöreye atanan tanıdık öğretmenler var.  Afşin ile Elbistan arasında Çoğulhan kasabasına atanan Ahmet Kaya, Alemdar köyüne atanan Duran Önder var. Hafta sonunu da içine alan bir tatil gününde  O bölgeye gitmeyi planladık. Pazarcık'tan Kahramanmaraş otogarına geliyoruz Bezolar'daki Hüseyin ile.  Margurus marka bir otobüste yerimizi aldık. otobüs dolu ayakta yolcu da var. Aralara oturma yerleri hasırdan örülmüş, siyah şerit kayışlarla desteklenmiş tabureler konuldu ayaktakiler için. Şehirden horuldayarak çıkıyor otobüs. Aksu ırmağı üzerindeki köprüden geçerek Alikayalarına doğru yöneliyor. Kaya diplerinden, derin vadilerden geçerek tırmanışa geçiyor otobüs horultularla. Tekir denilen yerde yemek ve ihtiyaç molası veriliyor. Buradaki lokanta görevlilerinin anonsunu dinliyoruz.
-Sayın yolcular, otobüsünüz yemek ve ihtiyaç molası vermiştir. Müessesemizde kebap ve yemekler var. Çaylar şirketten olup, tuvaletler yan taraftadır afiyet olsun efendim.
Anonsun yapılış şekli  Adana - Ankara yolu üzerinde bulunan mola yerlerinde de aynı. Hızlı ve yuvarlayarak konuşulur, söylenenler de tam anlaşılmaz.
Moladan sonra bir süre daha rampa çıkıyoruz. Afşin'de inip oradan Çoğulhan kasabasına geldik. Çoğulhan Elbistan Ovasında büyük yerleşkelerden biri. kavak ağaçları meyve bahçeleri hemen göze çarpıyor. Okula varıp Ahmet'i sorduk. Kaldığı lojmanı gösterdiler. Lojmanları bizimkilere göre daha iyi görünüyor. Bu geceyi burada geçireceğiz.  Gelirken gazetelerden Cumhuriyet, Milliyet, Yeni Ortam gazetelerini de alıp getirmiştik. Gazeteleri kaldırın bizim öğretmenler gelir şimdi onlar görmesin bu gazeteleri beni zora sokarsınız. Buradakiler biraz ters, gençlerden size de zarar gelebilir deyince çok şaşırdık. Şaşırıp kalmıştık. Tespit kendisinin olduğu için bir tepki vermedik. Akşam ziyarete geldiler kontrol için belli oldu. Havadan sudan, yörelerden konuları yüzeysel geçiştirerek iki saatlik  süreyi tamamladık.  Onlar gittikten bir müddet sonra yattık. Sabah kahvaltıdan sonra Duran'ın görev yaptığı Alemdar köyüne gitmeyi kararlaştırdık. Alemdar köyü için Ahmet'e gelmeye bilirsin biz akşama döneriz dedik. Duran'ın kaldığı yerin müsait olmadığını belirtmişti bize. Onu için akşama geri döneceğiz. Alemdar  kuzey yönünde bakınca görünüyor. Yürüyerek ilerliyoruz. bir müddet sonra iş makineleri göründü ileride.  Termik santrali  kurulacakmış buraya. Alemdar köyünü'nün evleri net görülmeye başladı.  Toprak evler, ağaç yok. Bir süre daha yürüdükten sonra köyün girişinde köpekler karşıladı bizi. Yaşlı bir amca köpeklere hoşşt diye seslendi. Durdu köpekler. Kimsiniz ne arasınız? sorusuna okula gideceğiz diye yanıt verdik. Okulun yerini tarif etti.  Okul  köyün evlerinin kuzeyinde girişten görünmüyor. Öğretmen Köy içinde toprak evde  kalıyormuş. Arayıp buluyoruz Duran'ı. Başından geçenleri anlattı bir bir dinledik. köyün içini gezmeye çıktık üçümüz. Köyün çeşmesi ve okulun bulunduğu yerlere doğru.  Çeşmeden su doldurup gelen kızlar kadınlar var ellerinde bakraçlarla. Bizi geçtikten sonra konuşuyorlar birbirleri ile.
-Anam yeni öğretmene gominis diyolar,  amma o da aynı bizim gibi. Sözünü duyduk. Arkamıza hiç bakmadık, duymazlıktan geldik. Köyün dışına doğru yürüdük. O konuşmayı duydunuz. Şimdi beni anladınız herhalde. Buradan  daha ilerde Berçenek köyü var, bayağı uzak oraya gidemeyiz. Yolları kışın çamur, yazın çok tozlu olurmuş. Demek ki Mahsuni onun için ÖLÜM BİZİM İÇİN TOZLU YOL OLUR demiş. diye anlatıyor Duran. Biz de sözünü kesmeden dinliyoruz.
Etrafa bakınca Elbistan ovasının büyüklüğünü hissediyoruz. Kışın kar da yağar kalırmış epeyce buralarda.  Elbistan tarafına doğru buğday, arpa, şeker pancarı çok ekilir imiş.
ikindi vakti  Duran öğretmen ile vedalaşıp, Alemdar köyünden Çoğulhan'a tekrar geldik. Ertesi  sabah Elbistan'a uğrayıp, Kahramanmaraş ve Pazarcık. Yol boyunca yöreleri değerlendirme fırsatımız oldu.

1975-1976 eğitim öğretim yılında Pazarcık ilçesinde görev yapan öğretmenlerin çoğunu tanıma fırsatı bulmuş olduk. Her okulun, her köyün kendine özgü sorunları var. Fakat ülkede olagelen olaylar gittikçe çığırından çıkıyor. Olaylar kendiliğinden ortaya çıkıyormuş gibi görüntü var. Mezhep tartışması, milliyet tartışması, siyasi parti çekişmeleri sürüp gidiyor. Güncel olaylar ile ilgili gelişmeleri öğrenciler soruyor, sorguluyor. Bazen açıklamakta zorlanıyoruz. Bütün gelişmeler gösteriyor kurgu olduğunu, birazcık irdelenirse.
Öğretmenler Hafta sonları veya maaş alma günü bir araya gelip paylaşımları olur birbirlerine. Hem ülke Türkiye,hem dünya gündemi konuşulur. Bireysel olarak özeller konuşulur.
Salmanlı da bir yılı bitirip ikinci yıla başladık. Stajyerlik kalktı. Bazı özlük haklarımızın arttığını biliyoruz. Öğretmen okulunda Teşkilat ve İdare, uygulama derslerinde öğrenmiştik birçoğunu. Yasal haklar ve hak arama, şikayet konuları üzerinde bilgi birikimi az çok var. İller idaresi kanununun bazı bölümleri öğretilmişti. ilköğretim ile, köy ve kasabalar ile ilgili kanunlar hakkında az veyahut çok bilgi sahibi olurduk.
Teşkilat ve idare dersinde okul müdürü Nevzat Süğür, bir ara Edebiyat dersimize kısa bir süre giren Mehmet Yaman, hep derdi.
 Hukuk temeldir, daha sonra yasa, yönetmenlik değişkendir değişir. Siz hukuka göre hareket edin derdi. Bunları dinlerken, biz hukukçu mu olacağız öğretmen mi diye takılır idik. Hayır bunları bileceksiniz diye çıkışırlar idi. Nevzat Süğür'ün yazılılarda 1. Sorusu, Aşağıda özellikleri anlatılan bir köye vardığınızda ilk yapacaklarınızı yazınız. Not değeri dört puan. Gibi sorularla işlemişler kalıcılık için. Fakat bazen yasanın kuralın işlemediği olaylar karşısında zorlanıyoruz. İşte o zaman eğitim ve örgütlülük devrede olması gerekiyor, yoksa dişliler arasında sıkışıp gidersin. Bazen yalınız hissedersin.
 Cinayetler, olaylar sürüp gidiyor. Gruplaşma, ayrışma alabildiğince. Tam o  sıralarda Planet marka bir motorsikletli, Pazarcık tarafından  köye geliyor. Köy içinde karşılaştığı kişilere: Pazarcık in içinde çatışma çıkacakmış,  deyip Narlı yönünde gitmiş. Bu şahsı ne tanıyan nede daha önce gören.  Dedi kodu kulaktan kulağa aktarılmış, kimisi Kürt Türk, kimileri Alevî Sünnî çatışması olacakmış diyerek köye yayılıyor.
Bizde gitmeliyiz yardıma, sorup soruşturmalı gibi galeyana getirici çıkışlar oluyor.  Muhtar yanında bir iki kişi ile okul bahçe  duvarı kapısından geçerek yanımıza geldiler. Muhtarımız olgun bir kişi. Sinirlenmez fazla. Muhtar Hacı Mehmet, Şıho Dayı, Hüseyin Amca konuyu açtılar. Bu nasıl iş, aslı astarı var mı bunun diyerek kaygılarını paylaştılar. Olmaz böyle bir şey. olsa bile siz şimdi, Cimikanlılı Tako Salman ile tuzunuz ekmeğiniz oldu onunla damı karşı karşıya geleceksiniz. Yukarıda şafi Kürtler var şimdi onlar hangi tarafta yer alsın. Haydi oldu diyelim , asker var polis var önler olacakları diyerek uğurluyoruz.
Daha sonraki haftalarda öğreniyoruz ki, o motorsikletli birkaç köyde görülmüş. Meçhul bir kişi, bilen tanıyan, tekrardan gören yok.
Tehlikeli bir gidiş, böyle bir durum Pazarcık'ı yok eder. Çünkü bu ilçe de Kürt Türk köyleri iç içe, üretim ilişkileri bağlantılı, aileler arası evlilikler gerçekleşmiş.
Bir süre devam etti dedikodular. Daha sonra sönmeye başladı, üstü kapatıldı.
Aynı günlerde milli eğitim içinde de karmaşa artarak devam ediyor.
Mayıs ayında il dışı tayin dilekçemde  Hatay ilini istediğimi belirtiyorum. Ağustos ayı sonlarında atamalar belli olur.  Bulunduğu okulda İki öğretim yılını dolduran öğretmen tayin isteğinde bulunabilir. İbaresi atama yönetmenliğinde var.
İlk iki yıl bu bölgeyi tanımış oldum. Eylül ayında Hatay il emrine atamam yapıldı. Bir hafta sonra da il içi yerleştirmede Samandağ merkez Necatibey ilkokulu olarak öğreniyorum. Pazarcık Salmanlı Köyü ile vedalaşarak ilişiğimi kesiyorum.

(2019 ekim ayında tekrar buraya uğradığımda köy nüfusu iyice azalmış. Köyün içine girip etrafa bakınırken  öğrencim İrfan Yeşiltaş tanıdı hemen kucaklaştık. Kör bekirin oğlu  öğrencim Mahmut Bilici de köyde kalıyormuş. Şimdi köyde yok Narlı'da çalışıyor dediler. Hanımı ve çocukları geldi hemen resimler çekildi birlikte.. Buyur ettiler, mazeretimizi bildirip okul tarafına geçtik.
Kırk yıl sonra karşılaşma


Köy girişindeki kuruyan pınarı

Bizim zamanımızdaki okul binası yıkılmış, yerine 2018 yılında iki derslikli okul yapılmış. Eski tuvalet binacığı kullanılıyor. iki genç öğretmeni gördüm okulda. biri Pazarcık'a, diğeri Kahramanmaraş'a gidiş geliş yapıyorlarmış. Köy ve köylülerle iletişimleri dar ve sınırlı. Mahsereler sökülmüş, değirmeni yok olmuş, köy girişindeki pınar kurumuş. Üzüm bağları azalmış. Salmanlı İstasyonundan yolcu binişi bitmiş, ıssız. Okul bahçe duvarı henüz yapılmamış. 35 -40 Yıl içinde değişiklik; içme suyu ve elektirik gelmiş.)




Köy Okulunun 1976 ve 2019  yılı öğretmenlerinin tanışması








SAMANDAĞ
Meyil süresi içerisinde yeni görev yerinde İlk önce barınacak ev bulup, göreve başlamış olduk. 1977 - 1978 öğretim yılı içerisinde çevreyi tanıma çok kolay oldu. Bölgede ki öğretmenlerin bir çoğu Düziçi ilk öğretmen okulu ve Mersin öğretmen okulu mezunları. Öğretmen Derneğinde öğretmen özlük hakları, yurt ve dünya gündemi ile ilgili tartışma ve oturumlar düzenlenir. Sosyal faaliyetlere yer verilir.  Tiyatro, çalışmaları, resim sergileri düzenlemelerde önderlik yapılırdı. siyasi gelişmeler  ve gerginlikler buralarını da etkilemeye başlıyor. Ancak Samandağ, diğer ilçelere göre daha sakin olan bir ilçe. İlçe halkı, tarım ile uğraşır. Domatesi, biberi, salatalığı, narenciyesi, siyah hurması ile çevreye adını duyurmuştur. Az da olsa besicilik yapılır. Balıkçılık bir ayrıcalıktır. Oldukça uzun bir plajı olup düzenlemeye ihtiyacı vardır. Bu sahil 14 km boyu ile Türkiye’nin en uzun  sahilidir. Bu sahil geniş kumsalı olan halka açık plaj şeklindedir. Dünya’nın en uzun sahillerinden biri olan bu sahil aynı zamanda nesli tehlikede olan Caretta Caretta deniz kaplumbağalarının dünyadaki sayılı yumurtlama-üreme alanlarından biridir. Lübnan'dan doğup, Suriye'yi dolaşarak Amık ovasına uğrayıp geçen Asi Nehri bu ilçede denize kavuşur. Deniz kenarında iki farklı yerde restoranlar yer almaktadır. Yöre halkının deniz mahallesi yakınlarında sahile yakın yerdeki Hızır türbesinin bulunduğu alan içerisinde ve Çevlik denilen kesimde eğlenilir. Bu iki mevki arasında da denize girilmektedir.Sahil boyu bir uçtan bir uca on dört kilometre kadardır.
Ticari ilişkiler gelişmiştir.. Gençler yurt dışında iş bulmak için girişimleri çok olur. Arap ülkelerine gidiş çoğunluktur.












 Necatibey ilkokulundaki ikinci yılımda, Düziçi Köy Enstitüsü mezunu, aynı zamanda benim ilkokul öğretmenim Mehmet Mülayim teftişe gelmişti. Her ikimiz de farklı bir duygu yaşamıştık.
Samandağ merkez ve köylerinde görev yapan öğretmenleri arasında iletişim oldukça iyi idi. Lisede görevli Ahmet Dombaloglu ile, liseye yakın yol kenarında bir artı bir evde kalıyoruz. Hafta sonu ve tatil günlerinde kontenjani üçe dörde yükselir evin. Bazı günler öğrenciler de ziyarete gelir boş kalmazdı.

Öğretmenlerden, Bektaş Sayın, Reşit Gürler,  Hasan Şaş, Ahmet Özkan, Mahmut, Yücel Ildız, Pazarcık li Mustafa, ile sık sık bir araya geldiğimiz kişilerdi. Daha sonra Ökkeş Çevik, Ökkeş Celikkiran ında merkeze yakın yerlerde olduğunu öğrenince ziyaret ettik onları.

1978 aralık ayının on dokuzunda Kahramanmaraş olaylarını duyuyoruz. Siyah beyaz televizyonlardan radyolardan izliyor dinliyoruz üzüntülü, kahırlı, lanet okuyarak. Bir hafta devam ediyor olaylar. Yüz elliye yakın insan katlediliyor. Kürt -Türk, Alevi - Sünni ayrıştırması yapılarak. Alevi  vatandaşların evleri  akşam dan kırmızı ve siyah boyalarla çarpı işaretleri ile işaretlenmiş. Ertesi gün bir cenaze töreni sonrasında fitil ateşlenmiş, olaylar kontrolden çıkışmış mı, çıkıştırılmış mı hala aydınlatılmamıştır. olaylardan bir yıl önce Sanki Pazarcık'ta bunun denemesi mi yapılmak istenmiş diye düşünmeden edemiyorum. Kahramanmaraş Olayların aydınlatılması, kınanması amacıyla derneğimiz TÖB DER 'in almış olduğu karar doğrultusunda bir saatlik ders başı yapmama eyleminde bulunmuştuk. Kınama ve protesto eylemine katılan öğretmenler 12 Eylül 1980 darbesinden sonra,  gurup gurup soruşturma yapılmadan görevden el çektirilmeye başlandı. Olayları gerçekleştirenler hakkında umursamazlık, kınayanlar cezalandırılıyor. Sürgünler, gözaltılar, tutuklamalar sistemli bir şekilde sürüyor. Herhangi bir kulp takılamayanların dosyalarına kırmızı kalemle 1. Ş. işaretleri konuluyor. Bunu beş yıl sonra öğrenip görüyoruz.

Van iline atamam yapılınca Samandağ dan Van a gidip gelmeye karar verdim. Samandağ'ından Van'a sebze taşıyan bir kamyon şoförü olan Salih usta ile daha önce tanışıyoruz. Bana da yoldaş olursun beraber gideriz dedi. Öğleden sonra üç kişi olarak Fort kamyonunun şoför kabininde Van yollarına düştük. Antakya, Kırıkhan, Hassa,İslahiye, Fevzipaşa, kömürler in bulunduğu ovadan  geçerek, Hurşit Dağı na tırmanıyoruz. Kıvrıla kıvrıla ağırdan tırmanıyoruz. Motor sesinden yükün ağırlığını tahmin ediyorum. Hurşit dağında motor kayış kırdı. Karanlıkta el fenerleri ışığında üçümüz birlikte kayış değişimini yaptık. Tekrar inleyerek yola tırmanıyor kamyon. Gaziantep, Urfa, Diyarbakır yönünde ilerliyoruz. Diyarbakır a girerken şafak sökmeye başladı. Camlar açık hava serin. Sahil yöresinde sabahları bu havaya rastlamak zor. Kuru ve serin bir hava. Bir müddet sonra güneş doğarken hava yavaş yavaş ısınmaya başladı. Tam karşıdan vuruyor güneş. Kabin ısındıkça uyku bastırdı iyice. Şoförün yanında uyumamak için  zorluyoruz kendimizi. Uyuklarsak, şoför de uyuklama yapabilir diye. Ertesi sabah Van iline yetişmemiz gerekiyor. Yolda kayış değişimi zamanımızı aldı. Molayı ileride vereceğiz. Benim zorlandığımı gören Salih usta,
Hocam sen Diyarbakır'da otobüse binip yola devam et. Dedi. Otogar kavşağında indim. Otogarda kahvaltımı yaptıktan bir saat sonra Van Gölü otobüs firması ile yolculuk kaldığı yerden devam ediyor. Veysel Garani ye kadar uyumuşum bir güzel. Burada çay molası veriyoruz. Tatvan dan sonra Van iline varıyorum. O gece otelde konaklama ve sabah meşhur Van kahvaltısını yapıyorum. Gerçekten mükemmel bir kahvaltı örneği.  Şehrin ortasında güzel bir park var. Park içinde büyük bir çay ocağı bulunuyor. Antep tabureleri üzerinde küme küme oturan insanlar.  Bir kenara oturuyorum hemen. Çaycı, hemen önümde bulunan sehpaya çayı bıraktı. Küçük sehpa üzerinde bir tabak topak şeker. Bardakta kaşık yok. Bir müddet sağımda solumda bulunanları gözlerken garson elindeki çay kaşığını uzatırken abi yabancısın galiba hoş geldin dedi. Evet Van a ilk gelişim dedim. Burada kırtlama çay içilir. Sen de alışırsın tekrardan hoş geldin. Diyerek çay dağıtımına başlandı. Bir ara yanıma yaklaşınca TOBDER in yerini sordum. Şuradan az ilerde solda ikinci katta, levhasını görürsün zaten diye tarif etti.
İki bardak daha çaydan sonra derneğe varıp orada bulunanlara durumumu açıklama yaptım. Hataylı olup geçen yıl buraya ataması yapılan öğretmenlerle tanışıyoruz. Yardımcı oldular. Van'a atama yazısı sana tebliğ edildiyse yakınlardaki boş olan köylere tercih dilekçeni ver ondan sonra git. Tekrar geri dönüşünde atamalar yapılabilir dediler. Ogün orada Hüseyin Karaca ile tanışıyoruz. Hüseyin Trakyalı, Kepirtepe Öğretmen okulundan mezun olmuş. Van merkez Çitören köyünde çalışıyormuş. Okulunda öğretmen açığı olduğunu söyledi. Söyledikleri gibi dilekçeyi vererek iki gün daha oyalandım Van da.Tekrar ilişik kesmek için Samandağ'ına dönüp ilişiği kesip meyil müddetinden sonra Van' gelmeyi düşünüyorum.
Farklı bir bölgeye geleceğim. Akdeniz Bölgesinden Doğu Anadolu'ya. İlkokulda  ve öğretmen okulunda sık sık kullandığım atlasta Van Gölü nün yapısı hep dikkatimi çekmişti. 1976 yılında oluşan Van depremi hatırlarım da. Farklı bir iklim yapısı, farklı bir kültür yapısı ile tanışacağım.
Samandağ Necatibey ilk okulundaki arkadaşlarımla vedalaşarak,Samandag'daki öğretmenlik görevinden ilişiğimi kesiyorum.

VAN
Meyil müddet imde İhtiyacım olabilecekleri listeleyip Düziçi ne geçiyorum. Anne baba ve yakın çevremdekiler tedirgin. Her yerde olaylar oluyor. Uzaklarda nasıl edeceksin yalnızsın ve oğlum diyor anam. Daha büyümedim ki onun gözünde. Hem kocaman bir adamım, hem de daha çocuk.
Orada insanlar yaşıyorsa ben de yaşarım ana deyince gülümsedi hemencecik.
Ulaşım kolay olacak.onun için gerekli olan ne varsa onları paketleyip tren ambarına verebilir, aktarma yerlerinde benim ile beraber varış istasyonuna gelir bir problem olmazdı. Yün yatak yorgan, üçlü Ocak, kitaplar, kıyafetler,günlük işlerde gerekli mutfak gereçleri, kuru yiyecek, salça ve benzerlerini paketleyip hazırladım. Bizlerden büyük olan Mehmet Cakmak çalışırken lojmanın bir odasında üç ay uğraşarak yaptığı bir oyma saz vermişti bana. Onu, mandolinimi,orta
boy valizi kompartımana alacağım bir zarar olmasın diye. Aktarma yapılan yerlerde sorun yaratabilir.
Mersin'den Elazığ'a giden motorlu trene Yarbaşı'nda binip altı kişilik kompartımana yerleşiyorum. Zaman zaman uyuyup, zaman zaman etrafı seyrederek yolculuk devam ediyor. Vagon tekerleklerinin raylarla sürtünmesinden çıkan ritmli sesler eşliğinde ilerliyoruz.  Sabah saatlerinde Elazığ'da Van Gölü ekspres ine binmek için ineceğiz. Elazığ'a tarifeli saatten yarım saat gecikmeyle geldik. Ankara yönünden gelecek olan Van Gölü ekspres i tehir yapmış iki saat sonra gelecekmiş. Bu arada eşyaları emanete bırakıp, Elazığ Şehir merkezini gezme fırsatı bulmuş oldum.
Van Gölü ekspresi nin Elazığ'a geliş saatinde binerek yolculuğa kaldığı yerden devam ediyoruz. Kompartımanda bir süre sessizlikten sonra tanışma tanıma Faslı başladı. Muş ta,  Tatvan'da inecekler var. Amcanın biri, yeğen su sazı Çal da kulağımızın pası açılsın dedi.
Kondoktörden izin alarak saz çalmaya başladım. Uzun hava ile yol açtıktan sonra Yemen türküsünü çalmaya başlar başlamaz hepsi birden türküyü söylemeye başladılar. Sanki önceden çalışma yapılmış gibi hatasız olarak parçayı sonuna kadar seslendirdiler. Arkasından Bitlis'te beş minare yi söylüyoruz. Kompartımanın kapısı dışında da eşlik edenler var. Biraz sonra kondoktor göründü kapıdan. Sustuk hep birlikte. Yemekli vagonda tren şefi ile müfettiş sizi oraya davet ediyor dedi. Altı kişilik ekibimiz ile geçtik diğer vagona. Bir gitar çalan,bir de darbukacı var vagonda. Tanışma süreci devam etti. İkisi de öğretmen imiş. Birisi Tatvan a diğeri ise, Bitlis'e atanmış. Yaklaşık bir saat kadar müzik Faslı sürdü. İyi de oldu. Personel ve yolcularla iletişim kurarak ileri ki zamanlarda buluşma dileğiyle yerlerimize geçiyoruz. Bir müddet dinlenmeden sonra Tatvan a geldik. Buradan Van Gölü'nü  feribot ile geçip Van tren istasyonuna ulaşıyoruz. İstasyonda gelenleri şehir merkezine ulaştırmak için taksiler, dolmuşlar ve komyonetler var. Eşyaları kamyonete koyarak şehir merkezine varıp bir emanetçiye bırakıyorum.
Van'ın meşhur kahvaltı salonunda kahvaltı yaptıktan sonra milli eğitime uğradım. İl içi atamalar yapılmış. Atamam merkez ilçeye bağlı, Van Gölü kıyısındaki Çitören Köyüne yapılmış. Hemen derneğe uğrayıp köy hakkında bilgi edineceğim. tesadüfün bu kadarı da olmaz dedi birisi. Hüseyin biraz sonra gelecek buraya. okulun ihtiyaçlarını almaya gelmiş dediler. Hüseyin Çitören ilk okulunda müdür yetkili öğretmen. Hüseyin ile köye gitmek için oradan çıkıyoruz. eşyaları köyün kamyonuna yerleştirerek kalkış saatinde kamyonun şoför kabinine binip 20 km gittikten sonra köye ulaşıyoruz. köyün merkez ile ulaşımı Thames marka kamyonla yapılırmış. iki tane de Özel taksisi olan varmış.
köy ortasında köylüler indiler eşyalarını da alıp. Okul köyün alt tarafında .girişten görünmüyor. köy meydanından hareket ederek lojmanın önüne kadar yanaşan kamyonun kasasından eşyaları indirerek lojmana yerleştiriyoruz hep birlikte. Güneş batmış hava yavaş yavaş kararıyor artık. Etrafa bakıyorum hemen. Güney ve batı yönünde Van Gölü, Kuzeyde büyük ihtişamıyla Süphan dağı görünüyor. Okul köyün dışında etrafı açık. İki derslikli, iki lojmanı var.  Benimle birlikte dört öğretmen olmuşuz okulda. Bursalı İsmail ile tanıştık bu gece. geçen yıl ikinci dönemde gelmiş buraya. Sessiz gibi görünümü var. Sohbete girdikçe hoş bir insan olduğunu hemen belli ediyor. Mehmet Bingöl isminde Van'ın yerlilerinden olan bir öğretmen daha varmış. Bazı özel durumundan dolayı üç gün izin almış. Kahvaltı benzeri bir akşam atıştırması yaptıktan sonra, muhabbet devam etti. Hep birlikte aynı lojmanda kalmaya karara verdik. Yakacak ve yiyecekten tasarruf olur düşüncesi ile.
Köyün yerleşimi dağınık değil. Van gölü'nün kuzey yönünde. Evlerin tamamı toprak damlı. Duvarları çamurdan yapılmış kerpiçlerle örülü ve içi  dışı çamurla sıvanmış. her evin önünde piramit şeklinde  yapılmış tezek yığınları. Tezek, ahırda biriken hayvan dışkılarının kalıp halinde kesilip sıkıştırılıp güneşte kurutulması ile elde ediliyor. Kışın sobada yakacak olarak kullanılıyor. Hayvanların ne kadar çok ise tezeklerin miktarı da o kadar çok olur. Hayvanları olmayan aileler büyük baş hayvanların oyalandığı gezindiği yerleri dolaşarak, bok böceklerinden arta kalan dışkılarını toplar ve yığın eder. Bu tezek yığınlarına galak denmektedir. Galaklar  pramit seklinde yığılmasının sebebi kar ve yağmurdan etkilenmemesi içn düşünülmüş. günlük ihtiyacı olan tezekler tabandan içe doğru alınıyor.  Galak büyüklüğüne baktığınız zaman hangi evin durumunun iyi olduğunu tahmin edilebilir. Varlıklı ailelerin ev önündeki avlu kısmı yüksekçe duvarlarla çevrilmiş. iki hanenin önünde bir iki ağaç var. bunun haricinde hiç ağaç yok. Köyde kadınlar kızlar çeşmeden su taşıma işi yapıyorlar. Sokak ortasında kız erkek konuşması olmaz, olduğu taktirde ayıplanır. Üst üste giyilen etekleri canlı, dallı güllüdür. Okuldaki kız öğrenci sayısının az olacağı kanaati oluştu birden.
Küçükbaş hayvancılık daha fazla. Çok sürü yok, beşer onar koyunu var ailelerin. Hepsi birleştirilerek sürü oluşuyor. Büyük baş hayvan var ama bazı evlerde bir veya iki inek var. Ekim alanlarına buğday arpa ekilir imiş.
Bir hafta uyum süreci yaşadık. Sonra kaynaştık iyice arkadaşlar ile. Ben Adana Düziçi Öğretmen okulu, Hüseyin Kırklareli Lüleburgaz Kepirtepe öğretmen okulu, İsmail Balıkesir Savaştepe öğretmen okulu, Mehmet Kastamonu  Öğretmen okulu muzunu. Herkes okul yıllarında olanları paylaşıyor zaman zaman. Önceki görev yerleri hakkında paylaşımlar, gönül ilişkilerini sınırlı da olsa anlatılırken espiriler eklenirdi. Hüseyin'in pedagojik yönü ağır basardı. Köy öğretmenlerinin cinselliği ile ilgili sorunları. Hele hele tek öğretmen olarak çalışanlar için daha da zordur diye başlardı anlatmaya, örnekler vererek.
Mehmet espiriler yapar hep güler, fıkra anlatır hadi gülsenize be derdi. Mecburen gülerdik.
İsmail, sakin içe kapanık gibidir ama öyle değildi. Fakat ilginçti. Dikkatimi çekmişti. Bir hafta sonu Van'a gidip geldik. O gece İsmail yatakta kıpırdadığı belli oluyor.
Sabah arkadaşlara durumu açtım. İsmail'in bir sorunu var dedim. En iyi tanıyan Hüseyin idi. Sonra konuşuruz diyerek kısa kesti. Başka bir gün Mehmet ile bana  Başladı anlatmaya İsmail'in durumunu.
-Bu ilk olarak Başkale'nin İran sınırında olan bir köye atanmış. Tek öğretmenli bir okulu olan Fakat bakımsız kalan bir okulu varmış. Onun tadilatı ile uğraşmış sürekli. Bir de sözlendiği kız varmış memleketinde. O sene şubat tatilinde  Bursa Karacabey'e döndüğünde kız ile ayrılma kararı verip ayrılmışlar.
Mehmet sabırsız, hemen araya girerek
- Ne var bunda hepimizin başından geçti anasını satayım.
Dahası var diyerek devam etti Hüseyin.
- Şubat tatili dönüşü tekrar aynı köyde çalışmaya devam ediyor.  O yaz tatilinde  de o köyde kalıp okulun tadilatını bitiriyor.  Okullar açılmadan önce Bursa'ya uğrayıp tekrar geri gelmeyi planlıyor. Bursa'da bir lokantada yemekte siyasi bir tartışma oluyor ülke gündemi ile ilgili. Tartışma sonunda polis gelip alıyor karakola. Karakolda da tartışmaya devam ediyor İsmail.  Orada sarf ettiği sözler bahane edilerek Ruh ve sinir Hastalıkları Hastanesine yatırılıyor. İki hafta kendini ifade etmeye çalışıyor. Ben öğretmenim, bırakın köye gideceğim diye bağırıp çağırıyor. Çaresiz kaçmayı planlıyor buradan. bahçe duvarının yanındaki ağacı inceliyor. Oraya çıkıp duvardan atlamayı düşünüyor. Düşündüğünü de uyguluyor. İsmail dört arkadaşıyla birlikte duvardan atlıyorlar. Kendisinin anlattığına göre, üzerindeki hastane kıyafetini çıkarıp bir atletmiş gibi koşmuş. Bir yolunu bulup otogara kadar gelmiş. Karacabey'deki köyüne gelip durumu anlatmış en yakın çevresine. Van Milli Eğitim Müdürlüğünden yardım istenmiş telefon edilerek. Formalitelerden sonra İsmail'in tayinini geçen yıl buraya yaptılar.  Bana da özel durumu anlattılar. Alkol aldığı zaman aynı olayları tekrar yaşıyor, kontrol etmek gerekiyor. Bazen gizlice viski alıp gece yatakta içtiği oluyor.
Demek ki geçen gece de aynısını yaptı diye düşünüyorum.
 Konuyu bilmiyormuş gibi davranışlarımızı devam ettiriyoruz.

Dört öğretmen iki derslikli okulda sürdürüyoruz çalışmaları.  Yalnız kız öğrenci sayımız çok az. Bunun için çeşitli yöntemler uygulamamız sonucunda, kız erkek öğrenci sayısı dengelendi.
Bir süre okul bahçesinde şeker,meyve dağıtımı yaptık. Bahçeye kadar gelen kız çocuklarını birinci sınıfların dersliğinde oturmalarını sağladık.Evden çıkan okul bahçesinde oynamaya gelmeye başladılar artık. Soğuk havalarda sıcak sınıfta kalmayı tercih ediyorlar. Bu süreçte, Mehmet Vanlı olduğu için, babaları ikna etmede daha etkili oluyor. Köy imamının çocukları  İsmail'de. imam ile irtibata geçiyor İsmail.
Muhtar ve ihtiyar heyeti ile yakınlık içinde olmaya çalışıyoruz. Kız çocuklarının genç abileriyle akşamları saz çalıp türkü söyleme etkinliklerde bulunup konuyu onlara da açıp ikna yoluna gidiyoruz.  Organize bir çalışma sonucu amaca ulaşmış olduk.


          İsmail ile Van Gölü kıyısında dolaşım

                    Köy gençleri ile birlikte

        Köy gençleri ile lojmanda Akşam toplantılarından

Köylülerin anadili Kürtçe. Bir aşiret köyü. Buriki aşiretine bağlı. Dinsel yönden şafi mezhebine  ait olduklarını söylemektedirler. Köyün girişinde caminin hemen yanında bulunan bir meydan çeşmesi var. Okulun çeşmeye olan uzaklığı bin metre kadar. Bütün köy halkı tek çeşmeden su ihtiyacını karşılamaktadır. Okulda öğrencilerin su ihtiyaçlarını karşılamada bayağı zorlanıyoruz. Öğrenciler bidonlarla çeşmeden su taşıyarak, sınıflarda  bulunan altında çeşme takılı plastik bidonlara dolum yaparlar. Köy çeşmesi geceleri imamın evine bağlanırmış. Evinin avlusundaki havuz dolarmış. İki güne bir okula da bağlamak için muhtarla konuştuk. Muhtar, imam razı olmaz  dedi. İmam ile ters düşmeden ikna etmemiz gerekiyor. Şafi mezhebinde cuma namazı belli bir sayıya ulaşınca kılınıyor.
imama bir cuma hutbesinde temizliğin öneminden bahsetmesini çocuklara da temizliği öğretelim birlikte vurgusu yapıyoruz.
İl de yetkililere başvuru yapıyoruz gelecek yılın programına alırız dendi.  Kafa kol ilişkisi mi diyelim, yoksa yolsuzlukla mı diyelim Mehmet'in çabasıyla plastik boruları kopardık.
1968 ilk okul programı, çerçeve program.  Yıl içine dağıtılmış tarım işleri, bahçe işleri ile ilgili ünite konuları öğretmen uygun şartlara göre birleştirerek bir iki aya kadar da yaya biliyordu. 4.-5. sınıf öğrencileriyle su borusunu döşemek için planlamayı yaptık. Bir aylık süre içinde Okula kadar plastik boru  döşüyoruz öğrencilerle. Hedef gerçekleşti. Haftanın iki günü okula su akması yetiyor.

                                           Köy muhtarı ile hafta sonu okul önünde sohbet

Kış iyice bastırmadan okulun yakacak ihtiyacını karşılamak için gerekli tedbirleri aldık. Uzun kış gecelerinde bazı geceler köyün gençleri ile sohbetlerle geçiyor. Yarın için hazırlıklar tamamlanıyor. Yemek, günlük planları tamamlama gibi.
İlk defa kar yağışı olan yerlerde bulunuyorum. İlk günlerde kar yağışı hoşuma gidiyor. Kış uzadıkça, soğuk ve uzun geceler, yiyecek, giyecek gereksinimi arttıkça sıkmaya başladı. Kar o yıl çok olmuş köylülerin dediklerine göre. Köyün yolu bir iki gün kapanıyor. Bir hafta sonu Van'a gitmemiz gerekiyor. Fakat kar yağışı nedeniyle yol kapandı. Yürüyerek Van Erciş kara yoluna kadar gitmeyi, oradan geçen herhangi bir araca binip gitmeyi tasarladık.
Sıkıca giyinip elimizde birer sopa. Hem destek alacağız, hem de köpeklere karşı savunmak için. Güney tarafta Bardakçı köyü var. Önce oraya varıp, sonra kara yoluna yöneleceğiz. Yarım saat yürüme sonunda bir vadiye ulaşacak, vadiden akan akar suyun sığ bir yerinden, diz üstüne karar gelen yerden geçeceğiz. Akarsu üzeri donmuş. Üzerinden geçmeye karar verdik. Yine de tedbir olarak sığ olan yeri tahmin ederek tek tek sıra ile geçmeye çalışırken, Son olarak İsmail geçerken buz çatladı. Kıyıya yaklaşırken oldu çatlama. Hemen atkılarımızı birbirine bağlayıp uzattık İsmail i çektik dışarıya. Ceplerimizde şeker ve kuru üzüm var. Hemen atıştırıyoruz enerji için. Zeve şehitliğin yanından geçerek Bardakçı köyüne ulaşıyoruz. Okula uğradık Ayhan öğretmen de Van'a gitmiş. Bardakçı yolu kapanmaz. Tekrar yola düşüyoruz. Erciş Van kara yoluna geldik. Yirminci dakika sonra bir aracı durdurup biniyoruz. Araç kara yolları aracı imiş. Van merkeze ulaştık nihayet.
Kalacağımız otele yerleşiyoruz. Biraz dinlenmeden sonra çay evlerine girip kırtlama çay içeriz üç dört bardak.
Çay ocaklarında ve pastahanelerde değişik ilçe ve köylerden gelen öğretmenlerle buluşuyoruz. paylaşımlar yapılır birlikte. Düziçili ve Düziçi'nden mezun olan Enver Algan ile karşılaşıyoruz. Enver gururla anlatırdı köyde yaptıklarını. Her akşam oturmalarında Köylülere Yaşar Kemal'in eseri İnce Mehmet'in bütün ciltlerini okuduğunu, okuma günü yapmadığı zaman hocam ne zaman okuma yapacağız diye sıkıştırdıklarından bahsederdi. Nereden alıştırdık, rahat bırakmaz oldular diye hafif gülümseyerek, birazda gururlandığını hissetirirdi. Enver. Çevre köylerden gelen öğretmenlerle derneklerde otel odalarında ve çay ocaklarında konuşulur. Kahvelerde oyun onama olmazdı fazla.
Bu arada ülkede siyasi olaylar dedikleri üniversitelerde polis öğrenci, öğrenciler arasındaki Çatışmalar, faili meçhul cinayetler, gazeteciler, bilim adamları öldürülüyor. olaylardan birkaç gün sonra öğreniyoruz çok şeyi. Van'a gazeteler bir gün gecikmeli gelir. Hafta sonu gazeteleri  görüyoruz. bir haftalık toptan göz atarız. Pazar günü öğleden sonra köylere gitme hazırlıklarını tamamlayanlar yola düşerler gerisin geriye.
O GÜN GÜLÜP GEÇMİŞTİK AMA DAHA SONRA NELER OLACAK
 Köylerde elektrik yok. Gaz lambaları ile aydınlatma gerçekleştirilir. Elektrik yoktu ama bir ara gazlı lüks ile slayt gösterisi düzenleyip ders işlemiştik. köylüyü de çağırıp gösterdik. Çocuklara sinema mı gösteriyorsunuz diyenler de oldu. Ogün gülüp geçmiştik bu söze. daha sonra bunun altında farklı düşünüldüğünü anladık. bir hafta sonra bulut ve yağmurun oluşumunu deneyle anlım yatık sınıfta. sabah erken saatte köy heyetinden iki kişi  müdür yetkili Hüseyin arkadaşı dışarı çağırdılar. Beş dakika sonra Hüseyin içeri gelip:
-  Bizi rahat bırakın, biraz konuşma uzayacak gibi. Sonra konuşuruz dedi çıktı.
Konuşmalar bittikten sonra gelenlerin gittiğini lojman penceresinden izliyoruz Hüseyin de bir müddet onlarla ilerledi ve geri geldi. Olanları değerlendiriyoruz. Geçen gece öğrenciler okulda öğrendikleri  yağmur ve bulutların oluşunu evdekilere anlatmışlar. Sabah namazından sonra konu gündeme gelmiş. birkaç kişi gitsin, hocalarla konuşsun. Allah'ın iş ile ilgili çocukların kafasını karıştırmasınlar. Uzun boylu Adanalı olan var ya onu uyarın demişler. Bunun üzerine ekenden gelip konuşmuşlar.  Hüseyin onları ikna edip yollamış. Ara ara tehdit konuşmalar olmuş. Olayı öğrenince kahkahalarla gülüyoruz birden. bir süre sonra derin bir hüzün kaplıyor içimizi, sessizleşiyoruz. Korkudan değil, durumun acılığından. Bunları romanlarda okurduk, demek ki gerçeklik var. Var olmaya da devam edecek kültürel kalkınma ve ekonomik ilişkiler düzelmedikçe.

Aylar günler geçtikçe, köyü ve köylüyü daha iyi tanıyoruz. Köye göre ekonomik durumu iyi olanlar, yoksul durumdaki ailelerin iş yapabilecek çocuklarını senelik olarak tutarlarmış. ücret babaya ödenirmiş. Senelik olarak tutulan çocuklar sahibinin ahır temizliği, hayvanların bakımı, tarla işlerini yaparmış. Bu çocuklara tutma  veya azap deniyor. Azap olarak verilen gençler de geliyor akşamları. Konuşuyoruz birlikte. 

Köyün yakınından  Van Gölüne geniş bir alana yayılarak dökülen bir akarsu bulunuyor. bu akarsu  incili kefal türü balıkların yavrulama için akın ettikleri bir bölge. Balık avlama yasağı bittikten sonra bu alanda iki üç aylık bir zaman diliminde çok miktarda incili kefal balıkları tutulur. Anında da il merkezinde de satılmaktadır. yalnız avlanma döneminde köyün bitişiğinde olmasına rağmen köy halkının balık tutmasına izin verilmezmiş. Bu havza ihale yolu ile başka yerlerden gelenler alıyor, köylünün balık tutmalarına izin verilmiyormuş. Bu durumu göz önüne alarak köyde kalkınma ve balıkçılık kooperatifi kurmanın uygun olacağı kararına vardık. İlk önce köyün ileri gelenlerine ve gençlere durumu anlatıp hazırlıklara başladık.
kooperatifin önemini anlatmaya çalışıyoruz. İkna etmede zorlanıyoruz. Sizin ne çıkarınız olacak bu kadar uğraşıyorsunuz ? diyenler oluyor. bir iki yıl sonra biz gideriz ama sizler  işleyişi öğrenir uygulamayı gördükçe hep birlikte kazanırsınız diye, örnekler vererek açıklamaya çalışıyoruz.
Bir yandan eğitim öğretim ile ilgili çalışmalarımız, diğer yönden köyün ihtiyaçları ile ilgilenmeye çalışılıyor. Kış boyuca konuşuldu konular. Ayrıca bir de mera problemlerinin olduğundan bahsetti gençler. Hazinenin yerleri var ama oralarını Kinyas Ağa ekiyor, koyunları sulayacak ve otlatacak alan kalmıyor diyorlar.
Mera konusunu günlerce tartıştılar gençler.Aileler arasında da konuşulmuş. O yıl ekilen alanı sürüye otlattılar zaman zaman. Araziler devletin kurumları olan Toprak Su'nun traktörleri ile sürüm yapılır imiş. Bunun suç olduğunu anlatıyoruz. Tekrar Ekim işinde geldiklerinde engel olup gönderelim diyorlar. Öneri tartışma uzar gider.
Bahara kadar yerden kar eksik olmadı. Bu sene kış yoğun geçti diyor köylüler. İlk defa geceleri eksi yirmi dereceyi yaşıyorum. soğuk uzun kış gecelerinde, kömür sobası ısısında sohbetlere orta oyunlarını da ekliyor gençler. Zaman zaman kalabalık olur sıkıcı olurdu. Akşam erken vakitte gelirlerdi. Yemek dört kişilik olur, yetmez doymaz idik. Mehmet espriyi yapıştırdı hemen: Yahu Osman aldığın tencere kepçe bayağı büyük ama yine de yetmiyo lan derdi. Erzak biterdi,pişirecek düşünürken Hüseyin un çorbası yapar kuruttuğumuz ekmekleri doğrayıp öğün atlatırdık.   Genellikle cuma günü biterdi erzaklar. İki haftada bir bazen her hafta sonu Van'a giderdik erzak ihtiyaçlarımız için. Mehmet her hafta sonu giderdi. Ankara ya yerleşmişlerdi ama, halası, amcası ve ağabeyi Van'da oturuyorlardı. Yılmaz Amcası emekli  bakkal  dükkanı vardı. onun Oğlu da öğretmendi. Siparişleri Mehmet alıp getirirdi. İki çuval olurdu getirdikleri. Çuvalın birinde somun ekmek dolu olur, diğerinde sebze, meyve kuru gıda dolu olurdu.
Halk eğitim bünyesinde, mandolin kursu açtım.Van da atmış öğrencinin katılması çok iyi oldu.  Hafta sonları ben de vana gelip gidince Mehmet'in yükü azaldı. Mandolin kursu bitiminde konser de güzel olmuştu.

 Otlu peynirimiz bol, ekmek olmaz onu da gençler getirirdi. Otlu peynirin besleyici ve tok tutma özelliği var. ilk burada gördüm otlu peyniri. Baharda toplanan yenilen ot çeşitleri peynir yapılırken katılıyor. Peynirler plastik veya toprak ceralara konularak ters çevrilip toprağa gömülüyor. Peynirin ham suyu iyice çıkıyor. Kendine has bir kokusu ve tadı oluyor otlu peynirin. Köylünün kışlık için hazırladığı yiyecekler arasında kavurma ve balık kurutmaları. Kavurma kışa girerken hazırlanıp saklanır. İncili kefal balıkları güneşte kurutmaları ilgi çekici.

Nisan ayına doğru köy kalkınma ve balıkçılık kooperatifini oluşturma işlemine girişiyoruz İlk kurucuların ikinci üçüncü derece akrabalık durumundan dolayı ilk kurucuları oluşturmakta zorlanıyoruz. Köy halkından olan Abdullah'ı Almak zorundayız. Köyde fazla sevilmez, güvenilmez biri derler. Ama yönetime almak zorundayız. Her yıl ihale alanlar ile iş birliği yapıp hisse alır, köye bir faydası olmaz derler. Ayda bir köye dört beş kişi çağırıp ziyafet vererek emniyette gücü var iması yaratırmış. Bir defasında resmi polis arabası ile polislerin geldiğine şahit olmuştuk. Abdullah kendisini ilk kurucular arasına almak zorunda olduğumuzu sezince oyalamaya başladı. Fazla ısrar etmemek için ileri zamana bıraktık  işlemleri.
yirmi üç nisan ulusal egemenlik ve çocuk bayramını kutladık öğrenci ve köylünün bir kısmı ile. Bayram etkinliklerini kadınlar uzaktan seyrettiler.

 Kızları oğulları farklı giyinip gitmişlerdi okula merak etmişlerdi. Nisan sonu Mayıs başları, ekim dikim, ahır temizliği gibi işlere yoğunlaşılıyor. Uzun kış günlerinden sonra bahar temizlikleri başlar evlerde. Yerleşim yeri ile göl kenarı bir, bir buçuk km kadardır. Yıkanamayan kıyafetler, yatak yüzleri, çarşaflar  Van gölü'nün suyunda yıkamaya gidiliyor. Gölün suyu sodalıdır, sabun kullanmadan kıyısındaki çakılların üzerinde yıkanıyor. Çakıların üzerine çalılıkların üzerine serilir yıkananlar. Hava kuru, güneş altında  iki saat içinde kurur yıkananlar.


 Bizde hafta sonunda  çamaşır yıkama işini gerçekleştirdik gölün suyunda. gerçekten mükemmel bir suyu var yıkanmak için dayanamadım atladım suya. Soğuk ama tertemiz tabanındaki çakıl tanelerini sayabilirsin. Güneşli  sakin bir gün. gölün karşı tarafında Gevaş ilçesi ve Ahtamar Adası görünüyor. Çevresindeki karlı dağların görüntüsü yansıyor göl üzerine. Hafif hafif kıyıya vuran dalgaların sesi her şeyi unutun, beni dinleyin, bana bakın diyor sanki. Güneş ışınları iyi ısıtıyor kışın sonunda. Gün batımına doğru lojmana geçiyoruz. Güneş battıktan sonra biraz serince olur kış günü kadar olmasa da.

Okullar kapanınca yazın bir ay daha kalıp Van Gölüne girerek deniz ihtiyacımızı karşılamaya karar verdik. Bazı günler Van'da, bazı günler köyde kalarak iyi bir dinledik diyebiliriz. Çitören köyünün kuzeyinde bulunan Molla Kasım köyünü tanıdık. Molla kasım köyünde okuma oranı ve kültür düzeyi çevresindeki yerleşim yerlerine göre çok iyi. Köy içi ağaçlandırılmış, Göl kenarı düzenlenmiş, yaşam şekli çevreye göre çok farklı. Bu köyde uzun süre önce, beş öğretmen  birlikte görev yapmış o ekip değiştirmiş köyün durumunu. Anlatıklarına göre köy enstitüsünden mezun olanlardan. İki gün de bu köyde oyalandık. Ekin hasatları bitiyor tarlalar  meralar sararıyor iyice. Biz de yaz tatilinin geri kalanını memleketlerimizde geçirmek üzere ayrılıyoruz Van'dan.
HAZİNE ARAZİLERİ, TRAKTÖRLER
Yaz tatili sona erince Eylül ayında geri dönüyoruz. Citoren köyüne. Dönüş haftası içinde, köy arazilerinin hemen yanında, Toprak Su traktörleri merayi sürme işini yaparken köylüler tarafından şoförleri tartaklanıyor. Akşam saatlerinde. O gün İsmail ile lojmanda beraberiz. Mehmet ve Hüseyin Van'da. Gençler koşarak lojmana gelip durumu anlatıyorlar. Traktörleri Taşlayacaklarini söylediler. Bunun hata olduğunu, sonunda ters tepip devlet aracına zarardan ceza verilir diye uyarıyoruz. Vallahi Hocam köylü yığıldı oraya biz anlatamayız,dinlemezler, siz anlatın dediler. İsmail, ben,üç  genç bir traktöre binip hızlıca varıyoruz olay yerine. Traktör farları ışığında bağırış çağırışma devam ediyor. Konuşmalar zaman zaman Türkçe, zaman zaman Kürtçe. Gençler çevirerek anlatıyor konuşmaları. İş iyice sertleşmeye başladı. Şoförün birini bir kaç defa tartaklayıp yere yıktılar. Tanınmamak için başımıza poşu sardık. İsmail araya gelerek:
-Şoförlerin bir suçu yok,bunlar ne denirse onu yapmak zorunda kalmışlar. Tamam Beyler siz bugün burayı sürmekten vazgeçin. Yüz yüze bakacaksınız. Diyerek ikna etti İsmail.
Gençlerle de ben konuşuyorum bir kenarda. Sonuçta Toprak Su'nun beş tane traktörleri peşpeşe gittiler. Köy halkı da köye döndü. Gece karanlık. Muhtar, herkes yatsın yarın konuşuruz dedi Kürtçe. Biz de lojmana geçiyoruz.
 Büyük bir olay önlendi Osman da, kabak bizim başımızda patlamasın dedi. İsmail.
Bende :
-Şoförler bizi tanımaz, köylünün de bir şey sızdıracağını sanmıyorum deyince, güvenme dedi.

 Çitören köyünün eski adı Haraba köyü imiş. Çevrede Haraba köyü diye bilinir. Sovyet Bolşevik ihtilali sırasında Sovyetler den göçüp gelmişler. Buriki aşiretine bağlı olarak hareket ederler. Büyük bir aşiret. Aşiret Ağası Kinyas Kartal. Harabalılar, Ağa Kinyas Kartal'ın Amca çocukları na bağlı olduğu söyleniyor. Yine de son söz Ağa'nın deniyor.
 Kinyas Kartal TBMM'DE Meclisin en yaşlı üyesi olarak bilinir yetmişli yıllarda. Meclis kurulduğundan buyana hep Van milletvekili olarak meclise girmiştir. Demokrat parti İlk kez seçimlere girerken Menderes'e Bazı şartları sıralar. Aksi takdirde  destek vermeyeceklerini belirtir.  Bunların en başında Köy Enstitülerinin kapatılması koşulunu öne sürer. Bu tekliften haberleri olan İnönü ye, Enstitülerin programında revizyon yapması söylenir.  İnönü, oy kaygısı ile yönetici kadroda değişiklik yapar.
Menderes, seçimi kazandığı takdirde Köy Enstitüleri'ni kapatacağına söz verir ve anlaşma yapılır. Köy Enstitülerinden mezun olan öğretmenler köylerine gelip her işe el atmaya başlamış, köyün sorunları ile ilgileniyor öğretmen Ağadan önce gelmeye başlıyor, Ağaya işi düşmez daha sonra da kendisini dinlemez olur diye tedirgin oluyor. Seçimler sonucunda Demokrat parti seçimleri kazanıyor. Menderes Toprak ağalarına verdiği sözü yerine getiriyor. 1950’de iktidara gelen Demokrat Parti döneminde, Tevfik İleri’nin Millî Eğitim Bakanlığı’nı yaptığı 27 Ocak 1954 tarihinde çıkarılan 6234 sayılı kanunla Köy Enstitüleri tamamen kapatıldı. Köy Enstitüleri, öğrenci odaklı, öğrencilerin kendilerini sürekli geliştirmelerini sağlayan eğitim kurumlarıydı. Öğrenciler arasında eşitliğin ön planda olduğu, köy halkının kalkınmasında, daha verimli tarım yapmasında yardımcı olmuşlardır. Öğrencilerin işler aracılığıyla yeni bilgileri öğrendiği, herkes oldukça donanımlı bir şekilde, birçok alanda uzmanlaşmış bir şekilde mezun olduğu okullardı. Sadece okul denerek geçilemeyecek olan bu güzide kurumlar, zaman içerisinde bazı suçlamalar ile karşılaşmışlardır. Daha sağ görüşlü olan bir kesim tarafından önce ilkelerinden saptırılan, ardından da resmi olarak kapatılan Köy Enstitüleri, kapatılışından sonra hala birçok tartışmaya konu olmakta, dünya çapında birçok okul tarafından model alınmaktadır. Köy Enstitüleri kapatılıyor, Öğretmen okulu  olarak isim değişiyor. İsmi ve içeriği değişse de etkisi yıllarca devam eder. Yirmi beş yıl İlk Öğretmen Okulları olarak devam eder. Köy Enstitüsü Felsefesi ile yetişen öğretmenler ilköğretmen okullarında görev yapıyordu. Öğretmen kişiliği ve kullandığı yöntemler Yetiştirdiği öğrencileri etkiledi.  Bu okullardaki öğrenciler yine Köy Enstitülerinin arazilerini, kümeslerini, kütüphanelerini, laboratuvarlarını, müzik hanelerini, işliklerini, kullanmayı devam ettirdiler.
Okulda sınıf dağılımlarını yapıyoruz.  Bir yandan da Çitören köyünde  kooperatif kurma çalışmasını hızlandırdık. Kurucular oluşturuldu. dosya son haline gelecek artık. Van'a su ürünleri bölge Müdürlüğünden ihale gününü öğrenmek için gidiyoruz. O gece  Yıldız Otelinde kalmaya karar verdik. Sabah uyanıyoruz askerler sokak ve cadde başlarını tutmuşlar. sokağa çıkmak yasak. Radyodan askerin yönetime el konduğunu dinliyoruz. Ertesi günün sabahına kadar otelden dışarı çıkamadık. Gelişmeleri sadece radyolardan duyuyoruz. Hesaplar alt üst oldu, geri dönüyoruz köye.
Bir iki yıl boyunca olaylar devam edip geliyor, öğretmen okullarının yatakhanelerinde demir çubuk ve zincirlerle gece yarısı işkenceler duyuluyor, görülüyor olmasına rağmen seyrediliyor, faili meçhul cinayetlerin olduğu görülüyor, toplu ölümlerin olacağı önceden belli oluyor, sonunda onlar gerçekleşiyor, birden bıçak keser gibi her şey duruluyor. Düşünmeden edemiyoruz. Sorgulamak gereksinimi duyuyoruz. Hepsi kurgu mu?
Belirsizlik, belirsizlik.

Belirsizlikler ile beraber okulda ders başı yapıyoruz. Kasım sonu Aralık başı. Ay başının ilk cuma günü, maaş alma günü. O gün köy öğretmenleri idari izinli sayılır. Hem maaşlarını alır hem ihtiyaç karını karşılar. Üç gün Şehirde kalma şansı yakalamış olurlar. Ekim ayında harcamayı mı çok yaptık yoksa düzensiz mi harcadık dördümüzün de parası bitti. Mutemet ödeme sırasında kesinti yapıyor herkesten. Ne için dediğimizde askeriyeye bağış, ilköğretim Müdürü Ferit Bey söyledi ben de yapıyorum. Yanıtını alınca beş altı kişi yan taraftaki müdürün odasına girip kapıyı kapatıp. Maaştan kesinti yapamazsınız. Dedik. Bakın bu yaptığınız suç başınızı belaya sokmayın diye uyarıda bulundu. Altı üstü on lira dedi.
 Hüseyin, sevgili müdürüm ben sabah kahvaltı salonuna giremedim simit çay ile geçiştirdim. Yanıtını verdi.
 Tartışma uzayınca kararlı olduğumuzu fark etti. Tamam dedi . Mutemet e bu altısının maaşını tam ver dedi odasından telefonla. Sonuçta kesinti yapılmadı.
HAKKINIZDA ON DÖRT ÇEŞİT ŞİKAYET VAR
Dernekler kapatılıyor, tutuklamalar, gözaltılar yapılıyor. Kitap ve dergi yasaklaması başladı. Çay ocaklarında haberdar oluyoruz köy öğretmenlerinin durumlarından.  Hoşap'taki öğretmenlerden birkaçının göz altına alındığını duyuyoruz. Yasak yayın bulundurmak, teksir makinesi kullanmaktan. Bunların içinde Düziçi mezunu , Düziçili Fevzi Çerçioğlu'nun da olduğunu duydum.  Ziyaret şöyle dursun soranları dahi tutukluyorlar. Hiç bir şey yapamıyor, gözaltına alınanların yakınları bile.
Gelişmeleri  dedikodulardan, radyodan duyuyoruz. Nerede nelerin olduğunu. Öğretmenlerin kaldığı evlere baskın yapıldığını, yasak yayın diye götürüldüklerini duyuyoruz. Lojmanda bulunan dergi ve kitapların bazılarını yok etmeyi veya saklamayı düşündük. Bazı kitapları yakmaya kıyamadık sakladık. Diğerlerini akşamları parti parti sobaya atıyoruz. Buharlı trenin ateşçileri gibi arada bir atıp sobayı karıştırıyoruz demir çubukla. Oksijen yetmiyor yanmasına. Kapağı hafif aralıyoruz pofurdayarak arada bir duman salıyor dışarı. Belli bacanın da gücü yetmiyor çekmeye.
Aralık ayı başlarında sabah saat dokuz on civarında koyun içinden okula doğru önde bir askerî jip arkada iki CMS kamyon yanaştı. Hüseyin İsmail derste, Mehmet ile ben öğleye yemek hazırlıyoruz.  Okul ve lojmanın bulunduğu alan askerlerce çembere alındı. Dışarı çıkmadık. Biraz sonra kapı çalındı. Bir yüzbaşı  yanında iki er. Üzerimizde pijamalar var sakince buyurun komutanım içeri geçin dedi Mehmet. Giyinin konuşalım dedi. Giyinip çıktık dışarıya.
Bu sefer ben konuştum. İsterseniz lojmana geçelim. Arkadaşın ikisi derste, on dakikaları var çıkmalarına deyince tamam bekleyelim dedi  On dakika sonra  sınıfın birine geçtik.
 Yüzbaşı
Hangimiz çocuk dövdü diye söze başladı. Birbirimize bakıştık. Böyle bir durum olmadığını belirttik. Bu arada önündeki dosyanın içini karıştırıyor, diğer taraftaki bloknot defterini inceliyor.
Bakın hocalar hakkınızda on dört çeşit şikayet söz konusu var. Van ceza evinden kaçanların bazıları lojmanda kalmış, sağa sola yazı yazıp pankart açmışsınız, köylüyü toprak işgaline yönlendirmiş siniz, anarşistleri öven konuşmalar yapmışsınız, yazın okul kapalı olmasına rağmen neden hala köyde kaldınız diyerek sorgu başladı.
Ben söz istedim.
-Komutanım son sorunuzla başlamak istiyorum. Ben hiç kar yağan yerde yaşamadım. Kış boyunca beyaz dan usandım. Yaz gelince de Van gölünün güzelliği etkiledi. Arkadaşları ben zorladım bir ay daha kalalım diye. Diğer suçlamaların hiç birin de yapmadık.
İsmail söz aldı
-Komutanım öğrenci dövme diye bir şey olamaz. Ancak zaman zaman disiplin sağlamak için sıkıştırdığımız oluyor. Bunu askerlikte sizler de yapıyorsunuz. Geçen hafta bir veli ile ben tartıştım bunu belirmek isterim. Dedi.
Mehmet şikayet köyden mi komutanım deyince dava uzarsa öğreneceksiniz karşılığını verdi.
Hüseyin
-Ben iki yıldır bu köydeyim hiç sorunumuz olmadı birden nasıl böyle şikayet olur düşünemiyorum. dedi.
İsmail i işaret ederek, siz kalın diğerleriniz dışarıda bekleyin dedi ve biz dışarıda beklemeye başladık kırk beş dakika sonra askerlere seslenerek
- Köyün içine girin beş altı kişiyi alın getirin buraya.
Bir süre sonra çağırdıkları köylüleri içeri alıp İsmail dışarı çıktı. köylüler ile görüşme sonunda bizi çağırdı içeri . Bu suçlamalara göre, sizi merkeze götürmem gerekiyor ama siz yarın uğrayın. Çocukların yanında götürmem uygun olmaz diye düşündüm. Biraz önce kız çocuğunun öğretmenim kaç ,seni götürmesinler kaç diye ağlamasını duydum bu beni etkiledi. Bir de kooperatif kuruyor muşsunuz devam edin dedi. Şaşırdık.
Tam ayrılacaklar diye düşünürken, lojmanı açın arama yapıp gideceğiz dedi ve üç dört askerle lojmanda arama yaptı, bir kaç kitabı karıştırdı kitabınız bu kadar mı?dedi dışarı çıktılar. Askerler toparlandı. Araçlar peş peşe takılarak ayrıldılar köyden. Herkes sessiz ve yorum bile yapmaktan çekiniyor belli.
Akşam olayların değerlendirmesini yapıyoruz. Konuşacaklarımızı, yapacaklarımızı kararlaştırdık.
Ertesi gün gittik. Fotoğraflarımız, parmak izlerimiz alındı.  Söylediklerimizden oluşan tutanakları imzalayarak oradan ayrıldık.
 Her ne kadar bırakılsak ta tedirginlik devam edecek, çünkü belirsiz bir ortam var. şikayet konuları iyi düşünülerek hazırlandığı belli. Bunu köylü tarafından yazılması veya yazdırılması mümkün değil. Köylülerin kendi aralarında da konuşuluyor konu. Emniyet ile arasının iyi olduğunu belirten Abdullah benim haberim var diye söz kaçırıyor bir ara. Bunun üzerine köy heyeti Abdullah'ı sıkıştırmış. Anlatıklarına göre, balık avlama ihalesini alanlar ile adını söylemedikleri bir aşiret büyüğünün bulunduğu bir ortamda konuşulmuş, kağıdı kendisine imzalatmışlar. Bir miktar da para aldığından bahsettiler. Muhtar yanımıza geldi, hocalar bizimki bir eşeklik etmiş. Bir şey olmaz işallah. Diye hem özür diledi, hemde destek olduklarını belli etti. Biz de  kendilerine güvendiğimizi söyledik.
Bir ay sonra köylü devlet malına zarar vermek, devlet görevlisine şiddet uygulama suçlaması ile mahkemeye çağrıldı. ifadeleri alınmış. Toprak işgal girişiminde bulunmuşsunuz öğretmenler de orada mıydı? diye soru yönelttiklerini söylediler. Çevrede baskılar, tutuklamalar gittikçe arttığını görüyor ve duyuyoruz. Rahat olmaya gayret ediyoruz.
Yarı yıl tatili yaklaştıkça kış da iyice bastırmaya başladı.  Birinci dönem sonunda öğrencilerin karnelerini dağıttık. Kar yoğun yağdı. üç gün sonra memleketlere gidebildik. Tatil sonunda yedi günlük rapor aldım. Dönüşte  ders ve hikaye kitaplarından oluşan iki koli hazırladım. Diğer ihtiyaçlarımı da temin ederek Osmaniye'den Van gölü otobüsüne binip çıkıyoruz  on üç saat sürecek yolculuğa. Diyarbakır'a girişte genel arama yapılıyor. kimlikleri kontrol ediliyor. yolcular aşağı indirildi, koltuk araları arandı tekrar yerleştik yerlerimize. Bir yandan da bagaj kontrol ediliyor. Bir asker:
-Askerin biri, paketlenmiş iki karton kutunun sahibi kim ise aşağıya gelsin diye seslendi. İndim aşağı. Ne var bunda aç dedi. Öğretmenim ders kitapları var, Van'a gidiyorum dedim. Askerler kolileri aşağı indirdi. hafif hafif de yağmur atıştırıyor. iplerin bağını kesip koliyi açtılar, aralarını karıştırdılar ,sayfaları çevirip baktılar. Süreç içinde karton ıslandı dağıldı. Tekrar paketlemek zor, ıslandı artık hepsi. Gidebilirsiniz dediler. Kitaplar orada yağmurun altında kaldı öylece.
Ertesi gün raporu ilköğretim müdürlüğüne vererek akşam üstü Haraba köyünün okul lojmanına döndük geri. Hoş beşten sonra  yol yorgunluğundan uyudum hemen. Sabah kahvaltı sonunda.
Mehmet:
-Osmancığım sana bir şey söyleyeceğiz akşam söylemedik. Hüseyin'in İstanbul'a tayini çıktı.
- İyi hayırlı olsun evlilik işi olduğunu, tayin istediğini biliyoruz zaten.
- Seninki de Özalp tarafında, Erçek gölünün üst tarafında Ağzıkara Köyüne çıkmış. Dedi.
Nihayetinde okul müdürü olarak Hüseyin tebliğ etmek zorunda yazıyı. Kendisi de ayrılacak. Yerime bir öğretmen de atanmış. İlden, hemen ilişiğini kesip yeni görev yerine gitmem söylenmiş. Bir yıl dört ay sonra Haraba'da (çitören'de ) işimiz bitiyor. İsmail ve Mehmet kalacak artık. Mehmet'i de burada bırakmayacaklarını seziyoruz.  İsmail rahatsız onu düşünüyoruz o zor durumda. Birden durgunlaştı zaten. Yıl sonuna kadar kalsaydık , şu kara kış geçseydi bari. Kar yağıyor ara ara. Köy yolları kapanıyor. İlişiği kesip yatak yorgan ve diğer eşyaları köy kamyonuna yükleyip Van;da Bekar olarak kalan arkadaşların evine bıraktım. Bir iki gün otelde  bir iki gün lisede öğretmenlik yapan arkadaşların evinde. Akşam üstü  evde otururken kapıda Samandağ orta okulunda beden eğitimi olan Yücel İldiz göründü. Gülüşme, sarılma, sohbet geç saatlere kadar sürdü. Onu da sürgün etmişler buraya apar topar gelmiş. Somyayı, yatağı, yorganı ona bıraktım. Köy yolu kapalı, götürmek bir problem. Kendim köylüden yatak temin ederim.

BURADAN SONRA NEREYE GİDECEKSİN?
İlköğretim müdürüne, köye gidemiyorum  nasıl olacak göreve başlama deyince, ben bilmem herkes kendi derdinde hallet işini dedi. Durum karışık. Yeni görev yerindeki kişiyi tanımıyoruz. Erçeğe kadar minibüs ile ite kaka vardık. Erçekten bir at kiraladım. Yanım süre gelip, atı tekrar getirecek bir genç ile de anlaşarak, iki atlı Ağzıkara köyüne doğru çıktık yola. Bir saatlik at yolculuğu bazı yerlerde düzlük, bazı yerler hafif yükseltilerden oluşan yolda devam ediyor. Daha önce traktör ile  yoldan gidilmiş. Yoldaşlık yapan genç ile yarı Türkçe yarı Kürtçe konuşarak ilerliyoruz. Bir vadinin içinde köy görüldü. Okulun önünde atları teslim edip vedalaştık. Bir lojmanlı Tek derslikli bir okul. Tanışıyoruz öğretmenle. Çorumlu imiş ilk tayin yeri, Eğitim mezunuyum dedi. Mutlu olduğu gülerek anlatımlarından belli. Durumu anlattım. Sürgün geldiğimi, eşyaları neden getirmediğimi açıkladım. Okulun bitişiğindeki evden yatak yorgan getirtti. Yer yatağı yaptık. Çay demleyip geç saatlere kadar  konuştuk.
Sabahleyin  giden evrak defterine göreve başlama yazısının tarih ve numarasını kaydettik. Yollar açılınca veya uygun zamanda götürülse de olur artık.
 Birleştirilmiş sınıflar, 1.2.3. Sınıfları ben,  4.5. sınıfları Çorumlu okutacak. Köy hakkında öğretmen arkadaştan bilgi alıyorum. Köy halkı  arasında geçmişe dayalı husumet varmış. üç ayrı aşirete bağlılık var. öğrencilerin okula devamı iyi. okul vadinin alt kısmında. köy bir vadiye kurulmuş. Sağlı sollu yamaçlarda yerleşimler bulunuyor. Köy meydanı, camisi ve okulu birbirine yakın oluşturulmuş. Okulun hemen güneydoğu yamacında sağlık evi bulunuyor. Kavak ağaçları vadi boyunca uzanıyor. Küçükbaş hayvancılık ve tarım ile geçim sağlanıyor. Erçek kasabasına 12 km. Özalp ilçesine 25 km.  Sağlık evi binası yapılalı iki yıl olmuş. Görevli bir Ebe-Hemşire var. O da yeni gelmiş sağlık evine. Haraba köyüne göre merkeze  uzaklığı hariç, aslında fena da değil.
Şubat ve mart ayı aralıklı kar yağışı ile geçiyor. Kar yağışının olmadığı günlerde hava sıcaklığı iyice düşüyor sıfırın altına beraberinde esinti. Poyrazın olduğu günler terimiz buza dönüşüyor. sınıfın varilden yapılmış sobasını tezekle doldurup ateşliyoruz gün boyu. Köyün Ebe Hemşiresi Bayramiye Hanım at sırtında, komşu köy Yatıksırt'tan dönüşünde saçları terlemiş, açıkta kalan saç telleri buzlanmış şıkır şıkır şırkırdıyor, ziynet takılmış gibi. Takıların yakışmış diye takılmadan edemedim. Yorgunluğu yüzünden okunuyordu. Kızgın bir bakıştan sonra, benzetmen çok ilginç teşekkür ederim diye seslendi. 
  Şubattan Mart ayı sonuna kadar yoğun bir şekilde öğrencilerin eğitimine yöneldik. Okuma yazma öğrenmeyen iki kişi kalmıştı. Diğerleri okur yazar oldu. Rahatladık. Nisan da karlar eridi. Dağlarda karlar eğleniyor. Van Merkezden iki bayan öğretmen geliyor kadınlara okuma yazma öğretmek için. Kadınları erkek öğretmende okutmak istememişler. Bunun için Karayollarının aracı ile geliş gidiş yapıyorlar.

 Komşu köylerin öğretmenleri ile tanışmak için köyden bir at alarak Yatıksırt köyüne gitmeyi planladım. Okulun çevre duvarları bitişiğinde evi olan Murtaza Amca'nın bir atı var. Ondan at için ricada bulundum. Olur dedi. Hafta sonu ati alır iken atın huylarını sordum. Anlattı bir bir.
At bakımlı bir at, yelelerini sıvazlayarak elim ile kuru üzüm verdim,Kisnedi hemen. Murtaza Amca at dilinden anlıyorsun dedi. Ata binip Akşama dönmek üzere Ağzıkara köyünün bulunduğu vadinin doğu yönünde bulunan yamaçtan çıkarak düzlüğe ulaştım. At ayak izleri ile oluşmuş bir yolu var. Hiç sarsmıyor at. Rahvan bir yürüyüşü var. Dizginini bir iki çektim tırısa gidiyor. Tırıs gidişi bile rahat. Bir müddet sonra hafif tepikleyince dört nal gitti. Gerçekten cins bir at. Köyün okulu göründü. Köyün ortasına yakın bir yerde. Bu köy sırtını kuzey yamaca dayamış bir alana yerleşmiş. Okul çevre duvarları kerpiçten yapılmış. İki derslikli iki lojmanlı.  Okul bahçesinde iki ağaç var. Ağaçların dibine atı bağlayıp torbasını başına takarken öğretmenler lojmanın önünde görüntüler. Şavşatlı Osman, Sivaslı Mustafa  öğretmenle tanıştık. Öğle yemeği faslından sonra dolaştık köy çevresinde. Nasıl ise hemen kaynaşıyoruz. Sanırım sorunların ortaklığı, çıkar ilişkisi olmadığı açık. İkindi vakti tekrar geldiğim yolu takip ederek Ağzıkara köyüne dönüp atı Murtaza Amca ya teslim ettim.







 Bir hafta sonu da Yatıksırt'ın öğretmenleri ziyarete geldiler. 23 Nisan ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramını ortaklaşa Ağzıkara köyünde kutlamayı planladık. İki okulun öğrencileri bir arada bayram kutlaması iyi ilgi gördü.  öğrenciler,  çeşitli yarışmalar, yörede söylenen tekerleme ve türkü örneklerini seslendirip halk oyunu gösterisi yaptılar.
Aksilik ya, bir hafta önceden tuttuğumuz davul zurnacı kardan birinin yakını vefat etmiş gelmedi. Zurnacı ya davul ile eşlik etmeye çalıştım. Köylülerin bazıları öğretmende mıtrıplık ta mı var? Demişler.
 Mıtrıplar, kavgacı, gürültücü olarak bilinirler.   Mıtrıp, Kürtlerin yoğun olduğu coğrafya içerisinde yaşayan çingene topluluğuna deniyor. Dinsel inanışlarda genelde Şafi mezhebinin etkileri vardır. Müzik yetenekleri güçlüdür. Davul, zurna, mey, yöreye özgü kemençeyi andıran müzik aletlerini kullanıyorlar.
İki köyün çocukları bu bayram kutlaması sayesinde tanışmış oldular. Bir araya gelip yemeklerini paylaştılar. O gün İkindi sonuna kadar oyunlar oynadılar. Ertesi hafta sonu Çalımlı köyüne geçtik. Ege yöresinden gelmiş öğretmen, tek öğretmen olarak çalışıyor. Tek çalışmanın avantajı ve dezavantajı dan bahsetti. Yinede tek çalışmak zor. Hata yapma şansın yüksek. Keşke daha önce tanışıp bayramı bu köyde yapsaydık. Diyor. Seneye diyor Şavşatlı.
Bir belirsizlik başını alıp gidiyor. Özalp ta birçok öğretmeni içeri almışlar. Hoşap ta, Başkale de gözaltılar olmuş, geçen hafta Van da arkadaşlar anlattılar. Bize ne olacak biliyor musunuz. Boş ver diyor Sivaslı, bekarız, buralardan daha kötü yere verseler ne olur.Atacaklarsa da atsınlar. Esas evli olup çocukları olanlar var, onların işi çok zor. Memleket uzak, ortada kalır çoğu. Olumsuz durumları unutmak için geziyoruz köy içinde. Köylüler ile Şakalaşıyor Egeli. Köy ile iletişimi iyi olduğu belli. Azeri kökenli imiş köyün çoğu. İkindi vakti ayrıldık Çalımlı Köyünden.

Bir öğleden sonra  Karayollarının aracı ile Van'dan gelen öğretmenlerle köyün kuzey tarafında bulunan dağın tepesindeki radara gezmeye gitmiştik.  Nedense radarların bulunduğu yerler hep ilgimi çekiyor. Düziçi'nde de öğrenci iken merakım yüzünden üç günlük anarşist olmuştum. Radarların olduğu yerler çevreye hakim yerlerdir. Hava açık muhteşem bir görüntü.  Biraz seyirden sonra okula geri döndük. Tesadüf ya biz ayrıldıktan sonra müfettiş gelmiş okula. Araç, öğretmenleri de alarak geri döndü Van'a. Müfettiş, teftişi öğleden sonra tamamlayıp kara yollarının aracı ile geri dönmeyi planlayarak gelmiş. Hesap tutmamış. Diğer sınıfları kontrol etmiş, 1.2.3. Sınıflar kaldı. Bu gece burada kalıp yarın teftişi tamamlayıp döneceğini söyledi. Akşam yemeğini birlikte hazırlayarak üçümüz yedik. Geç saatlere kadar gaz lambasının ışığı altında konuştuk.
Bir ara takılmak istedi sanırım.
- Buraya sürüldün, buradan nereye gideceksin bilmem Osman Bey dedi.
-60 km. ileride İran sınırı var hiç önemli değil, orayı da tanımış, görmüş olurum. Senin de işin zorlaşır. Taa oralara beni soruşturmaya gelecek, yatacak yer arayacaksın, benimle yatsan bir türlü, yatmasan bir türlü diyorum. Gülüşüyoruz halimize.
Yer yatağında yattık. Sabah  Kahvaltı yapıldı.
  Müfettiş,öğrencilerin gelişi tamamlanınca sınıfların kontrolünü tamamladı. Evrak incelemesi de tamamlanınca  Çalımlı köyüne geçeceğini söyledi. Kendisine eşlik edecek bir genç ve bir at ayarladık, uğurladık müfettişi.
Okullar artık tatil tatil moduna giriyor. Yöre halkının kış hayvan bağ bahçe işleri yoğunlaşıyor. Toprak bütün gücüyle güzellikleri doğuruyor. Çiçek, böcek, sürüngen, çim çimen, tüm dikenli bitkiler köyü yeşil ve yumuşak. Doğa baharda uyanıyor, özgürce, sere serpe, birbirine zarar vermeden. Erkenciler çiçek açarak kutluyor baharı. Güneş, hava, su,toprak tüm canlıya destek, bu ortamı değerlendirmeye çalışanlar.
Kış yoğun geçti, Kar güzel yağdı. Kar yılı var yılı derdi bizim büyüklerimiz. Yeraltı suları çoğalır, toprak suyu yavaş yavaş emer kardan. Anlatırlardı büyükler, sonra okullar da öğrendik açıklamalarla daha da sonra tecrübe ve birikimle. Yörenin yağmuru, rüzgarı ne zaman ne yönden geleceğini. Kışın Özalp Van istikametinde bazen esen memedik rüzgarında dışarıda kalmak mümkün değil. Keskin, soğuk ve sert eser. Bunu tecrübeli olanlar sezer, bir rasatci gibi. Bu kış bir gün esti, kendini gösterdi Memedik Rüzgarı. Gerçekten dayanılmaz. Baharda ve yazda Van ve çevresi daha da bir farklı, gölü dağları. Yöre halkı deniz der Van Gölü ne.
Mayıs ayı boyunca da okuma yazma öğretimi köy kadınları için devam ediyor. Merkezden gelen bayan öğreticilere takıldıkları yerlerde yardımcı oluyoruz. Zaman zaman  çay ve atıştırmalık hazırlayıp, sağlık evinde bulunan köyün ebe hemşiresini de çağırıyoruz. Zamanla bu birlikteliğe kursa gelen köy kadınları ve eşleri de ara sıra katıldılar.
Mayıs ortası benim er öğretmenlik sürem dolduğundan terhis belgesi alıp il dışı tayin dilekçesini Milli Eğitim Müdürlüğüne verdim. Tayinler Ağustos sonu belli olur.
Haraba (Çitören) Köyü'nden haber alıyoruz. İsmail rahatsız. Mehmet ilgileniyor. Ailesi haberdar oluyor. Diyarbakır daki hastaneye kaldırılıyor. Tedavi süreci Bursa da da devam ediyor. Kolon kanserine yenik düşüyor İsmail. Hafiften gülümseyerek söze başlayan, idealist, sarı oğlan genç yaşta veda etti insanlara.
Veda etmedi İsmail, için için kızdı düzene, kırıldı insanlara, isyan etti bedeni, ayrılıp gitti.  İki yıl içine sığan hızlı bir yaşanmışlık var.
Mehmet de ayrıldı o köyden, Başkale ye başka bir göreve. İki yıl içine sığan hızlı bir yaşam bölümü.
Bu arada da gözaltılar, tutuklamalar, görevden almalar sürüp gidiyor.

TEKRAR HATAY İLİNE DÖNÜŞ
Ağustos ayı sonunda tayin dilekçem işlem görmüş, Hatay iline tekrar atamam yapılmıştı. İl içi atamada İskenderun Üçgüllük köyünde göreve başlıyorum. Eşimin tayini Hatay Devlet Hastanesine yapılıyor. Bir araya tayin yaptırmak eş durumu olsa da çok zor oldu. Üç ay üç güllük ilk okulunun giriş kapısının yanında kantin amaçlı yapılmış üçe üç kulübede kalıyorum. Akşamları diğer öğretmenlerin evlerinde oturup konuşuyoruz. Büyük bir okul diyebilirim.

Radyolardan televizyonlardan her gün saat başlarında; güvenlik ve huzur sağlandı, anarşistler tek tek yakalanıyor, endişelenecek bir durum yok vb duyuruları duyuyoruz izliyoruz.
Ağustos ayı sonunda tayin dilekçem işlem görmüş, Hatay iline tekrar atamam yapılmıştı. İl içi atamada İskenderun Üçgüllük köyünde göreve başlıyorum. Eşimin tayini Hatay Devlet Hastanesine yapılıyor. Bir araya tayin yaptırmak eş durumu olsa da çok zor oldu. Üç ay üç güllük ilk okulunun giriş kapısının yanında kantin amaçlı yapılmış üçe üç kulübede kalıyorum. Büyük bir okul diyebilirim. Akşamları diğer öğretmenlerin evlerinde oturup konuşuyoruz. Öğrenciler sınıflar konuşuluyor. Arada bir televizyondaki anlatılanları izliyoruz. Akşam haberlerinde açılış görüntüleri yayınlanıyor. Kasabalarda, meydanlarda Atatürk büstü açılış törenleri. Her hafta bir büst açılış töreni izliyoruz. Okul öğretmenleri dönüşümlü olarak her gün bir evde toplanıp sohbet ediliyor. Yine bir açılış töreni izlerken bu kadar Atatürk büstü açmanın sakıncalı olacağı, bunların ileride koruma sorunları yaratacağını konuştuk.
Görevden alınanlar, soruşturma açılanları konuşuyoruz. Bu  konuşmalardan bir hafta sonra ifade vermeye çağrılıyoruz İskenderun merkeze. Suçlama konusu, Atatürk'ün büstlerinin açılışına karşı çıkmak. Söylediklerimizin doğru olduğunu gerekçesiyle birlikte açıklama yaptık. Bu tür uygulamalar Atatürk saygınlığı sulandırıcı olacağını belirtiyoruz. Herhangi bir uygulama yapmadan gidebilirsiniz dendi. İçimizden birisi o gün iletmiş ama kim? Bu soruyu hep sorduk Kendi kendimize. Beş kişi önceden beri orada, beşimiz de yeni gelmişiz. Herkes herkesten şüphe duyuyor.
Eş durumundan Antakya merkeze gidiş dönüş yapılabilecek bir herhangi bir okul için uğraşıyor, her hafta sorunumu anlatmaya çalışıyorum. Millî Eğitim Müdürlüğü nde görev alan yöneticiler çözüm de üretmiyor. Uzun uğraşlar sonucu Büyük Dalyan Alatoprak ilkokuluna atanıyorum. Dört öğretmenli iki derslikli bir okul. İyi de anlaşıyoruz kadro ile. Köy Amik ovasında. Küçük bir yerleşim yeri. Bir kilometrelik uzaklıktaki evlerden de öğrenciler gelip gidiyor.
Bu arada Askerî yönetim, yeni bir anayasa hazırlayıp on beş gün eleştirilere açtığını belirtiyor. Anayasanın maddeleri ve içeriklerini pek bilen de yok. Bilen de düşüncesini söyleyemez. Bu koşullarda anayasa oylaması yapılacak. Sandık başkanı olarak Demirköprü ye gidiyorum. Seçim sandığını, sandık kurulu üyeleri ile birlikte hazırladık. Oylama başlıyor. Köy muhtarı kadınları buraya yormayalım, zaten evet verecek bütün köy dedi. Müsade etmedim. Beni kenara çağırdı. Hayır çıkarsa komutan kızacak, tüm muhtarlara durumu daha önceden söyledi. Dedi. Yinede müsade etmedim, herkes sandığa gelerek oyunu kullandı. Oylama sonucunda sandıktan çıkan oylardan beş tanesi hayır olarak çıktı. Hâlâ bunları değiştirelim diye ısrar ediyor sandık başında duran ve izleyenlerden bazıları. Sonuç değişmedi. Olduğu gibi tutanağa geçildi. Bir çok sandıkta buna benzerlerinin olduğunu duyuyoruz sandık başkanlarından. Sonuçta yüzde doksan iki ile kabul edilmiş sayıldı yeni anayasa. Sivil toplum örgütleri, dernekler kapatıldı. Sendikalar susturuldu, basın sınırlandırıldı. ortam hazırlandıktan sonra seçimler yapılacak.
Küçük yerleşim yerlerinde yatılı kurs binalarının inşaatlarının temelleri atıldı. Merkezî yerlerde dershaneler gündemde.

6.Kasım. 1983 seçimlerine üç parti katıldı. Turgut Özal'ın başını çektiği Anavatan partisi oyların yüzde kırk beşini alarak seçimi kazandı. On iki Eylül anayasası diye anılan anayasaya göre yürütme görevini yerine getiriyor. Sivil yönetime geçildi diye Umut bağlanıyor. Yıllar geçtikçe partizan uygulamalar baskısını gösteriyor.  Bir tayin isin varsa, kurumlardan yapılacak bir şey olursa, ya il, ilçe teşkilatlarından yahut bölgedeki partili muhtarlardan olur alınması ile yapılmaya başlandı. İki üç seçim kazanıyor, başarı sarhoşu olan bir yönetim. Devlete  Çalışan kesim, bana zarar gelmesin, isim düşer korkusu ile amirine yöneticilere iyi görüntü verme çabasına düşüyor.
1402 sayılı yasa ile görevden alınanlar geçim sürecini devam ettirmeye çalışıyorlar. Yasal hak arama mücadelesini sürdürüyor, bir yandan da bir iş alanları yaratmaya çalışıyor kendi olanaklarıyla. Çay ocakları işletenler, kitap pazarlama ile uğraşanlar, pazarcılık yapanlar, imkanları olanlar ailesi ile birlikte ortak iş yapanlar, bir çözüm bulamayıp aile parçalanması yaşayanlar var.
Geçmişten gelen toplumsal duyular azalıyor, bireysellik ön plana çıkıyor. Askerî yönetim alkışlarla karşılandı, süre uzadıkça yapılan uygulamalar, baskılar duyuldukça içten içe tepki doğumu olabilir idi. Seçimler sonucunda gelen yönetim alkışlandı. Süreç içerisinde yöneticiler öncülüğünde, siyasal ve ekonomik ranta ulaşmak için her türlü girişim yasal sayılmaya başladı.
Bu arada 1402. Maddeye göre açığa  alınanlar, görevden alınanların mahkeme başvuruları vardı.  Mahkemeler bu gibi uygulamaların bir kısmını bozdu ve mesleğe geri dönenler oldu. Geçmişe dönük ücretlerinin bir kısmını alabildiler. Diğer bir yandan da aradan dört buçuk yıl geçmesine rağmen 12.Eylül.1980 öncesi olayları protesto eylemlerine katılanları mahkemeye sevk etme çabaları sürüyor.
Görevinden istifa ederek ayrılan öğretmene iki yıl sonra, bir eylemden dolayı görevde olmadığı halde kınama cezası tebliği bile yapıldığını duyuyoruz.
Her gün otogara gelip, İskenderun, Kırıkhan istikametine giden dolmuşların birine biner, Alatoprak yol ayrımında inip iki km yürüyerek okula ulaşır idim.
Bir garip durum ile karşılaştım Antakya otogarında. Van da Yıldız oteline giriş sokağının köşesinde tablada kolonya satan bir sivil polis vardı. Onun istihbaratçı olduğunu çoğu kişi bilirdi. Biz de onun narkotik ile ilgileniyor diye düşünürdük. Aynı kişi, aynı tabla. Sakalı uzamış giyim tarzı değişikliği var. Tablası ve kolonya şişelerinden anımsadım. Kolonya fiyatın sordum sesini almak için. Evet aynı ses aynı kişi. Usulen küçük bir plastik kolonya şişesi aldım. Bir seferinde Antakya dan sürgün edilen, mahkeme süreci devam eden bir ağabeyi yolluyoruz, üç dört kişiyiz. Araca binilme anında kolanya satıcısının fotoğraf çektiğini fark ettim. O anda tamam yanılmıyorum artık bu o adam. Diye düşünüyorum. Şüphe ya onun arkasından dolanır geçerdim çoğu zaman.

  BU NASIL BİR TUTKU Kİ BÖYLE
Temmuz, Ağustos ayları Amik ovasında esinti olmazsa dayanılmaz bir sıcak ve sinek olur. Ancak Asi ırmağının yatağı boyunca Akdeniz'den gelen esinti nefes aldırır. Asi ırmağı Amik ovasının ana damarlarından birisi. Kış aylarında yağış çok olduğu zaman da taşkın olur eski Amik Gölünü yeniden oluşturur.
Bin dokuz yüz seksenli yılların başında, Üç öğretmen kadrolu Büyük Dalyan Alatoprak Mezrasında çalışıyorum. Büyük dalyan adını Amik Gölü var iken almış, buradaki dalyanda balık tutulduğundan bahsedilir. Şimdi dalyan ile alakası yoktur. Antakya merkezden İskenderun Kırıkhan istikametine giden araçlara biner, yol  ayrımından sonra iki km. yürüyerek okula varırdım. Okulun pencereleri köy tarla yoluna bakardı. Her gün aynı saatte başında şapkası üstünde iş kıyafetleri bulunan altmış yetmiş yaşlarında biri, yirmi dakika boyunca yolun kenarında bulunan büyükçe bir taşın üzerine oturur, çizmelerinin çamurunu temizler gibi yapar giderdi.  Bir gün aynı kişi giyinmiş kuşanmış olarak okula geldi. Kısa bir konuşma:
- Hocam ben de ilkokul öğretmeniyim, Düziçi köy Enstitüsü Mezunuyum, dersine katılabilir miyim?
- Dersim Türkçe hocam, okuma anlama çalışması yapacağız. Bu dersi ben sizden dinlemek istiyorum.
- Yanlış anlaşılmasın diye ben teklif yapamadım. Tabii ki.
İki  dakika sonra sınıfa geçtik. Öğrencilere tanıtım yaptıktan sonra arka sıranın birine oturdum izledim. Bir saatlik sürede okuma anlama, matematik, resim müzik dersini bağlantılı olarak bir arada işledi. Bizlere teşekkür ederek sınıftan ayrıldı. Arkası sıra ben de çıkıp teneffüs boyunca Düziçi Köy Enstitüsünden ve öğretmenlikten bahsettik, vedalaştık. Ne meslek aşkı varmış. Diye düşündüm.
         Nisan ayında okullarda bir yandan da Yirmi Üç Nisan Ulusal egemenlik ve çocuk Bayramı kutlamaları için çalışmalar yapılır.

 Bayram günü etkinlikler yapılır. Bayram kutlamasını izlemesi için yeni yürümeye başlayan oğlumuzu okul bahçesine bıraktığımda adımını atmaya korktuğunu fark ettim. Sürekli kapalı alanda kaldığından çok geniş bir ova onu korkutmuştu. O yaz tamamen doğal ortamda bulunma kararını verdim.
 Amik Ovasının geniş toprak sahipleri tarlalarına bakan işçileri ayarlarlar arada bir uğramak üzere  yaylalara gider. Halı vakti düzgün, imkanı olanlar deniz kenarında veyahut yaylalıklarda yazı geçirirler.

SÜRÜ
Seksenli yılların başlarında, yaz tatilinin birinde Toros Dağlarının yaylalarına  gitmeye, oralarda kısa bir sürede olsa kalmaya karar verdim. Kalacak bir yer problemi ise, orada yaşantılarını sürdürenler nasıl çözüyorlar ise öyle çözülür diye düşündüm. Problemler çözülmek için vardır mantığı, rahat karar vermemi sağladı.
    Gitmeye karar verdiğim yer Karaman'ın Kızıllar ( Taşkale )  Kasabasının yaylaları.  Kızıllar çok eski bir yerleşim yeri. Sonradan Taşkale adını almıştır. Atatürk'ün Dedesinin bu yerleşkede bulunduğunu belirtenler var. Kızıllar, Ihlara Vadisini andıran derin ve dar bir vadi içindedir.  Vadinin ortasından bir dere akar. Dereden önceleri alabalık tuttuklarını orta yaşlılar bahsederler.Vadinin bir yamacına güneşi tam görecek şekilde  evler olabildiğince sık bir şekilde sıralanmış, diğer yamacı ve dere kenarı kavak, ceviz, elma, kayısı ağaçları ile bezenmiş. Doğal tahıl ambarları kayalar oyularak yapılmış olup bu ambarlarda tahıllar senelerce durduğu halde bozulmadığı görülmüştür. Taşkale, ipleri kök boyalarla boyanmış el dokuma halıları, sürüleri, tahıl ambarları ve deri tulum peynirleri ile ün almaktadır. Kasaba ile yaylalıkların en yakını arasındaki mesafe üç saat yürüme mesafesinde. Yayla yolları traktör teker izleri veya sürülerin ayak izleri ile oluşmuştur.
Yaylalara göç Nisan, Mayıs aylarında yapılır. Kasabadan çıkarken süt kazanları, peynir basmak için tımar edilmiş deriler, keseler, un çuvalları, sürüye yalatmak için tuz torbaları, kuru baklagiller, kıştan arta kalan yiyecekler, var olan giysiler hazırlanır. Şartlara göre traktör veya at ve eşeklere yükleme yapılarak konaklama yerlerine varılır.
    O yıllarda kayın babam hayvancılık yapardı. Sürünün bir kısmı kendinin,bir kısmına da ücretli bakardı. Diğer sürü sahipleri de peynir yapmak için yaylanın konaklama yerlerinde üç, dört aile olurlar. İşte o üç dört aile ile bir arada olmak üzere gideceğim.
   Antakya'dan Karaman'a direk araç yoktur. Özel aracınız yoksa Antakya, Adana, Karaman aktarmalı otobüslerle, veya Antakya dan Adana'ya otobüs, Adana dan Toros ekspresi ile Karaman'a sonra Taşkale Kasabası'na gidebilirsiniz. Bu gidişte otobüs, tren, otobüs seçimini yaptık. Adana'dan trene binmek yerine Toprakkale istasyonunda trene binmeyi tercih ettik. Çünkü Ceyhan ve Adana'da binen yolcu çok olduğundan yer bulmada sıkıntı yaşamayalım diye. Toros ekspresinin  yolcu vagonları altı kişilik kompartımanlar şeklinde düzenlenmişti. İki aile bir kompartımanda oturuyoruz. Ceyhan, Adana, Tarsus istasyonları arası tren yolu geniş, verimli Çukurova'nın ortasından gider. Tren yolcululuğunun da kendine has güzelliği var. Tarsus'dan, Pozantı, Ulukışla  istasyonları arası tren uzunlu kısalı tünellerden, vadilerden dolanarak Torosları  geçerken yüksek yerlerde iğne yapraklı ağaçları, vadilerde geniş yapraklı ağaçları izlersiniz. Ulukışla'dan sonra Konya ovasının belirtilerini görmeye başlarsınız. Geniş buğday tarlaları, bazı yörelerde elma ve badem bahçeleri, hasadı bitmiş alanlarda koyun sürülerini izleyerek Karaman'a ulaştık.  Taşkale Kasabasının otobüsü sabah Karaman'a gelir, öğleden sonra tekrar kasabaya döner.
       Dönüş saatine yakın otobüsün bulunduğu alana geldik. Yolcular alabildikleri ihtiyaçlarını bagaja muavin ile birlikte yerleştirdiler. Uzaktan gelenlerin valizlerini ayrı, çuvalları ayrı ayrı yerleştirdi muavin. Hareket saati geldiğinde hareket etti. Yolda bineceklerin isimleri tek tek şoföre söylendi. Yol boyunca alınacak yolcular alındı. Atmış km. yolumuz daha var. Yaşlı, genç, çocuk her yaş grubundan yolcu var.
    Karaman Ereğli yolunda bir süre ilerledikten sonra kasabanın stabilize yolunda ilerliyoruz. Otobüs, zaman zaman karşıdan gelen araçların çıkardığı toz bulutu içinden çıkıp kıvrıla kıvrıla gidiyor dar bir vadi boyunca. Dere kenarında uzun uzun kavak ve ceviz ağaçları gölgesinde. Bazen vadiden çıkıp ağaçsız kaya diplerinden geçen yolda ilerliyor, tekrar vadiye giriyor.

Yolculardan bazıları uyukluyor. Arada bir bebek ve çocuk sesi ve ağlamaları duyuluyor. Uzaktan gelen yolculara sıra ile hoş geldin, hal hatır soruları sorulup çocuklara maşallah pek de güzelmiş, dedesi nenesi de nasıl da sevinecek ifade sözcükleri kullanılarak içtenliklerini ortaya koyuyorlar. Bazıları da yolculuk boyunca, şehirde neler yaptıklarını, çocuklarıyla torunlarıyla olan ilişkilerini, köye varınca yapacaklarını, hastalıklarını, hayvanlarının bakımını, komşuları ile olanları birbirleri ile paylaştılar. Paylaşımları dinleyip köye varınca hiç yabancılık çekmez, ve kendinizi yabancı hissetmezsiniz. Olan biten her şey paylaşıldı.
  Otobüs nihayet kasabaya geldi, yüksek kaya dibinde durdu. Kaya dibi kayalardaki ambarların önündeki küçük düz alana deniyor.Yakınlarını bekleyenler, merak edenler kaya dibinde otobüsün gelişini beklerler. Kasabanın iki düz alanı vardır. Biri kaya dibi, diğeri belediye ve eski ilkokulun bulunduğu alandır.
 Otobüsten eşyalarını alanlar evlerine doğru yöneldiler.



taşkale karaman ile ilgili görsel sonucuİlgili resim


taşkale karaman ile ilgili görsel sonucu
Bölge yerleşimi çok eskilere dayanmakla beraber turistik Manazan Mağaraları, İncesu Mağarası ve Taştan Oyma Tahıl Ambarları bu kasabada bulunur. Kasaba bir vadinin içerisine kurulmuş olup, yerleşim bir yamacın üzerindedir.














2. BÖLÜM: OBA YOLU
Kaya dibinden elimize valizimizi, çantamızı, çocuğumuzu kucağımıza alarak  kayın babanın dere kenarındaki evine geldik. Evde kimse yoktu. Onlar yaylaya çoktan taşınmışlardı. Taşındıkları yayla yerine Oba denirdi. O gece komşular geldi. Sohbetler, hal hatır derken geç saate kadar oturuldu. Gece serin bir hava deliksiz bir uyku yolun bütün yorgunluğunu sildi süpürdü. Evin arkası toprak zemine dayalı, önü dere yatağına bakıyor.

 Dereden akan suyun sesi ile kavak ağaçlarının yaprak sesleri, kus sesleri birbirine karışıp farklı bir ses armonisi oluşturuyor. Ev ile dere yatağı arasında beş yüz metrekarelik alanda ekilen patates fasulye, soğan Sarımsaklar yetişmiş, canlı bir yeşillik.
Bir günde burada kalmaya karar verdik. Evlerin alt odalarında hali dokumacılığı yapılıyor.
     Dar sokaklardan geçerken hali dokuyanların kirkit sesleri duyulur.
    O gün obaya birlikte gideceğimiz aile ile görüşüp sabah erkenden yola çıkıldı. Ulaşım araçlarımız dört eşek. Eşeklere kıyafetleri , kuru yiyecekleri koyduğumuz çuvalları yükledik. iki kişi komşular, üç kişi biz biri oğlumuz iki yaşında. Kuşluk vakti çıktık yola. Köyün çıkışına kadar orta yaşlı teyze bindi eşeğin birinin sırtına oğlumuz kucağında. Yayla yolu köy çıkışı dere üzerinde dar bir taş köprüden geçer ve biraz yokuştur. Düz alana ulaşıncaya kadar çocuklar ve yürümede zorlananlar biner hayvanların sırtına, diğerleri yürüyerek çıkarlar yokuşu. Düz alana ulaştıktan sonra eşeklere atlara binilip devam edilir yola. Her hayvanın bir özelliğinden bahsettiler. Eşeğin bazıları uysal, üstündeki yükü sarsmadan yürüdüğü için çocuklar ve yaşlılar onlara biner. Çok hızlı hareketli genç olanların yükü biraz daha ağır olur.
       Traktör izlerinin oluşturduğu yoldan, eşeklerin sırtında ikişerli olarak ilerliyoruz. Hayvanların ayaklarından çıkan nal sesleri bazen hoş bir ritm oluşturuyor düz yerlerde. Taşlık ve engebeli alanda ritm bozulup tekrar düzeliyor. Zaman zaman tozlu alanda ilerlerken arkamızda toz bulutu oluşuyor.         Eşekler sese karşı duyarlı hayvanlardır. Kulakları radar çanağı gibi sesin geldiği yöne hemen döner. Tehlike sezdiği zaman sürekli dik ve sağa sola hareket halinde olur. O zaman semere veya palana sağlam oturup, yularını sıkı tutmak gerekir ani harekette düşmemek için. Yolumuz üstünde ilerlerken sincaba benzeyen, o yörede tein denilen yabani hayvana sık sık rastlıyoruz. Zehirli olduğu ısırdığı zaman tehlikeli sonuçlar olacağı söyleniyor. Önden giden eşeğimiz onu uzaktan görünce hemen kulaklarını kaldırır iki üç saniye sonra kulakları inerdi. İlk defa bir hayvana binen çocuğumuz eşeğin kulaklarını taklit etmek için, elleri ile kendi kulaklarını kaldırıp indirmeye çalışıyor, biz de ona Eşek nasıl yapıyor? diye soru sorup, hareketlerine gülüyoruz. Konuşmalarda sesimizi birbirimize duyurmak için yüksek sesle konuşuyoruz. Obadan, köyden, şehirden, tanıdıktan bahsederek yolculuk sıkılmadan devam ediyor. Bir ara eşekler aniden hızlandılar. sezdikleri bir şey vardır diye düşündüm Yanımdaki amcaya :
   - Niye birden hızlandılar? Diye sordum.
   - Az ileride bir pınar var, orada biraz dinlenip suyumuzu içer öyle gideriz. Orayı görünce hızlandılar.
   Kısa zamanda pınarın başına vardık. eller yüzler yıkandı. birer parça sıkmalar yendi, sular içildi tekrar yola koyulduk.


 Kurtuluş annesi ile birlikte gitmek istedi. Annesinin kucağında müddet sonra uyudu.  Güneş var ama, serin tatlı bir esinti güneşin sıcaklığını fazla hissettirmiyor. Başımızı güneşten korumak için şapka ve örtüleri kullanıyoruz.  Esinti yalankı ve keven bitkilerini hafif hafif sallıyor, kurumuş, toprakla ilişiği kesilmiş otları sağa sola sürüklüyor. kengerlerin bazıları kurumuş bazıları rengini korumuş. geniş bir otlak ve tarlalar. Ağaç sadece vadi görünümlü pınar olan yerlerde var. Tek tük ardıç ağaçları görünüyor.


     Yolun sağında iki toprak dam ve ilerisinde ağaçlık bir alan göründü.
   - Burası mı? diye sordum.
    -Hayır buradan yarım saat daha ilerde.Dediler.
İlk defa bunun gibi yolculuk yapıyorum. Eşimin çocukluğu buralarda geçtiği için hiç tınlamadı bile. Bir süre daha gittikten sonra küçük bir vadi görünümlü yere geldik. İlerisinde kavak, elma ağaçları. Az ilerisinde üç tane  toprak dam bulunuyor. Damların arkasını kuzeye dayamış, önü güney taraftaki vadimsi yere bakıyor. Damların önüne gelince eşeklerden inildi, palanları çözüldü ve önce onların yemleri verildi.
     Buluşma sevinci, kucaklaşmalar. Geleceğimiz bilindiği için öğle yemeği hazırlanmış, yan tarafta saç üzerinde ekmekler pişiyor, mis gibi hava derler ya aynı öyle. Tam öğle vakti güneş tepede. İlerideki ağaç kümelerden gelen yaprak hışırtısı, serçelerin sesleri, küçücük vadi boyunca akan suyun sesi, işte sana çok sesli koro. İçerideki ocaklıkta Koca bir kazan içindeki sütun kokusu etrafa yayılıyor. Geniş bir sofra serildi, yemekler yenildi. Kısa bir sohbet suresi sonunda herkes ayaklandı. Hadi siz dinlenin, kusura bakmayın diyen gitti. Esim, ben ve Kurtuluş kaldık. İkisi yattılar, ben de çok kısa uzandım dışarı çıkıp etrafı seyrediyorum.
      Oba sakinlerinin hepsi hareket halinde. Herkes bir şeyler yapıyor. Köpeklerin yal taşlarına yalları dökülüyor, eşeklerin torbaları hazırlanıyor, çobanın kepeneği yiyecekleri hazırlanıyor, analarının yanında olan kuzular ağıllara konuluyor, bir tarafta peynir yapma çalışması. Herkesin işi önceden mı belirlenmiş, yoksa kendiliğinden mı yürüyor, kendi isini bitten diğerine yardımcı oluyor.
 Bir müddet sonra çoban meydanda görünüyor. Herkes surunun etrafında. Bir heeyt  heeyt sesi ile birlikte suru hareketleniyor. Can seslerinin çeşitliliği ve sayısı artıyor. Üç köpeğin birisi surunun epeyce önünde sağa sola bakarak ilerliyor. Diğer ikisi sürünün yanında. Suru Arkalarında toz bulutu bırakarak gözden kayboldu. İkindi vakti, tatlı bir esinti var. Oba sakinlerinin boş durmuyor. Örgüler örülüyor,etraf düzenleniyor, akşam hazırlıkları yapılıyor, Boş duran yok. Hem uğraş hem sohbet bir arada vakit hızlıca geçiyor. Sürü tekrar ne zaman dönecek diye sordum. Yarın sabah kuşluk vakti gelir, sağım yapılır, kuzularla emişir biraz yatakta kalır tekrar giderler. Dediler.
Güneş batmak üzere, esinti azaldı ama serinlik artmaya başladı. Hırkalar ceketler giyildi. Yalankı kökleri ve kevenlerle ateş alevlendirildikten sonra bir iki odun tutuşturuldu. Ateşin yaydığı ısı ve çıtırtı sesleri hem vücudu hem kulakları, hem de gönlümüzü ısıtıyor. Emaye bir çaydanlıkta dağ çayı kaynıyor. sıcak sıcak, serin bir gecede ne kadar da hoş bir tat, yudum yudum, sindire sindire, sohbetlerle beraber içiyoruz çayları.
Yatma vakti, herkes geceleyeceği  damlara çekildi, yataklar damların içine serildi. Sahil yörelerinde gemici feneri, bazı yerlerde fanus, fener denilen gaz yağı ve fitil kullanılarak yakılan rüzgardan fazla etkilenmeyen aydınlatma aracı yakıldı. Yüksek bir yere asildi. Yatınca iyice kısılarak gece lambası oluşturuldu. Bütün bunlar olurken Kurtuluş sorular soruyor, yanıtlarını vermeye çalışıyoruz. Burada elektrik bu mu? Şimdi gece lambası mı oldu? Bakıyor izliyor, soruyor, sorguluyor.
Herkes kendine tahsis edilen yerde, hep bir arada, deliksiz bir uykudan sonra gün ağarırken hareketlenme başladı. Dışarıda ateş tekrar yakıldı. Hamur yoğurma, ateş üstündeki sacın üzerinde ekmeklerin, Patatesli, bol soğanlı böreklerin pişirim işi yapılıyor. Sabah ibrikteki su ile yüzlerimizi yıkıyoruz. Buz gibi, suyu suratına çarparken bir anda nefesini tutma ihtiyacı duyuyorsun gözlerimiz çakmak çakmak, pırıl pırıl, esneme yok uyku tam alınmış.
    Gün doğarken kahvaltı yapıldı hep birlikte. Kuşluk vakti yaklaşıyor sürü gelecek diye hazırlıklar yapıldı. Süt sağım sitilleri, giysiler hazırlandı. Kuzulara bakan kuzu çobanı, kuzuları biraz uzaktaki ağıla yerleştirdi. Karşıdaki tepeden koyun sürüsü göründü. Sürü geliyor! diye herkes birbirine haber veriyor son hazırlık yapılsın diye.
   Sürü yatak yerine yerleşti. Çobanın yemeği hazırlandı. Köpekler yal taşlarının bulunduğu yere uzandılar. Onların ılık çorbaları, hamur topakları verildi. Sonra eşekler yemlendi. Herkesin verdiği emeğe göre öncelik veriliyor sanki.



   3.Bölüm Köpeklerin adını kim koydu?
  Koyun sağım yerine gidiyor kollarında sitiller, kovalar ile yengeler ve çocuklar. Sekiz on yaşlarında çocuklar koyunu tutuyor,  yengeler ve genç kızlar sağım yapıyor. Sağılan sütler süzme işleminden sonra kazanlara yerleştirilip pişirime hazırlandı. Kuzu çobanına sesleniliyor:
 - Kuzuları sal gelsin.
Aman Allah'ım! Bu nasıl bir kavuşma görüntüsü. Kuzular var gücü ile sürüye doğru koşuşuyor meleyerek. Meleşme sesleri ana koyunların sesleri ile birleşiyor, müthiş, büyüleyici bir meleşme. Bin beş yüz ana kuzu kavuşması aynı anda. Analar  kuzular, kokularından ve seslerinden birbirlerini tanır buluşurmuş. Buluşmada gecikenler sağa sola koşuşuyor, sesler daha hızlanıyor, bir süre sonra buluşma gerçekleşiyor. Kısa bir sürede, o kadar kalabalık bir ortamda hepsinin buluşmasını yorumlamak bile güç. Emişmesini tamamlayan kuzuların bazıları analarının yanında yatıyor, bazıları zıplayarak anne çevresin de oynaşıyor. İlk defa böyle bir görüntüye şahit oluyor, şaşırıp kalıyoruz oğlumuz Kurtuluş ile birlikte. Hanım önceleri çok gördüğü için bizim kadar etkilenmiyor ama izlemekten de geri duramıyor.

      Bir çoban, bin beş yüz baş koyunu yanındaki üç köpek, iki eşek ile güderdi. Bunu nasıl yapıyor diye merak ederdim. Her gün kendisi ikindi vaktinde, hafifçe esintinin başladığı saatlerde köpeklerin yalını verir, eşeklerin yem torbasını çıkarır, birinin  sırtına  kepeneği ve yiyecekleri koyardı. Diğer eşeğe bir şey yüklemez yorulunca binmek için. Koyunları yatak yerinden kaldırır, yavaş yavaş harekete geçerdi. Sürü hareket eder, köpekler ayaklanır, sürüdeki yerlerini alırdı. Derken, üç köpek, iki eşek ve sürü ertesi sabah kuşluk vakti tekrar geri dönmek üzere arkalarında toz kümesi bırakarak uzaklaşırlardı.
      Ertesi gün kuşluk vakti sürüler geri döner. Sağıma alınır,daha sonra sürü yatağa alınırdı. kayın babam, türkülerini mırıldanır, kaval çalar dinlenir, yatardı. Her gün bu şekilde devam ederdi.
Sohbet sırasında yarın ben de seninle gideceğim dedim sürü çobanına. Tamam gel dedi. Ertesi gün birlikte gideceğiz.
     Her zamanki gibi  sabah erkenden sabah kahvaltısı, çevrenin düzenlenmesi, peynir süzme, peynir derisi basma, sürüyü karşılama hazırlıkları yapıldı. Sağım vakti koyunlar sağıldı. Arkasından sürüyü uğurlama hazırlıkları tamamlanıyor. Kendim de hazırlanıyorum çoban yanında çeltek olarak gitmek  için.  Çeltek diye çoban yardımcısına deniyor. Mekap tipi ayakkabılar ayaklara giyildi. Kazak, ceket, şapka, bere, azık çıkını hazırlandı heybelere yerleştirildi. ikinci bir keçe eşeğe yüklendi. koyun sürüsünden kuzu sürüleri ayrıldı. Elimizde birer baston, heeyt heeyt sesi ile köpekler ayaklandı, sürü birbirini takip ederek hareketlendi. Arkadan eşekler  ile biz, sürüyü belli bir süre gittikten sonra, hızlanarak sürünün önüne ulaştık.
     - Koyuların arkada kalanı olursa nasıl olur? Diye sordum.
     - Koyun her zaman rüzgara, esintiye karşı gider onlara yön vermeliyiz. köpek arkadan toplar. Bak, şu koyununa iyi bak bunu takip et. Boynundaki çan sesini dinle. O hep önde gider, diğerleri onu takip eder. Kaybolan geride kalan onun çan sesine doğru gelir.
     -Sürüde birden fazla çan takılı koyun var.
     - O koyunlar  sağa sola fazla takılanlar. uzaklaşınca haberdar olmak için. Genede baştaki tokluyu takip ederler. ilk akşamda esinti durduğunda sürü toplu halde durarak yayılır.  Şimdi biraz dinlenelim.
   Oturuyoruz. Berrak, serin bir hava, yıldızlar parlıyor. Zaman ilerledikçe gökyüzündeki yıldızlar daha da çoğalıyor ışıl ışıl, Arada bir yıldız kaymasını izliyoruz. Sürü otlarken çan sesleri farklı tonlarda,  ıssız bir yerde olmadığın hissi yaratıyor. Yarım ay tepede, yarı gündüz. görüntü şahane. fazla ayrıntıları görmüyorsun. Koyunların sırtları parlıyor. Sanki Çukurova'da , Amik Ovasında bir pamuk tarlası izliyorsun kımıl kımıl yayılan sürüye bakınca. Arada bir sürü bulunduğumuz yere doğru yönelerek otluyor. O sırada gözleri ışıl ışıl  görünüyor  binlerce ışıl ışıl böceği varmış gibi. Yok  yok küçük bir köy yeri, çan sesleri de var bir eğlence merkezi, kır düğünü yakıştırması yapıyorum bu görüntüye.
 Yarım saat oturduktan sonra, biraz daha sürünün önüne doğru ilerledik.
 - Bir saat sonra esinti başlar. Sürü bu yöne doğru gelir. bir çay kaynatıp içelim. sıkmalardan atıştıralım. Dedi Çoban.
  Eşeğin biri sürekli yanımızda gidiyor. Yükünde keçelerimiz ve iki gözü dolu heybe vardır. Heybenin gözlerinde çaydanlık, beş litrelik bir bidon su, bazlamalar, peynir ve çökelek sıkmaları, kuru soğan, kumpir(patates), iki geniş tabak, küçük bir tencere, kaşık, tuz, şeker, biber, dağ çayı,yedek kazak, biri iki diğeri dört pilli  el feneri bulunmakta. Gezici kiler ve mutfağımız.
   Ay ışığında çalı çırpı toplayıp, üç taş arasına koyarak ateşledik. Çaydanlığa bir küçük tutam dağ çayı ve su koyarak çıtırtı sesleri çıkararak yanan ateşte kaynamaya bıraktık. Ateşin sıcaklığı serin havada ne de sımsıcak insanın içini de ısıtıyor. Küçük sopa ile yayılan köz parçalarını çaydanlık altına doğru itiyoruz. Bir müddet sonra su kaynayınca çaydanlığı kenara alıp, peynir sıkmalarını ateş yanındaki taşın yanında ısınmaya bıraktık.  Birer soğanı yumrukla parçalayıp, peynir sıkması, soğan ve sımsıcak dağ çayı ile beslenmemizi yaparken arada bir sürüye bakıp sohbete devam ediyoruz.          -Köpeklerin adını kim koydu?  Çok ilginç.  Biri Demirel, biri Ecevit, diğer biri Türkeş. Dedim.

Sürülerini sürekli kurtlara kaptıran İtalyanlar: Bizi ancak Sivas Kangallar kurtarır

- Üçü bir araya gelip şu devleti idare edemiyorlar. Sonradan askerler el koydu işe bu da ondan beter oldu. Bu köpekleri ben on iki Eylülden önce yanıma aldım. Üçü de yavru idi. Üçünü bir arada eğittim, bak şimdi sürüyü idare edip bana da arkadaşlık yapıyorlar. O zaman bana böyle isim koyma, parti hastaları malına zarar verir dediler. Sizde bilirsiniz memleket birbirine düşürülüyor her gün ölüm kavga haberlerinin arkası kesilmiyor. Fidan gibi delikanlılar, çor çocuk gitti. Kimseden de çekinmedim. Dağda malıma saldıran canavarlardan (kurtlardan) başka.

Bölüm 4 Gel otur yanıma hallerimi söyleyim.
   Sıkma yeme, çay içme süresi bitti. Toparlanıp heybeye konacaklar konuldu. Ateşin üzeri toprakla kapatıldı. Heybeden iki pilli el fenerini ben, dört pilli el fenerini çoban aldı. Sabaha karşı ay aşıp (batınca)ortalık karanlık olunca, çevreyi kontrol etmede ve birbirimizden uzaklaşırsak haberleşmede kullanacağız.
Çoban:
- Esinti başlayınca esintiye doğru ilerler. Köpek ön tarafı kontrol eder, onun sesine kulak vereceksin. köpeğin biri yanı kolaçan eder, diğeri arkadadır. Köpeklerin burnu iyi koku alır. Tehlike anında sürüyü  çembere alır,toparlar. Canavarın(kurdun) gözleri  keskindir uzağı çok iyi görür, sinsice saldırır. sürünün içine dalınca koyunları yaralayıp yaralayıp bırakır. Daha sonra bunları alıp götürmek için. Onun için köpekler sürüye girmeden var güçleri ile saldırırlar.
- Bize bir şey yapar mı?
- Hayır yanaşmaz, onun derdi koyun olur o sırada.
Bir saat kadar havadan sudan konuşarak, sürüyü de kolaçan ederek ilerledik. Sürünün ilerlemesi yavaşladı daha sonra durakladılar.
-Şimdi sürü bir iki saat yatar. Bizde burada dinlenelim. Bir şey olacak olursa köpekler haber verir.
Serin bir hava hafif üşür gibi oldum. kepeneği sırtıma aldım. Diğer kepeneği de çoban sırtlandı. Düz bir yer ayarlayıp yere uzandım.  Sürü de yatmıştı.Yanımız bulunan eşeklerde yere çöktüler. Bu arada çoban kepeneğinin bir ucuna eşeğin yular ipini bağladı.
- Onu niye bağladın ? Dedim.
- Sürü hareketlenince eşeklerde hareket eder. Uyuklar isem uyanırım.
Kepeneğin arasında bir saat kestirmemiz yetti. Tertemiz mis gibi hava var. Bir müddet sonra Çan sesleri  duyulmaya başladı. sürü ayaklanmış tekrar otlamaya başlamışlardı. Ay aşmış, yıldızların ışığı ile idare ediyoruz. Kepeneklerimiz omuzlarımızda. Bir elimizde bastonlarımız, diğer elimizde el fenerlerimiz, gün yeri ağarana kadar sürünün peşinde dolaştık. iyice gün ağarınca sürünün önüne geçerek sürüyü oba tarafına doğru yönlendirdik. Acıkmıştım. Heybenin gözünden sıkmanın birini daha yedim. Küçük bidon dan biraz da su içtim yetti. Yorulunca sırtımdaki kepenek iyice ağırlaştığını hissediyorum. biraz daha ilerledikten sonra eşeğe binmeye karar verdim. Sürünün önünde oba yerine kadar geldik kuşluk vakti. Sürü yatak yerinde toplandı. Sağım yapılırken biz hazırlanan kahvaltımızı yaptıktan sonra uykuya daldık.
ikindi vaktine doğru öğle yemeği yendi. Odun ateşinde demlenen çaylar içildi. espiriler, şakalaşmalar, sohbet bir süre devam etti. Yine aynı sürüyü yollama çalışmaları bitirildi. Çoban, Çeltek, iki eşek , üç köpek ile birlikte sürü hareketlendi.
Bu seferki güzergah farklı bir bölge oldu. İki yamacı hafif eğimli  bir vadi boyunca ilerliyoruz. Eğimli yamaçlara ekim zamanı nohut, mercimek buğday ekilir, biçilirmiş buralarda. Bir yamaçta ben diğer yamaçta çoban, sürü aramızda yayılarak ilerliyor. Bir süre sonra duraksadı. Sürü olduğu alanda otlamasına devam ederken küçük bir ağacın dibine oturup dinleniyorum. Az ilerde bir hayvan dışkısı üzerindeki kıpırdaşmalar dikkatimi çekti. Siyah bir böcek öbeği. On dakika sonra öbek kayboldu. Bok böcekleri dışkıyı kısa zamanda küreler haline dönüştürerek  yuvarlamaya başladılar. Bazen tek bazen ikişerli olarak. Bir müddet bunların çalışmalarını izledim. Taşıdıkları yük kendi ağırlıklarının en az on katı. İlginç bir böcek türü.  Sürülerin otlatılması sırasında sürü dışkıların bırakarak o bölgeye gübre saçıyor. Gelecek yıl için ekim alanları doğal gübrelenmiş oluyor. Bok böcekleri gübre parçacıklarını yuvarlayarak toprak altında depolar, besin ihtiyacını karşılamak ve yumurtalarını içine bırakmak için.

 Altı bacaklı, otuz parmaklı olan bu bok böcekleri dışkıları küre şeklinde yapar, yuvarlayarak toprak altına taşırlar . İçlerine yumurtalarını bırakırlar. Yumurtlamadan yirmi dört gün sonra küreyi topraktan çıkarıp su bulunan veya nemli bir alana taşır erimesini sağlayarak yavruların dışarı çıkmasına yardımcı olurlar. Bok böcekleri dışkı içerisindeki  azotun hemen toprağa karışmasını çabuklaştırırlar. Böylece gübre de toprağa iyice karışmış oluyor.
 Her yıl oba yerleri ve mera alanları değiştiriliyor. Her üç günde bir otlatma güzergahı değiştirilerek sürüye otlatma yapılırmış otların yeniden çimlenmesi için. O bölgedeki tarlası olanlar çobana hediyeler alır ki, sürüyü o aralarda fazla oyalasın diye.
 Susuz bir alan ama, geceleri oluşan çiğ toprağa nem bırakıyor. Gündüz Akdenizden Toros Dağlarını aşarak gelebilen esinti ve gece gündüz ısı farklılaşması sonucu bu yörede toprak hava emişmesi oluşuyor.  Kışın kar da iyi düştüğünden  toprak suya doyarmış. Bu yüzden bu alanda buğday, mercimek, nohut ekildiği zaman verimli olurmuş.
Güneş batım anı başladı. Çoban.
- Hava kararmadan bu çukurdan sürüyü çıkarmamız lazım. Düz alana doğru sürelim. Dedi.
 Lider koyunun önüne geçip onu eğimli yamaçtan düzlüğe doğru yönlendirildi. Diğerleri onu takip ederken, sürünün arkasını hızlı bir şekilde toparladık. Düz alanda hava kararırken sürü yayılarak ilerliyor. Çoban biz ilerleyip ileride oturalım biraz diye seslendi. İlerledik etrafı tamamen görebilen bir yükselti yerde ateş yakıp çayımızı kaynattık. sırtlarımızda kepenekler sohbet ediyoruz. Buralardaki tarlalardan, komşu köylerin mera sınırlarından, zaman zaman mera için çekişmelerin olduğundan bahsedildi. Bu yüzden de on yıl ceza evinde yattığını biliyordum. Kendisine bu zamana kadar da hiç de sormadım nasıl oldu? Diye.
-Nasıl oldu olay?diye sordum. Derin bir iç çekip anlatmaya başladı.
- Şu ileriki tepenin arkasında diğer köy ile mera sınırımız var. Yine böyle dönüşümlü ekim işi yapılırdı. Tarlada çalışıyorum. karşı taraftan bağrışma sesleri duyunca, işi bırakıp oraya doğru vardım. Biri bizim köylü, diğeri Silifke tarafının köylerinden. Tarla sınırı  yüzünden tartışıyorlar. Hayırdır ne oluyor diyerek araya girmeye çalıştım. ben varınca iyice gerginleşti. bizim köylü benden mi cesaret aldı bilmem sert  konuşup adamın üzerine yürüdü. Bir iki vuruştular. aralamaya çalışıyorum olmuyor. karşıdaki yan tarafta bulunan eşyalarının arasından çifte tüfeği aldı. fişek sürmeye başladı. iş iyice kızıştı. koşup elinden tüfeği almaya çalıştı ,ben hemen koşup tüfeğin namlusunu yandan tutarken ateş aldı. Diğer köyden olan kişi o anda can verdi. Ayıkla pirincin taşını aralamaya gittik, cinayet oldu. Hiç gitmeseydim diye yıllarca kendi kendimi sorguladım. Neyse uzatmayalım, karakol sonra mahkemede ifadelerimiz alındı. Derin bir iç çekti, anlatmaya devam etti. Esas bana koyan, kendisini korumak için gittiğim kişinin mahkemedeki ifadesi. Verdiği ifade de aynen şunu  söyledi.  Ben biraz ötede idim bir ara arkamı döndüğümde tüfek patlaması oldu, adamın yerde yattığını gördüm. Ben olayı olduğu gibi anlattım. Mahkeme ileri tarihe ertelendi. Dağ başında gören yok. tüfek namlusunda benim parmak izim. İkinci duruşmada belki ifadesini değiştirir belki dedim. Tekrar duruşmaya çıktık. Aynı ifadesini tekrar verdi. Kavga sırasında kaza ile oldu dese ceza alacağız ama İkimiz de az alacağız. Tüfeğin ölen kişiye ait olduğu ispatlı. Kasıt olmayıp kaza denecek. Sonuçta ben içeri o kişi serbest kaldı. uzun süre ceza evinde kaldım. Bir ara ceza evinden bir yolunu bulup kaçtım, gece geç vakitte köye geldim onu temizlemek için. Önce eve gelip çocukları, hanımı, anamı göreyim dedim. Gece vakti kapıda, ben olduğumu zor anlattım. İki gün evde saklandım. planımı yaptım.
Anlatırken ellerinin ve dudaklarının titrediğini çayını yudumlarken hissediyorum. İçimden keşke sormasaydım diye  düşünüyorum.
-Anam, eşim tekrar teslim olmam için uğraştılar. Olmayınca karakola bildirmişler yakalanıp tekrar içeri girdik. iki yılım kalmıştı. Ceza çoğaldı. Ecevit affı ile çıktık. Çocuklar büyümüş biri beni bilir diğeri bilmez. Sonradan babayı tanıdı. Köyde kalmadım. O kişi ile karşılaşır bir hata yaparım diye. İki yıl  başkalarının sürüsüne baktım. Sonra hayvan sayısını çoğalttık. Köy içine çıkmadım, yazın zaten dağda. Üçüncü yılda  kişi hastalıktan ölmüş dediler.  Ne söylemeliyim çocukları var dedim.
 İşte o gün bu gün buraların havasına suyuna alıştık. eve kapansaydım fazla yaşamazdım. İhtiyacın yok boş ver derler, ama böylesi daha iyi diyoruz. İşte böyle dedi.
Başta gergin idi ama konuşup boşalınca rahatlamış gördüm. Kavalı aldı. Bir uzun hava açışından sonra Gesi bağları türküsünü üç dört kez çaldı.

Gesi bağlarında dolanıyorum
Yitirdim yarimi aranıyorum
Bir çift selamına güveniyorum

Gel otur yanıma hallerimi söyleyim
Halimden bilmiyor ben bu yari neyleyim

Gesi bağlarından gelsin geçilsin
Kurulsun masalar rakı şarap içilsin
Herkes sevdiğini alsın seçilsin

Atma anam atma şu dağların ardına
Kimseler yanmasın anam yansın derdime

Gesi bağlarında bir top gülüm var
Hey Allah'tan korkmaz sana bana ölüm var
Ölüm var da şu dünyada zulüm var

Gel otur yanıma hallerimi söyleyim
Halimden bilmiyor ben bu yarı neyleyim

Mükemmel bir üfleme yutkunarak dinledim. Arkasından Konyalım parçasını ekledi. Hüzünlü havayı dağıttı. Sürü de sanki sohbeti dinler gibi aynı alanda otladı. Çay servisimizi toparladık, heybenin gözlerine yerleştirdik. Ayaklanan sürü ile hareket ettik. Farklı tonlardaki çan sesleri, gecenin sessizliğinde arkası süre alıp götürüyor bizi peşi sıra.

Bölüm 5 Her Mahkum Bir Hukukçu Gibi.
Yine ay ışığında ilerliyoruz küme halinde. Sürü hakkında zaman zaman bilgilendirme yapıyor çoban. İlgi ile dinliyorum.
Sürü bir yere yönlenirse döndürmek bayağı zaman alır. Korktuğu anda biri nereye koşarsa diğerleri de oraya koşuşur sonu uçurumda olsa, ölüm de olsa. Çok sıcak havalarda kafalarını birbirlerinin altına saklar. Kar tipi yağdığında sürekli hareket halinde tutup daire şeklinde döndürmek gerekir, yoksa kar içinde kaybolur gider kara çakılır kalırsın.
   Hava tertemiz, arada bir poyraz esintisi gözlerimizi yaşartıyor. Elimizin dışı ile temizliyoruz yanaklarımıza kadar inene göz yaşlarını. Böyle bir göz yaşı gözleri temizler, kaşıntı ve kirpik biti oluşmasını engellermiş. Arada bir ayaklarıma keven öbekleri takılıp, ayak bileklerimi dikenleri çiziyor. Elimizde baston ve el fenerlerimiz var. el feneri ile sürünün etrafını kontrol ediyoruz. bir müddet sonra sürü dinlenmeye geçti yine. Bu arada yarım saat  kırk beş dakika kadar uyudum kepeneğin altında. Ay aşıyor artık. sabahta yaklaşıyor. köpeklerin havlaması ile ayaklandık birden.
 Çoban:
-Köpekler canavar (kurt) kokusu aldı herhalde. Kepeneği eşeğin üzerine koy, el feneri ile sürünün etrafına ışık tut . Köpek kokusunu aldılarsa yanaştırma kovalar. Dedi. Bu aylarda toplu halde gezmez canavar, kışın aç kaldığı zamanlar toplu saldırıya geçerler. Varsa şimdiki bir veya iki tanedir. Köpekler baş eder onlarla.
Biraz endişeli biraz meraklı duygularla denileni yapıyorum. köpeğin birisi sürünün etrafında fır dönüyor, diğer ikisinin havlamaları uzaktan duyuluyor. Seslerinden  epeyce uzaklaştıklarını tahmin edebiliyoruz.
Çoban Köpeklerinin özelliklerini anlatmaya başlıyor, dinliyorum.
- Demirel ile Türkeş onları buradan uzaklaştırana kadar kovalar, bir daha yanaşmaya çekinirler, bu aylarda canavar aç kalmaz. Köpeklerden çekinir. Ecevit böyle durumda sürünün etrafından hiç ayrılmaz onları toparlar.  Canavarın sürü içine girmesine engel olur. Hem çevik, hem çok hızlı koşar. Canavar sürünün ortasına bir daldığı zaman en az on on beşini yaralar bırakır. Sürü de dağılırsa toparlaman çok zor olur. Demirel ile Türkeş güçlü köpekler. İki defa canavar parçaladılar. Bunlar benim yanımda büyüdüler. Üçü de işini bilir.
Çobanın rahat bir  anlatım yapışından,  tehlikenin fazla olmadığını düşünüyorum. Biraz sonra uzağa giden köpekler koşarak gelip çobanın etrafında oynaşmaya başladılar. İşi halettik tamam dercesine.  Çoban, aslanlarım benim, gelin buraya diye seslenerek başlarını okşayıp heybeden birer parça kavurma ve ekmek parçalarını çıkarıp köpeklere verdi. O gece sabaha kadar  yine de tedbiri elden bırakmadan sürünün gezinmesini sağladık. Gün ağarırken sürüye  dönüş  yönü verildi. Sürü içgüdüsel olarak zaten sağım yerine doğru ilerliyor, bir problem yaşanmıyor. Kuşluk vakti yine Oba yerine ulaşıyoruz.
Ertesi gün yine aynı hazırlıklar yapılarak sürü harekete geçirildi. Sanki bağımlılık yapmıştı sürü ile uğraşmak. Her gidişte bir tecrübe ve bilgi ediniyorsun. Doğa farklı bir ortam her gün farklı bir görünüm farklı bir his. Hiç durağan değil, hep aynı gibi düşünsen de değişken. Her ses, her esinti, her ot, her kaya, her toprak, her kuş, sinek, böcek, sürüngen farklı ve hepsi bir arada, hep değişken. Gözlemle hepsinden bir şey alabiliyorsun.
Ay ışığı günler geçtikçe erken kaybolmaya başladı. Yıldızların altında düşünmek daha bir farklılık. Mümkün olduğu kadar sürüyü vadimsi bölgelerden uzak tutmaya çalışıyoruz. Sürü içgüdüsel olarak mı bilmem aynı saatlerde dinlenmeye geçiyor. O sırada Bizde dinleniyor ve sohbete koyuluyoruz ama çevreyi gözleyerek. Çobana Ceza evi ile ilgili soru sordum biraz tereddütle.
-Orada seni çok etkileyen şeyler nelerdi? Dedim. Derin bir iç çekerek başladı anlatmaya.
- Hangi birini söyleyeyim.  Ben içeride sadece babaya tecavüzü duymadım. Bunun haricinde her türlü aklına ne geliyorsa hepsini duydum. Dayanışma da orada, kin de orada, düşünce sonsuzluğu da orada, yaparsan iş uğraş da orada, mert de orada, yalaka da orada, cesaret de, korku da, uyku da, uykusuzluk da, güven de, güvensizlik de, sabır da sabırsızlık da, kısaca tüm çelişkiler bir arada. herkesin derdini öğreniyorsun. Bir arada kalmak zorundasın kendini ezdirmeden. Her mahkum bir hukukçudur kendi çapında. Hangi hareketten hangi ceza alınır, nasıl kurtulursun gibi soruları bir avukat inceliği ile açıklayabilir duruma gelirsin. Bazen savcı gibi, hakim gibi, avukat gibi, ceza evi müdürü gibi, gardiyan gibi oluverirsin. Bütün streslerden uzak kalmak için gönüllü kaloriferci  oldum, halı dokudum, boncuk dizdim, okuma yazmamı geliştirdim. Hareketsiz kalmak en  büyük tehlike. bahçe saati gelince  hızlı ve tempolu  olta atmak zorundasın. Kendini bir şeylere yöneltmez isen ya kafayı sıyırır, ya da başın belaya girer. Varsıl orada da varsıl, mafya orada da mafya. Siyasi mahkumlarla bizi buluşturmazlardı. Ancak onların kitap okuyup yazdıklarını, tartışma yaptıklarını duyardık. Ziyaret günleri beklersin ziyaretçini. Ziyaretçin gelirse bir başka, gelmezse bir başka üzülürsün. Kısaca hem sevinç hem üzüntü bir arada. Üç ceza evi değiştirdiler. En son Afyon da iken Ecevit affı ile çıktık. O af haberleri yok mu! Mahkum  her gün onu düşünerek yatıp kalkar. Af sürecinde kalmak bir duygu, çıkmak bir farklı duygu. İşte böyle. Diyerek bir süre sessiz kaldı. Yine derin bir iç çekti. İşte böyle. döndüğümde çocuklarımı büyümüş gördüm. Eşim on yıl boyunca ziyaretime geldi ve on yıl boyunca hayvancılık yapıp halı dokuyarak hem bana hem çocuklara sahip çıktı. Ceza evi sonrası zor uyum sağladık. gergin ve sinirli bir yapım vardı, bu durum daha da artış göstermişti. neyse hadi biraz kestirelim sürü biraz sonra ayaklanır. Dedi.
Sürü yatarken bir saat kadar kepenek içinde uyuklarken arada bir baykuş guklaması duyuluyor. serin bir havada kepenek içinde uyuklama farklı bir duygu veriyor. Bir saatlik uyku  da yetiyor bu havada. sürüden gelen çan sesleri sıralı bir şekilde artmaya başlıyor , eşek yanı başımızda ayaklanıp silkeleniyor sanki uykusunu dağıtmak için. Toparlanıyoruz sürünün peşine doğru gitmek için. kalın tok ses çıkaran koyundaki çan sesini dinliyoruz. bir müddet sonra çoban eşeğe atlayıp sürünün önüne geçip yön veriyor, ben arkayı toparlayıp ilerliyoruz. Şafak sökerken oba yerine doğru yönlendiriyoruz sürüyü. Kuşluk vakti varıyoruz oba yerine. önce köpeklerin ve eşeklerin yemleri veriliyor sonra biz yemek yiyoruz.  Herkesin emeğine göre öncelik diyorum ben buna. sağım yapılıyor. Sonra analar ve kuzuların buluşma anını izliyoruz.
     Günler bu şekilde akıp gidiyor. Tek düze gibi görünse de her gün yeni ve farklılıklar yaşanıp gidiyor dağlarda. uçsuz bucaksız düşünme hayal ortamı, farklı bir gıda lezzeti ve doğallık, içmeye doyulmayan sular, toprak kokusu, bronzlaştıran poyrazı, yakan güneşi bağrına basarak taşıyor seni.
    iki haftalık süremiz doldu ve bizim dönüş hazırlıkları yapıldı. geldiğimiz yoldan tekrar Taşkale ye geldik. Kurtuluş  engebeli taşlık kayalık yerlerde yürümeyi iyi becermeye başlamıştı. Bir gece de kasabada kaldıktan sonra sabah erkenden Karaman a giden  belediye otobüsüne binerek şehre ulaşıyoruz. Otobüsle Adana, sonra Antakya ya geliyoruz.

  Sonraki yıllarda  birer yıl atlama ile tekrar aynı şekilde sürü, yayla, oba serüveni devam etti. Okan yürüme çağına geldiğinde yine yaz döneminde iki üç haftalık oba yerinde  konakladık. Okan daha hareketli bir yapıya sahip idi. Okan köyde doğup dört yaşına kadar Hatay Hassa ilçesi Ardıçlı köyünde  büyümüştü. Koşup atlama atma hareketleri çok hızlı gelişmişti. Bu nedenden mi bilmem dizlerinde, yüzünde çizikler eksik olmazdı. Böceklerle, karıncalarla, hayvanlarla uğraşmayı severdi.
Ağabeyi ve obadaki çocuklarla kuşlara sapan taşı atmaya çalışırdı.
Beş yıl süre ile Ardıçlı köyünde görev yaptıktan sonra bin bir uğraştan sonra İskenderun ilçesine tayinimizi yaptırabildik. Gece şehir ışıklarını yüksekten gören çocuklarımız, burada ne kadar da yıldız çok ifadesini kullanmışlardı. Yer ve ortam değişikliğinin önemini hatırlatmış oldular. Sürü ve çobandan edindiğimiz tecrübeler gibi.
  Çoban, sürüsünü birkaç yıl daha eşi ile birlikte çoğalttılar. Bakımları zorlaştıkça zorlanmaya başladılar. Tamamını kendileri ürettiklerinden başkalarının bakımına da güven duymaz olmuşlardı. Bağımlılık böyle bir şey demek ki. Bir güz dönemi eşi kayalıklardan düşmüştü. Eşi iki üç ay yatalak kalmış fakat tekrara aynı işi yapmaya kalkışmıştı. Sürüyü elden çıkarmaya karar vermişti.






Bu kararı vermede çok zorlanmışlardı. Sürü satıldı. Uyum sorunu yaşadılar. Bir yıl sonra eşini kaybetti çoban. İşte şimdi kıyamet bu işte demişti. İki çocuğu dört torunu vardı, onlarla teselli bulurdu. Fakat onların yanında da uzun zaman kalmazdı köye kaçardı bir bahane ile. üç dört yıl yalnız kalmayı tercih etti. Her ihtiyacımı karşılıyorum beni kaygı etmeyin derdi.
 Yine bir güz döneminde komşu köydeki arkadaşlarından biri, bana iki hafta yardım et demiş. Onun yerine sürülerine bakmaya gider. O dönemde kalbine yenik düşmüş, kaybettik koca yürekli çobanı yine sürü peşinde.

Alatoprak köyü ilkokulunda iki yıl çalıştıktan sonra, Hassa Ardıçlı köyü ilkokuluna tayinimiz yapılıyor. Dönem, Özal dönemi. 80 li yıllar On iki Eylül uygulamalarının etkisi sürüyor. Ardıçlı Kırıkhan Hassa yolu üzerinde bir yerleşim yeri. On iki öğretmenli yola yakın bir ilkokulu var. köy halkı buraya Üç kilometre yukarısında bulunan Hacılar Köyü'ünden  gelmişler. Hacılar köyünün bir bölümünde heyelan tehlikesinden dolayı, halk arasında afet evleri diye adlandırılan devlet tarafından iskan evleri yapılmış. Evler bahçeli, tek katlı, çatılı sokakları planlı bir şekilde düzenlenmiştir. Sokak araları geniş, kuzey güney, doğu batı  yönündedir. köyün hemen önünden Antakya , Kırıkhan, Hassa yolu geçmektedir. Halkın çoğunluğu çiftçilik ile geçimini sağlıyor. Hassa ovasında  bulunan tarlalarında, buğday, arpa, çeltik, pamuk, mısır ekimi ile birlikte bağcılık yapılmaktadır. Yörenin üzüm ve susuz alanda yetiştirilen incirleri ünlüdür. Hassa yakınlarındaki Asi ırmağına kavuşan karasu üzerine kurulan Tahta köprü barajından sulama yapılıyor. Köyün yakınlarında leçelik (volkanik taşlı arazi) bir alan bulunmaktadır.  Yalnız içme suları yetersiz, evlere dönüşümlü olarak su verilmektedir. Kış aylarında Kahramanmaraş yönünden gelen poyrazı olur zaman zaman. yaz aylarında Amanoslar'dan aşağıya doğru sıcak esen dağ yeli olur. Estiği günlerde kavurur, geceleri dahi sıcak olur. Ara sokaklar da toprak olduğundan toz ile beraber sıcak katmerleşir.

Anavatan partisinin üst üste seçim kazanması, başarı sarhoşluğunu da  beraberinde getiriyor. Partinin ileri gelenleri her türlü keyfi uygulamalarına devam ediyor. Mülki ve idari amirler parti yetkililerinden habersiz adım atmaz oldular. Bu gibi tutumlar, çalışanlar arasında yaranma ve öne çıkma, muhalif olmama gibi olumsuzluklara sebep olmakta.  Bir gün Milli Eğitim Müdürü ve Şube müdürü okulu ziyarete gelmişti. Günlerden cuma. öğle saatlerinde amirler cuma namazlarını kılmak için okulun hemen yanındaki camiye gidince okuldaki öğretmenlerin yarıdan fazlası peşinden gitmişti. Öğrenciler uzun teneffüs yaptı. Her zaman giden iki kişi vardı ama o gün diğerleri bizi şaşırttı, gülmüştük. Bazı değerlerin bile dejenere olması düşünülmesi gereken konular. Buna benzer yaşanmışlıklar diğer yerleşkelerde de olup bitiyor.
Aradan dört buçuk yıl geçtikten sonra Kahramanmaraş olaylarını protesto etmek amacıyla bir saatlik derse girmeme eylemine ilişkin işlemlerin devam ettiğini duyuyoruz. Bu eylem ile ilgili iki üç gurup işleme tabi tutulmuş,  görevden alma, açığa alma, sürgün edilme gibi uygulamalar olmuştu. Bir ara Kahramanmaraş olaylarını protesto için bir saatlik derse girmeme eyleminden dolayı görevden alınan, Samandağ'ında görev yaptığımız Reşit Bey geldi okula. Okulları dolaşarak tatil ve hikaye kitaplarını tanıtıyor. Öğretmen olduğunu görevden alındığını da bir ara söylüyor öğretmenlere.  Dört yıl aradan sonra karşılaşmıştık. Bir müddet konuştuk geçmişlerden. Reşit Samandağ Sutaşı köyünde, Bektaş Koyunoğlu'da idi o zaman. Bektaş, Antakya'da kardeşi ile birlikte çay ocağı açmış orada çalışıyormuş.  Reşit kitap tanıtım işini bitirdikten sonra ayrıldı başka bir okula uğramak için. Gittikten sonra öğretmenlere arkadaşa yardımcı olalım dediğimde adam görevden alınmış kitabını da alıp başımız ağrımasın boş ver deyip kitapları müdür odasında beklettiler.
KOLTUKTA OTURUP KALKANLAR
İlçe milli eğitim müdürlüğünden okula telefon ediliyor. Öğleden sonra ilçeye gitmem istenmiş. Bana verilecek bir yazı varmış.  Ders bittikten sonra, ilçe milli eğim müdürlüğüne vekaleten bakan müdürün odasına kapıyı çalarak girdim. Masanın üzerinde bir sarı zarf duruyor. Mahkeme için soruşturma yazısı olduğunu tahmin ettim. Müdür, zarfı imza karşılığında teslim edince ellerini oğuşturarak şimdi Sugediği Köyüne verilecek birini bulduk diyor. Sugedigi Köyü Ardıçlı dan yirmi km uzaklıkta, Suriye sınırında bulunuyor. Yolu olsa da olaşımı zor..  Davranış tarzından dolayı makam adı ile hitap etme gereğini duydum.
- Bak Müdür, bu koltuğa çok oturup kalkan oldu. Bazısı tatmin oldu gitti, bazları ise tatmin olamadan acı duyarak gitti. Bu davranışın yanlış, gün gelir aynı okulda çalışabiliriz diyerek odadan uzaklaştım.
Parti içinde ağırlığı olan bir diğerinin ayağını kaydırıp onun yerine geçme çok oluyor. Bir ay sonra yeni müdür atanıyor. Vekil müdürün, bari beni memleketime verin dediğini öğreniyorum. Aynı okulda çalışmak nasip olmadı, gitti ilçeden.
Yeni ilçe milli eğitim müdürü de garip davranışlar sergiliyordu.
Özal dönemi. 80 li yıllar On iki Eylül uygulamalarının etkisi sürüyor. Ardıçlı Kırıkhan Hassa yolu üzerinde bir yerleşim yeri. On iki öğretmenli yola yakın bir ilkokulu var o zaman. Hatay valisinin tayini çıkmış gidecek. Gitmeden önce ilçelere gidip vedalaşma yapıyormuş.. ilçe millî eğitim müdürlüğü telefon zinciri ile yol üstündeki okuldaki öğrencilerin saat 10 - 11 arasında yol kenarında durarak valinin geçişini selamlayacak diye haber veriyor. Kış günü. Ardıçlı da bir Poyraz esintisi var, yağmur geldi gelecek. Okul Müdürü Mustafa Bey durumu açıkladı. Öğrencilerin eline bayrakları tutuşturduk. Vali geçerken sallayacaklar. Yol kenarına dizildik. Bekledik yirmi dakika geçti. Birinci sınıfları okutuyorum. Çocuklar üşüyor. Dayanamadım sınıfımı alıp okula geldim. İlçe müdürü Aktepe de karsılayacakmıs, geçerken öğretmenleri sayıp geçmiş. Ertesi gün okula geldi. Devlet büyüğüne saygısızlık yaptın, amirin emrine uymadın senin için iyi olmayacak dedi. Ben doğrusunu yaptım. Gereğini yapın karşılığını verdim. Bu arada dört yıl önce Samandağı nda çalışırken Maraş olaylarını protesto etmek için bir saat derse girmediğim eylemden dolayı mahkeme çağrım tebliğ edilmişti. Biraz da çekinmedim değil. Önceki yıllarda birçok arkadaş soruşturmasız
 görevden atılmıştı 
Açığa alınanlar, görevden alınanlar yargı yoluna gitmişlerdi. Mahkeme kararı ile tekrar görevlerine dönmeye başladılar.  Arkasından hemen görev yerleri değiştiriliyor. bir bakıma sürgün oluyorlar. Daha sonra kesilen ücretlerini toplu ödenmesi kararı veriliyor.  Çelişkili uygulamalar iç içe. Bir yandan göreve geri dönenlere birikmiş ücretleri geri ödeniyor, diğer taraftan yeni soruşturmalar. Müfettişler soruşturma takiple uğraşıyor.  Bir süre sonra ne hesap edildi ise, hükümet sicil affı çıkarıyor.  Bizim soruşturma da kendiliğinden düşüyor.
  
 Okan üç yaşında, Kurtuluş ilk okula başlayacak. İlk okulu beş yıl aynı okulda ve aynı öğretmende okumasını istiyorum. Beş yıl daha burada kalmak ta istemiyoruz. Eşimin sağlık personeli, İskenderun Devlet Hastanesine tayinini yaptırmak için iki ay uğraşıyoruz.
Eş durumu nedeniyle Hassa dan İskenderun a tayin için çok uğramıştık. ANAP li birinin referansı olmadan tayin oyalanıyor veya hiç yapılmıyor. İki çocuk ortada, okula devam edemiyor. Her hafta ile gidip sözel dert anlatmaya çalışıyoruz, olmuyor. Tesadüf bir köy muhtarı hoca ben sana yardımcı olurum diyerek birlikte il milli eğitim müdürü odasına giriyoruz. İki kişi daha var içeride. Biri benimle aynı okuldan mezun  Düziçili Veli Alaca. Onun da yanındaki bir muhtar imiş. Konuşma sırasında öğrendim. Müdür Veli ye dönerek Veli süresini tamamladı, yapalım artık işini dedi. Sıra bizi dinledi. Durumu anlattık. Muhtar ile çok samimi olduğu ses tonu ve hitap şeklinden anlaşılıyor hemen. Birbirlerini parti içinde kolladıkları anlaşılıyor. Bak Osman Bey seni İnönü ye geçici müdür yardımcısı olarak vereceğiz, ancak bizim arkadaşlar ne derlerse geriye çevirmeye çeksin. Yönetmenlik e göre çalışırım diyorum, sanki olacakmış gibi. Olmadı sen bu işi beceremezsin. Seni Bitişik Köyüne verebiliriz deyince tamam orası olsun diye konuyu bağladık. Bir hafta sonra da tayin yapıldı. Veli ile değerlendirdik durumu. Milli Eğitim Müdürü ikimizi de şahsen hiç tanımaz ve görüşmedik. Muavinlerle görüşürdük hep. Oysa dosyalara bütün bilgiler gayrı resmi olarak konmuş. Sadece birinci şubenin işareti resmi onu biliyoruz. Artık kuralsızlık  kural, olmaya başlamıştı. Yasal bir durum bile bir kanaldan hallediliyordu.
 Eş durumundan iki ay sonra da ben Bitişik köyü ilkokulunda çalışmaya başladım.

EKİP ÇALIŞMASI (90 lı yıllar)
Bitişik köyü  İskenderun'un kuzey doğusunda, Bekbele kasabasının üst tarafında Amanos Dağları'nın yamacına kurulmuş, denizi kuş bakışı gören küçük ve eski bir yerleşim yeri. Okulu, iki derslikli iki öğretmenli bir okulu var.  Ulaşımı İskenderun belediyesinin iki saatte bir kalkan otobüsü ile yapılıyor.
Bitişik köyü dağ yamacına kurulmuş, her evin önünde birer dönüme yakın bahçeleri var. Ağaçlı yeşillik dolu bir köy. geçim kaynakları kısıtlı. hayvancılık yok tarım yok. yetişen gençler, sanayide, özel haddahanelerde iş buldukları ölçüde çalışırlar. Gündüzleri genelde orta yaşlı ve yaşlılar bulunur. genç kesim akşam üstü köye gelir, sabah erken saatlerde yola koyulurlar.  Okulda 1.2.3. sınıflar bir arada, 4.5. sınıflar bir arada eğitimlerini alıyor. Normal öğretim uygulanmakta. Okulun bulunduğu alan denizi ve İskenderun merkezini ,limanı gören bir yerde bahçesi mevcut öğrenciye yetecek büyüklüktedir. köye giren yolun solunda ilk okul, sağında köy camisi bulunuyor. Ayrıca Süleymancılar diye adlandırılan tarikatın üç katlı kuran kursu hemen göze çarpar. Bu kurs binasında yatılı olarak, çevre ilçe ve köylerden gelen genç ve çocuklar  bulunmaktadır.
Okulun diğer öğretmeni köyün yerlisi. Öğretmen okullarının fark derslerinden sınava girip öğretmenlik diploması alarak öğretmenliğe başlamış. Uzun yıllar da bu çerçevede görev yapmış. Kendi imkanlarıyla okul bahçesini düzenlemeye çalışmış, uğraşmayı seven biri. Uyum içinde çalışıyoruz. Benim köye geliş gidiş yapman epeyce de yorucu oluyor. Bazı günler otobüs gelmiyor veya otobüsü yetişemediğim günlerde yaya olarak inip çıkmak zorunda kalıyorum. Normal öğretim uyguladığımız için öğle yemeği sorun oluyor.  Beslenme çantam da olması gerekiyor.  Sabah saat dokuzda başlayıp saat on ikiye kadar, öğleden sonra bir buçuktan üçe kadar çalışıyoruz. Otobüs dört yirmi de geliyor onu beklemek gerekiyor. Bu bekleme süresi okul içinde geçiyor. Birkaç ay sonra öğrencilerin eve çanta taşımasını, ev ödevlerini kaldırdık. Saat iki kırk beş ten sonra etüt çalışması yaparak öğrenme süreci açığını kapatıyoruz. Öğrenciler Sabah daha mutlu  güvenli ve zamanında geliyorlar. Eleştiriler oldu. Günler geçtikçe anne baba çocuk çekişmeleri azaldığı görülmektedir. Öğrenmelerinde de davranışlarında da olumsuzluk yaşanmadı. İki yıl boyunca uygulamayı sürdürdük. Bize birazcık da yük getiriyor. Biz de Ertesi günün günlük planlarını da yapıyor, plan hazırlamayı devreden çıkarmış oluyoruz.
Atamalar belli aylarda yapılması gerekirken, atamalarda kural dışı uygulamalar hızlandı. Müfettiş olabilme, idari kadrolara gelebilecekler, hasta sevkleri, var olan yönetmenliklere rağmen kurallara uyulmadan belli kesimlerin keyfiyetine göre sürüp gidiyor.
Öğretmenler üzerinde uygulanan yanlış uygulamalara ve özlük haklarını korumalarını koruma, sendikal faaliyetlerini gerçekleştirmek için çalışmalar yapılıyor. Sendikal hakların alınması için çalışmalar var. Uluslar arası sözleşmelerden doğan çalışanların sendikal hakları olmasına rağmen memurlara böyle bir hakkın anayasada olmadığından sendika kuramayacaklarından bahsediliyor. sendikal faaliyetler güvenlik güçleri ve amirler tarafından engellenmeye çalışılıyor.  Anayasada memurlar sendikal faaliyette bulunamaz diye hüküm de yoktur.  Memurlar amatör bir ruh ile sendikal çalışmalarını sürdürmeye çalışıyorlar. Sendika odalarında oturumlar, seminerler düzenleniyor. Yapılacak çalışmalar planlanıyor. iş yerlerinde sendikalı sayısını çoğaltmaya çalışılıyor. Sendikal hakların alınması, usulsüz atamaların son bulması, ücretlerin artırılması, ilk okul öğretmenleri yardım sandığı (İLK-SAN) ve öğretmen evlerinin yönetiminde söz sahibi olunması amacı ile büyük kentlerde mitingler yapılıyor. Ülke gündemi ile ilgili basın açıklamaları yapılıyor. Bütün bu faaliyetler yasaklama ve engellemelere rağmen yapılıyor.
Ulaşım sorunu öğle yemeği sorunu var iken,bir de sağlık sorunları eklendi. Vücut eylemde. Mide ameliyatı gerçekleştirildi. Gidiş dönüşü kolay olan bir yer istedim. Dört kilometre aşağıdaki Bekbele ilkokulu na atandım. Beldenin merkezinde, İkili öğretim yapılan, on sekiz kadrosu olan bir okul. Mustafa Dağlıoğlu okul müdürü. Diğer öğretmenleri de tanıyorum. Düziçi Öğretmen okulu, Hatay, Kilis, Mersin, Tunceli öğretmen okullarından ve  eğitim enstitülerinden mezun olmuş öğretmenler.
Bir kısmı İskenderun a gidiş dönüş yapıyor, Bir kısmı Bekbele'de oturuyor. Uyumlu bir kadrosu var. Kısa süre sonra okul müdürü Mustafa Dağlıoğlu kalp krizi sonucu vefat etti. Okul ve Bekbele halkı için üzücü bir durum oldu. Yerine hizmet yılı fazla olan, uzun yıllar bu okulda görev yapan, Bostan Yılmaz'i idareciliğe müracaat etmesi için zorladık. Sonuçta idareci okulun kendi kadrosundan oldu.

Bekbele kasabası, Amanosların eteğinde geniş denebilecek alana kurulmuş bir yerleşke. İlçeye dokuz km. uzakta olmasına rağmen fazla hizmet alamamış veya almak istememiştir diye düşünmek geliyor akıllara. Bir ilk okulu, üç camisi,  Süleymancıların kursu diye adlandırılan dört katlı kurs binası var. Bölge mezarlığının yan tarafına bir orta okulu faaliyete yeni başlamış. Lise ve yüksek öğrenime devam etme nüfusuna göre yeterli değil. Bölgeye yeni yerleşimler Demirçelik fabrikalarının açılışı ile çoğalmış, hem ekonomisi değişmiş, hem de kültür kaynaşması olmuş. Muhtarlıktan belediyeliğe dönüşünce daha da ilerleme sağlanmış.
Bekbele ilk okulu kasabanın merkezi yerinde. Bahçe kapısından girince sağ tarafında bağımsız tuvalet binası, hemen yanında öğrencilerin su ihtiyacını karşılayan yan yana düzenlenmiş musluklar. Küçük bir oyun alanı çevresine yerleştirilmiş üç ayrı bina birbirini görecek şekilde düzenlenmiş.
Okulda müdür yardımcısı kadrosu boş müracaat ettim. Müdür de olumlu yönde görüş bildirdi. Bekledik peşine de düşmedim. Sınıfımız var, yarım günlük çalışma, çocuklarımla da ilgilenmek gerektiğini de düşününce sormayı bile aklıma getirmedim.  Sonuçta Bitişik köyünde beraber çalıştığımız arkadaş idareci olarak gelmişti.
Derslik olarak kullanılan binanın arka tarafında lojmanı var. Hemen bitişiğindeki binanın alt bölümünün bir kısmı lojman olarak tasarlanmış. Daha önceleri burada öğretmen kalıyormuş. Bir yıl kimse oturmayınca yeni müdür Bostan Yılmaz, bölgede ana sınıfı olmadığından burayı ana sınıfına dönüştürdü.  Eşyalar ve ders araçları çevreden sağlandı. tuvaleti bağımsız beslenme odası, mutfağı ile küçük mimi mini bir ev ortamı. Yeni sevecen de bir öğretmeni var. Kısa sürede öğrenci sayısı arttı. ikinci bir okul öncesi öğretmeni ile bir gurup daha oluşturularak sabahçı öğleci olarak devam edildi. kadro şanslı okul öncesi öğretmenleri kardeşler, her ikisi de kendilerini yetiştirmişler.

 Her öğretim yılı sonlarında bir piyes gösterisi yapılıyor. Ekip uyumlu olunca çalışma yoğun olsa da, istekli çalışıyoruz. Geleneksel hale geldi piyes ve sahne gösterileri. Beldenin ve okulun bir salonu da yok. Okul bahçesinde öğretmen ve öğrenciler üç gün içinde bir sahne kurarlar. Perde, ışık, olanakları ölçüsünde ses sistemi oluşturulur. İki üç perdelik oyunlar gösterimde olurdu. Sahne gösterileri içinde, korolar, sololar, skeçler, pandomimler de yer alırdı. Okul bahçesinde oluşturulan gösterim alanı dolar, okul duvarı dışına tasardi izleyici kitlesi. En çokta sahnelecek oyunlar için ilçenin onayını almak zaman alırdı. Biz, sahnelecek oyunun bir mesaj vermesini, konulu olmasını ister ona göre eseri onaya gönderirdik. Konuşmacıların yapacakları konuşmanın metni, skeç ve parodilerde yapılacakları ayrıntıları, türkülerin isimleri gibi ayrıntılar istenirdi.






Etkinliklerde mümkün oldukça çok sayıda öğrenci almaya özen gösteriyoruz. Her veli çocuğunu izlemek ve izlettirmek için çevresini de davet ederdi. Okul öğrencilerinin çoğu görevlendirilir. gösteri alanında, etkinliklerde, karşılama ve uğurlamada, malzeme temininde görev alırlar. öğrencilerin sorun çözme becerilerinin artması sağlanıyor. Bir sahne gösteriminde rol gereği oyuncunun kulise dönüp bir bardak su getirmesi gerekiyor. kuliste bulunanlar suyu o anda döktüler, su yok. Öğrencinin biri hemen araya girip, sular kesilmiş meyve suyu getirdim de al şunu çabuk deyip oyuncu öğrenciyi yönlendirmesi gülüşmelere yol açmıştı.
Bölgede, düzenlenen etkinliklere ilgi gittikçe artıyor.






Hazırlık Çalışmaları mesai saatleri dışında yapılır program aksaması olmaz, olursa da telafi edilir. Genellikle piyes çalışmalarını  Mahmut Cinkir, Fatma Düzgün, Nurten Görürüm ile birlikte yürütürdük. Hüseyin Tunç sahne kurulumunu gerçekleştirir ekibinin başında olur. Ağaç işleri ve dikiş becerisi var Hüseyin Tunç un.
Sacide Yılmaz, sorunlarla baş etmeye çalışır, müdür karısı okul yarısı. Tiyatroyu sever, müzik etkinlikleri düzenler.
Binnaz Hanım malzemeleri temin ederdi köyden. Ali Aran eleştirmen idi. İzler eleştiri yapar. Hakkı,ben yoruluyorum, herkes bir şeyler istiyor bıktım diyerek tepki verir. Ruşen sakin, bilet ve çekiliş planlar, organize eder. Makbule, Mahmut halk oyunları sorumluları. Meral, Ayşe, Duygu Devrim, Tülay  oyuncuların makyajını yapan, sahne görünümünü, düzenleyen, program akışını sağlayan öğretmenler. Zaman zaman tartışmalarla akışında oluyor her şey. Mahmut, Müdür Bostan ve ben bazen patlar alevlenirdik birden. Üç gün sürer gerginlik.
 Fatma Düzgün, Binnaz Kesik, Ruşen ve ana sınıfı öğretmeni Gulşen  çay pasta faslı düzenler, dağınıklığı toparlar idiler.





Çalışma aralarında ve toplantı sonlarında bir arada bulunur, stres atma amacı ile eğlenilir.
herkes katılırdı oyuna ve şarkılara eşlik edilir. yorgunluğun etkisinden midir nedir oynarken ayakları dolaşmaya başlar sesi kısılır bazılarının.  Zamanı gelince hep birlikte terk edilir okul.


,

Bir araya gelinen toplantılarda okul ve öğrenci konu olurdu hep. Bu durumun hem olumlu hem de olumsuzluğu vardı. Ufuk daralması, bakış açısı, sosyal çevre anlayışı konusunda daralma yaratıyor. İskenderun un eksikliklerinden biri de tiyatro, sinema ve diğer sosyal etkinliklerin yeterince olmayışı da bu durumu etkiliyor. Müdür okul lojmanında kalırdı. Geceleri uykusu kaçınca derslikleri kontrol eder oldu. Okuduğu kitapların içeriğini paylaşmadan duramazdı. Öğrencilerle aralarında geçen diyalogları sık sık anlatırdı. Usanmaz bıkmaz.
Bir öğretmenler kurul toplantısı sonunda sendika konusu açıldı. Uzunca da konuşuldu. Önceleri konuya kimse karışmaz sessizce dağılma olurdu. Keyfi uygulamalar yönetmeliğe dahi uymamalar kendiliğinden bu durumu doğurmuş olabilir diye düşünüyorum. İki sendika var Eğitim iş kolunda, amatörce faaliyet gösteren. EĞİTİM SEN, TÜRK EĞİTİM SEN. Üye olun sendikalı olun diye uğraşıyoruz. Çekinen yine çekingen davranıyor. Sendikalı sayısında artma olunca o kesim de sendikaya ılımlı bakmaya başlar. Bir öğretmenler kurulu toplantısında gündeme sendika konusunun eklenmesini önermiştim. Müdür yönetmenliğe uygun değil olmaz demişti. Teneffüste konuşuyoruz ancak kendi aramızda.

On beş gün sonra milli eğitim müdürlüğünde seni 1. Şube sorup duruyor öğretmenler kurullarında konuşmalarında dikkat et bizimde başımıza iş açma diye sözlü uyarılıyorum. Demek ki bu okulda bir muhbir öğretmen var olduğunu anladık. Çünkü bir çok okulda muhbir öğretmen belirlendiğini duyuyorduk.
Eğitim iş kolundaki sendikalaşma çalışmaları devam ediyor. Sendika konusunun konuşulması suç görülmüyor, ancak dikkatli davranmak gerekir düşüncesi etkin olmaya başladı.
Amatör bir çalışma sürdürmesine rağmen Eğitim Sen in çalışmaları devam ediyor. Üye sayısı çoğalıyor. Bazı uygulamalar da söz sahibi olmaya başladı. İl ve ilçelerdeki öğretmen Evleri nin yönetiminde bir öğretmen üyenin bulunması, il içi atamalarda bir öğretmenin temsil edilmesi, hizmet puanlarına göre atama işlemlerinin yapılmasında etkin rol almaktadır. Bu uygulama sayesinde İnönü İlköğretim okuluna gelme şansını yakalamış oldum. O yıllara kadar bir siyasiye arkasını dayamayan merkezi okullara gelmesi mümkün değildi.
Bir okul müdürü ben buraya belli bir misyon ile geldim diye söz edebiliyor. Güçlü olduğunu ispatlamaya çalışırdı.
İşte bunun gibi uygulamalar örgütlü oldukça azalmaya başlıyor. Fakat diğer taraftan Ankara'da yapılacak eylemlere gitmek isteyen sendika üyelerini taşıyan araçları lastiği eski bahanesiyle, araçta bulunan üyelerin kimliklerini toplayıp soruşturuyoruz diyerek oyalama yapılıyor. Ankara girişinde tekrar kontrol yapılır. Miting alanına gitmek için hipodrom önünde toplanır. Bir saatte varılır miting alanına. Yürüyüş kortejinin sağında ve solunda polislerde yürür. Zaman zaman küfür ederek tahrik ederdi bazı polisler. Disiplinli bir şekilde hareket ederdik. Tahriklere kapılmamamız gerektiğini konuşurduk. Miting alanında konuşmacılar her bölgeden gelen toplulukların alana yerleşmelerini bekler. o sıralarda davullar zurnalar eşliğinde halaylar çekilir, marşlar söylenir, sloganlar atılır. konuşmacılar dinlenir gündem ile ilgili, özlük hakları ile ilgili açıklamalar yapılır. Alanda seyyar simit ve su satıcıları gündeliklerini bol bol çıkarırlar. miting sonuna doğru yaşı ilerlemiş olanlar ve hasta olanlar baygınlık derecesine gelinceye kadar direnirlerdi. En az dört saat ayakta durmak çok yorardı. kiminin tansiyonu düşer, kiminin ki yükselir. Her miting sonrası değerlendirme yapılır kazanımlar konuşulur. Özellikle uluslararası sözleşmelere dayalı olarak anayasanın düzenlenmesi üzerine ağırlık verilmesi üzerinde durulur. Amatör bir ruh ile çalışıyor sendikacılık. aidat sistemi yok ama tüm giderler ortak karşılanıyor. il ve ilçe milli eğitim müdürlükleri ile sosyal ve özlük haklar konusunda birebir görüşülüyor sorunlar. il ve ülke genelinde atamaların puanlama sistemine göre yapılması için çalışmalar yapılıp atamalarda hizmet puanları esası getiriliyor. Sendikalı öğretmen sayıları artıyor kazanımlar sağlandıkça.
ŞEHİR MERKEZİ
Bir partili desteği olmadan merkezi okullara tayın yaptırma zordu. Onun için merkezde çalışanlar farklı hissederdi kendilerini. Hizmet puanlarına göre atamalar yapıldıkça mahrumiyet yerlerde çalışanlar merkezi okullara yerleşmeye başladılar. Bu dönem içerisinde  beş yıl da Bekbele'de çalıştıktan sonra hizmet puanıma dayanarak İnönü ilköğretim okuluna tayin istedim ve çıktı. Okutmuş olduğum sınıfı, Bekbele'ye yerime atanan hizmet yıllarının çoğunu doğu ve güneydoğu Anadolu'da, Hatay 'ın köylerinde geçiren Yeğenim Mehmet Kaya devralıyor.  Merkezi yerlerde sosyal çevre biraz daha harmanlanarak genişliyor istenirse. Hatay ilinde yaşamlarını sürdürenler bu alanda çok avantajlı. Çünkü Hatay'ın bir ucundan diğer ucuna ulaşmak  bir buçuk iki saatlik zaman alır. Hatay ili aynı zamanda birçok kültürün harmanlanarak geliştiği bir yerleşim alanı. İskenderun'a bir sanayi şehri de denebilir.  Türkiye'nin üçüncü demirçelik fabrikası, gübre fabrikası, öğrenciliğimin son yılında kısa süre temelinde çalıştığım çimento fabrikası, yeni yeni kurulan özel demir çelik işleme fabrikaları, devlet kuruluşlarının bölge müdürlükleri, orta doğunun en önemli limanlarından birisi burada bulunmakta. Ayrıca yazın denize  girip, 20 dakika içinde Soğukoluk yayla yerleşkesine çıkılabilmektedir.

İskenderun şehir merkezinde; İnönü, Kurtuluş, Mithatpaşa, Beştemmuz, Namık Kemal, Şükrü Kanatlı, Barbaros, Dumlupınar, Atatürk İlköğretim okulları var. Çevre mahallelerde; Kılıç Ali Paşa, Esentepe, Yıldrımtepe, Gültepe, Alpaslan, Yunus Emre, Emel Akçay, Sakarya ilköğretim okulları bulunmaktadır.
Lise olarak; İskenderun lisesi, Cumhuriyet Lisesi, Endüstri Meslek Lisesi, Ticaret Meslek Lisesi, Kız Meslek Lisesi, İmamhatip Lisesi, Makzume Anadolu Lisesi, Demirçelik Anadolu Lisesi, İbnisina Anadolu lisesi vardır.  İkem Koleji adı ile bir tane özel kolej yer alır.
Özel dersanelerin sayısı her geçen gün artmaktadır.
Eğitim öğretim ile ilgili kaynaklara ve olanaklara sahip bir ilçe.
Kültürel ve ekonomik açıdan çok çeşitliliği içinde barındırır. Çevre illerden iş gücü için göç almış,   Türkmen, Arap ve Kürt kültürü harmanlanmıştır. Fakat bu durum mahallelere göre farklılık göstermektedir.
 Merkezdeki İnönü İlköğretim Okulunda göreve başladım. Yetmiş öğretmen kadrolu, Öğretmenlerin çoğu uzun süre burada çalışmış, bayan öğretmenlerin çoğunlukta olduğu bir okul. İlk defa kalabalık kadrosu olan bir okulda çalışacağım. sendika çalışmalarından dolayı öğretmenlerin çoğunluğunu tanıyorum. Diğerleri ile de süreç içerisinde tanışıp kaynaşma sağladık. Birinci kademede daha kıdemliler, ikinci kademede çoğunlukla genç öğretmeler bulunmaktalar.

  • Atamaların hizmet puanlarına göre yapılması ile Bekbele ilkokulundan İnönü ilköğretim okuluna geliyorum. Bu durumda sendikalaşmanin  neleri değiştirebileceğini görmeye başlıyoruz.
  • Sadece atamalar değil ugrasilacak çok konular bulunmaktadır. 12 Eylül 1980 darbesinin ardından bir çok alanda hak kısıtlamaları, eğitim alanında yapılan değişiklikler genişletilerek sürdürülüyor.
  • Eğitim sistemi yarış haline sokulmaya başlıyor. Anadolu liselerine giriş ilkokuldan sonra sınavla yapılmakta. Sıralama ile kontenjanlara göre yerleştirilmektedir. İlçede üç Anadolu lisesi bulunuyor. Makzume Anadolu lisesi, Demirçelik Anadolu lisesi, İbni Sina Anadolu lisesi. 
  • Eğitim öğretim sistemlerinde,  değişikliklerin yapıldığı bir dönem içindeyiz. Uygulamalar yönetmenliklerin değiştirilmeye başlandığı bir dönem. ilkokullardan sonra Anadolu liselerine girişlerin yapılıyor. Rekabetin yerini yarışmaların yer aldığı bir dönem. merkezi yerlerde ilkokul birinci sınıftan başlayarak devam eden özel ders uygulamarı yaygınlaşıp gidiyor. üçüncü sınıftan itibaren dershanelere kayıtlar, ilkokul çağlarındaki çocukları olan velilerin sitresleri, çocuklara bilinmeden uygulanan baskılar, okullarda öğretmenlerden beklentiler uzadıkça uzuyor. Okullar arasında Anadolu liselerine kaç ögrenci girdirebiliriz mantığı merkezi okullarda ne yazık ki yerleşiyor. Bu mantık zeka seviyesi üst düzeydeki öğrencilere yönelik çalışmalara yönelme kendiliğinden gelişiyor. Vasat ve geri gibi görülen, etiketlenen öğrenci ve veliler bir oyun tamamlayıcısı ve piyon olarak kullanılmaya doğru yol almaya başlıyor. Uzun yıllar sonra daha büyük sorunlara yol açacak gibi görünüyor.  Veli öğretmen arayışına, öğretmen belli etmemeye çalışsa da veli tercih ayrıcalığı kazanmak istiyor.  Birinci sınıflar da öğrenci dağılımı ve paylaşımı  üzerinde çok duruluyor. Sistem ister istemez böyle bir seçime zorluyor tarafları.  Ancak bundan zarar görecek olanlar vasat ve vasatın altında kalan öğrencilerin durumu  olumsuz olarak etkileyecektir. Halbuki toplumu gelecekte bu kesimin etkileyeceği kesindir. Bir sınıfta yedi sekiz kişi üst düzeyde, en alt seviyede yine yedi sekiz kişi, diğer gurup ortalama düzeyde bulunmakta. Meslek yaşamım boyunca her bölgede çalıştığımda bu istatistiğin oluştuğunu görüyorum. Farklı mahallelerden, farklı gelir düzeyleri ve kültürlerden gelen öğrenciler. Çocukların dünyasında bunların hiç biri yok. Okullu olmak, önlük ve çantası olmak, arkadaşı olmak, yepyeni bir yere gidecek olmanın heyecanı korkusu gibi düşüncelerinden başka bir şey düşündüklerini sanmıyoruz.  Köy ve kasaba okullarında böyle bir seçime girme şartları oluşmadığından çalışmalar daha kolektif yapılıyordu. 
Şehir merkezinde bulunan belli okullara rağbet daha fazla oluşuyor. Büyük kadrolu okullarda farklı bir uygulama yok yine aynı program ama, kenar mahallelerde oturup merkezde çalışan kesimin çocuklarını takip kolaylığını düşünenler, sosyalleşme in daha fazla olacağını düşünülerek, okul sonunda dersanelere gitme kolaylığı hesap edenler, ayrıca bu okullardan mezun olduktan sonra merkezdeki orta okullara kayıt yaptırma kolaylığını düşünenler nedeniyle ilgi daha fazla oluşuyor. Böylece bu okullardaki sınıflar daha kalabalık oluyor. Sınıf mevcutları kırk kişinin altına düşmüyor. 
Birinci sınıf kayıtları ve dağılımı bu nedenlerden dolayı sorun olmaktadır. Kayıt süresi dolduktan sonra şubelere dağıtımı, öğretmenlere dağılımı yapılır. İdare iletişim sağlayanlar istediği öğretmene vermeye çalışır. 
Okul ve sınıf mevcutları çok yoğun olduğu için ilk onbeş gün içinde gerek öğrenciler, gerek veliler büyük kaygı yaşarlar.
daha önceki çalıştığım yerlerde bu tür ikilemler içine görmediğinden burada da bu tür bir düşünceye katılmak isteği duymadım. Tahmini altı yedi şube den oluşacak bir birinci sınıf sayısı bekleniyor. Okulların açılmasına üç gün kala öğrenci ve şube dağılımı yapıldı. Ortalama her şubede 35- 40 civarında öğrenci var. İleriki günlerde bilemedin 45 kişiye dayanabilir. Fazlasını da sınıf takı sıralar almaz. Köy ve beldelerde ki Veli ve öğrenci yapısına hiç benzemeyen bir ortam. Gelir ve kültür durumları arasında büyük farklılıklar vardı. Bu durum farklılığı avantajlı bir bir durum olabilir diye düşünüyorum. El bebek gül bebek diyerek yetişen, tamamen ilgisizlik içinden gelen, doğal davranış gösteren bir öğrenci topluluğu ile karşı karşıya. Bir ay içinde iki veli bilgilendirme toplantısı yaparak kaynaşma sağlamaya çalışıyoruz. Kendisi ve çocuğunun şanslı olduğunu düşünen de, tedirginlik duyan da, nereden düştük diye düşünenlerin de olduğunu yüz ifadesinden az çok tahmin edebiliyorum.
Tümden gelim yöntemi ile okuma yazma öğretiliyor. Aşağı yukarı Şubat Mart aylarında serbest okuma hedefleniyor. Ama karma yöntemleri kullanıp Aralık sonu gibi okumaya geçenlerde oluyor. 
Veli grafiğine baktığımızda çevrenin toplumsal yapısını hemen çözüp, ona göre problem davranışların çözüm yolunu bulabilmek kolaylaşıyor. Başlar da biraz olumsuz eleştiri alsanda çözüm oluyor. Ayrıştırıcı değil, birbirini anlayan ve anlaşabilir bir durum ortaya koyabilirsiniz.
Çelişki ve farklılıklar düşünce zenginliği doğuruyor. Sınıf ortamında da çevrede de aynı şekilde. Önemli olan çelişki ve farklılıkların farkında olunmasını sağlamak.
Veli ve öğrenci gözlem defteri tutarak, sorunları belirleyip çözüm için yöntemleri belirlemek kolaylaşıyor. Bir öğretmenin cozemeyecegi toplumsal sorun uzun vadeli olup, bu da toplumsal bilincinin geliştirilmesi ile ilgili çalışmalara doğru yönlendiriyor ogretmeni. 
Birinci, ikinci sınıf zümre öğretmen arkadaşlarım ile uyumlu olmaya çalışıyoruz. Dürdane Hanım, Necla Hanım, Mucella Hanım Fatma Hanım zümrelerimiz. Tartışma ve celiskilerimiz olsa da yine de birliktelik var. Çevre, kır, köy, tarihi ve ören yerleri için gezi düzenleyip birlikte gidiyoruz. Daha çok şehir ortamından uzak yerlere gezi planlaması yapıp gerçekleştiriyoruz. Yapılan her çevre inceleme ve tanıma gezileri sonrası ogrencilerdeki davranış değişikliği görülebilmektedir. 
Eğitim sistemi sürekli değiştiriliyor. Sınavlara dayalı, rekabetten uzak, yarışma mantıklı bir sürece doğru gidiliyor.
Anadolu liseleri için ilkokul 3. Sınıftan itibaren öğrencilere yarış için start verilmeye başlanıyor. Özel ders, dershane derken, öğrenciler ya isyan ederek, yada içe kapanarak tepkisini gösteriyor. Sistem öyle bir duruma sürüklüyor. Ortaklaşa dershane açan öğretmenler,  özel ders vermeyi yarış haline getiren bir kesimin oluşması, ödevlerin sınıf seviyesinin üzerinde verilip çok  şey ogretiliyormus imajının yaratılması gibi durumları doğurmaya başlıyor. Kapitalist sistemin bütün özelliklerinin uygulanması devam ediyor. Para kazanmak için ne gerekli ise herşey geçerli ve olumlu olarak bakılıyor. Bu durum eğitim sisteminin içine de girince sorunlar katmerlesiyor. Meslek hayatım boyunca değişik bölgelerde çalıştım, gördüğüm yaşadığım bir tespit, bir sınıfın yüzde  onu üst düzeyde, yüzde beşi alt düzeyde, diğer kesim vasat durumdadır. Bu durumda sistem üst düzey durumda olanların eğitimine yönelik olmaya başladı. Vasat ve geri düzeyde olan kesim hesaba katılmaz olmasına sebep oluyor. Eğitim sistemi öğretici, öğrenci ve velilerin idealist düşünceden uzaklaşmasına, değer yargılarının değişmesine neden olup, ben ve benimkisi düşünü ağırlık basıyor. 
Öğrenciler, önceden Sınıf arkadaşları arasında yazılı değerlendirmeler yapılırken öğrenciler birbirlerine yardımcı olmaya çalışırlardı gizlice. Bunu kimseye de söylemezler idi. Şimdi bu daha farklı bir şekilde geliştiğini seziyorum. Bir öğrenci velisi çocuğunun başarısından bahsederek, çocuğu ile olan bir sohbetini anlatıyor. Anne yanımdaki arkadaşım  üçüncü sorunun cevabını sordu, bilerek yanlışı söyledim. Doğrusunu söyleseydim o benden önce gelirdi. Şimdi ben ondan önceyim dedi. Ben kırk yıl geçse böyle düşünmezdim, zekice bir davranış diye övgü ile bahsediyor. Dinleyenler çok kurnazlık yapmış, süper vb. Değerlendirmelerde bulundular. Donup kalıyorum! Nereye gidiyoruz böyle? Ayrıştırıcı, sıralamaci mantığı yayıldıkça yayılıyor.
Öğretmenler odalarında döviz, faiz, repo, araba markaları ile ilgili sohbetler ara ara gündem konusu oluyor. Bir yandan da öğretmen özlük hakları ve sendikacılık konuları konuşuluyor. İdareciler bu konulara girmeyip konuyu kapatma yoluna gidiyorlar. Amatör olarak faaliyet göstermeye çalışıyor sendikacılık. İş yerlerinde pano edinme, kurullarda temsilci seçimi, İlksan (ilkokul öğretmenleri yardımlaşma sandığı)  yolsuzluklarınin üzerine gidilmesi için çalışma yapılması gibi konularda yoğunlaşmaya çalışılıyor.Egitim Sen eğitim iş kolunda üye sayını gün geçtikçe artırıyor. Sorunlarla ilgili basın açıklamaları, gösteri ve yürüyüş gibi eylemlerle sorunların gündeme gelmesine çalışılıyor. Sendikal örgütlenme çalışmaları devam etmektedir. Bu arada idareciler bu konulara uzak durmaya çalışıyor, okulda problem çıkmaması için çaba sarf etmeye çalışıyorlar. Örgütlenme çalışmaları devam ettikçe karşı durmak da  ekip çalışmasını etkileyeceğinden yorum yapılmıyor. Ülke genelinde AB uyum sözleşmesi gereği iç hukukun da buna göre düzenlenmesi için iktidara karşı uyarılar yapılıyor.  Öğretmen evleri yönetimi için bir öğretmen temsilcisi bulundurulması, atamalar komisyonlarında bir öğretmen temsilcisi bulundurulması, ilkokul öğretmenleri yardımlaşma sandığı yönetimi için seçimlerin yapılması için çalışmaların yapılması için faaliyetler devam etmektedir. Bu istekler bir dönem sonra kabul edildi. 
İLKSAN İLÇE VE İL TEMSİCİLİĞİ YAŞANMIŞLIĞI
* İlksan yönetim kurulu oluşturulması amacıyla ilçelerde İlksan ilçe temsilcisi, illerde ilçe temsilcileri arasından genel merkez temsilcileri seçimlerinin yapılması için ülke genelinde karar veriliyor. 
*. İlksan yönetimi uzun süre yolsuzlukları var olan bir kuruluş haline dönüştürülmesi, ardından kayyım ataması yapılmıştı. Araba kampanyası adı altında yüzlerce üyenin parası yenmiş, yüzlerce araba hayalî satılmış, arsa alıp satma faaliyetinde bulunarak büyük yolsuzluklara adı karışmıştı. Zamanın Cumhurbaşkanı dahi bu yolsuzlukları bilmesine rağmen sesini çıkarmadığı gibi destek vermişti. Arsa yolsuzluklarına adı karışan Nazlı Ilıcak in kocası Kemal Ilıcak intihar etmişti. Rant ve yolsuzluk hat safhada idi. Sandığın geliri ilkokul öğretmenlerinden kesilen aidatlar, İlksan öğretmen evleri ve İlksan satış mağazalarından sağlanmaktadır. 
İlksan ne Zaman ne amaçla kurulduğuna dair açıklama yapmak gerekiyor.
İlksan
Köy Enstitüleri ülke genelinde etkisini göstermeye başlamasıyla birlikte toplumsal yaşamda, ekonomik ve sosyal alanlarda düzenlemelere gidilmeye başlanıyor. Zamanın Zor koşullarında yeni  yeni girişimler yapılıyor. Kooperatifcilik girişimleri artıyor. Dayanışma ruhu güçleniyor. İlksan, Ülkemizde kanunla kurulan ilk Sosyal Güvenlik Kurumlarından birisidir. Tüm İlkokul Öğretmenleri ile Milli Eğitim Bakanlığının taşra teşkilatında çalışan idari personeline, sosyal yardım ve emeklilik ödemelerinde bulunulması amacı ile 13 Ocak 1943 tarihinde 4357 Sayılı kanunla kurulan İlkokul Öğretmenleri Sağlık ve sosyal yardımlaşma sandığı, zamanın ilköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç un katkılarıyla İLKSAN kuruluyor. 

4357 sayılı Kanunun gerekçesinde, Sandığın kuruluş amacı, “…Öğretmenlerden hastalananlara, evlenenlere, çocuk doğuranlara, çocuklarını okutacaklara, ölenlerin ailelerine yardım etmek ve geçinme yükünü hafifletmek, sağlığa ve içtimai yardıma taalluk eden meselelerde öğretmenleri birbirlerine yardım edici duruma getirmek gayesini güden bu Sandığın teşkili faydalı ve zaruri görülmüştür…” şeklinde belirlenmiştir.

Bu amaçla kurulan İlkokul Öğretmenleri Sağlık ve Sosyal Yardım Sandığı’nın Ana Statüsü, kuruluşundan itibaren Türkiye’nin tüm illerinde bulunan üyeleri temsil eden ve seçimle gelen delegelerin iştiraki ile yapılan Genel Kurul’da hazırlanarak Bakanlığın onayı ile yürürlüğe girerdi. Yönetim kurulunun oluşumu üyeler tarafından seçimle belirlenirdi. Yıllarca amacına uygun olarak faaliyete bulunmuştur. Köy Enstitüleri kapatılıp devamı olan ilkogretmen okulları döneminde de İLKSAN faaliyetleri birçok dejenerasyona maruz kalmış, iç tüzük değişikliği yapılmış, ülkenin siyasi yapısı değiştikçe sandığın faaliyetleri amacı dışında işlemeye başlamıştır. 12 Eylül 1980 askerî darbesi ile sandığın gelirleri, öğretmen gereksinimleri göz önünde bulundurulmadan çarçur edilip, büyük yolsuzluklara girisilmistir. Arsa ticareti, araba kampanyası adı altında yolsuzluklara gidilmiştir. Bir çok il merkezlerinde  bulunan  İlksan mağazaları zarar ettirilmiş, ilkokul öğretmenleri nin faydalandığı, sandığın sermayesi ile kurulan Didim İLKSAN öğretmen Evi, Alanya'da bulunan oteli, Ankara Ulus ve Kızılay da bulunan konaklama evleri hep zarar ettirilmiştir. Didim ve Alanya'da bulunan tesislerden öğretmenlerin  yararlanmaları guclestirildi. Sadece Ulusta bend deresi yanındaki İlksan öğretmen Evi kısmen öğretmenlere hizmet verebiliyordu. Hastası olanlar, sağlık sorunları için,  bakanlıkta işi için Ankara'ya gelen taşrada çalışan öğretmenlerin bir iki gün kaldiklari yerdi. 

Sandığın faaliyetleri amacı dışında işlemeye devam ediyor, yolsuzlukların üstü kapatılmaz hâle geldi. Yönetime kayyım ataması yapıldı. 09.04.1985 tarih ve 3179 sayılı Kanunun 1. maddesi ile Ana Statü hazırlama yetkisi Milli Eğitim Bakanlığına verilmiştir. Bu duruma planlı bir şekilde gelinmiştir.

 Eğitim alanında sözde değişiklikler, eğitimi daha da anlaşılmaz hale sokuyor, sorunlar daha da derinleşiyor. Özel Dersane, kurs merkezleri, yeni yeni açılan özel okullar, tarikat ve cemaatlerin dersanecilik ve özel okul açma faaliyetleri, sınav kazanmak için girişilen çalışmaların sadece öğretim yönü ve para kazanma yönüne bakılıp eğitim tarafı umursanmaz oluşu yarayı derinlestiriyor. Eğitimin kurumlarının özelleştirilmesi için yönetim tarafından bir çok kolaylıkları sağlamak amacı ile yasal düzenlemeler yapılıyor. Hazine arazilerinin karşılıksız verilmesi, kredi sağlanması vergi muafiyeti vb. Olanaklar sağlanıyor. Bütün bunlar yapılırken sivil toplum örgütleri de  güçlenmeye başlıyor olanlar karşısında görüşlerini açıklamaya çalışıyorlar güçleri oranında. Memur örgütlenmeleri, sendikal hakları elde etmek amacı ile yapılmaya çalışılıyor. Eğitim iş kolunda Eğitim - Sen üye sayısı en fazla olma başarısını sağlıyor, daha sonra Türk Eğitim-sen geliyordu. İki öğretmen sendikası vardı. AB uyum yasalarına  göre ülkede yasa düzenlemesi yapılmadığından, ne yasal, ne de yasal değildi. Örgütlülük artıkça hak arama yolları artıyor, yollar genişledikçe yönetim bu yolda yürüyenlerin etkisini azaltmak için tedbirler artan örgütlenme çabaları karşısında demokratikleşme yapılıyor imajı yaratılıyor. Bir yandan da sendikal faaliyetlere sudan bahanelerle engel koymaya, faaliyetleri yasal olmamak ile durdurmaya çalışılıyor. İLKSAN yönetimi usulsüz kampanya ve yolsuzluklara adı karışıyor kayyım ataması yapılıp tüzük değişikliği yapılmış, yedi gün kişilik yönetim kurulunun üçü seçim ile taşradan gelen il temsilcileri arasından, dördü bakanlığın belirlediği adaylar arasından seçilecek. Tüzük değişikliği ile ilçelerde ilçe temsilcileri, ilçe temsilcileri Kendi aralarında ildeki üye oranına göre il temsilcilerini belirleyecek, il temsilcileri genel merkez yönetimine üç öğretmen belirleyecek.

Tüzük, sandığın yönetimini siyasi iktidara bırakacak. Böyle olmasını seçim ile yasal kılıfa sokulmuş olunacak. Üyesi olduğum Eğitim-sen ilçede  durum değerlendirmesi sonucunda beni İLKSAN ilçe temsilciliği için aday olmamı önerdi. Karar doğrultusunda  üç aday arasında seçim yapıldı. Örgütlü çalışmanın sonunda İskenderun ilçe temsilcisi seçimini kazanmış olduk. İlde de dört genel merkez temsilciliği nin de üçünü kazanmış olduk. Belirlenen seçim takvimine göre, neler yapılacağı, kongre de nelerin gündeme getirileceği ve çözüm yollarının nasıl olması gerektiği belirlendi. 

* Bu zamana kadar yapılan yolsuzlukların tespiti ve üstünün kapatılmaması.

* Yönetim kurulunun tamamının öğretmenler arasından seçilmesi için tüzük değişikliği.

*Zarar ettirilip sermayesi öğretmen aidatlarindan kesilen paralar ile sermaye aktarımı yapılan İLKSAN satış mağazalarının kapatılması

*Konaklama ve sosyal tesislerinden yararlanmalarda  genellikle bakanlık ve  merkez teşkilatının değil, uygun ücret ile taşra teşkilatında çalışan öğretmenlerin yararlanması için tedbirlerin alınmasını sağlamak.

*Emeklilik ve sosyal yardım ödemelerinin yükseltilmesi için için gerekli tedbirlerin alınıp düzenlemenin yapılması

*Yönetim faaliyetlerini denetleyen bir komisyonun oluşturulması için mutlaka yönetim kuruluna girilmesi gerekiyor.

Eğitimsen tarafından, İLKSAN ile ilgili bir TV programında gündeme getirilmesi için Ali Kırca ya teklif iletildi. Fazla siyasi bulmuyorum yanıtı ile karşılık buldu. Aslında hem mali, hem de siyasi boyut sarmaş dolaştı. Sandık talan edilmiş, bundan sonra da yardım sandığından nemalanma yolları belirlenecek gibi.

Kongre öncesi, neleri nasıl kimlerin anlatacağı, hangi onergelerin verileceği belirlendi.

İl temsilcileri genel kurulda İLKSAN ve öğretmen sorunları gündeme getirilmesi için yoğun çaba gösterildi. Başkent öğretmenevinde il temsilcileri iki gece ağırlandı. İçinde birer çanta birer duvar saati ve bloknot bulunan birer paket dağıtıldı. Paket verildiğinde kendimi avutulup, satılıyormuş gibi hissettim. Kulis çalışmaları sessizce sürüyor. Bakanlık temsilcisi adaylar kendilerini tanıtıyor. Her iki sendika üyelerinden de oy alıp sıyrılmak isteyen de var, umursamayan nasıl olsa beni seçecekler diyenlerde. Aday olan iki liste var. Eğitim - sen ve Türk Eğitim-sen sendikalarının ayrı ayrı oluşturduğu. Seçime çarşaf liste ile gidilecek. Kongrenin Gergin geçeceği akşam yemeği sonrası kulis çalışmaları belli ediyordu. Temsilci sayıları başabaş, sonucu kestirmek çok zor. Bir grup tartışmasında bakanlıkta görevli birinin, son çırpınışları artık öğretmen okulu çıkışlı olanlar bitiyor, bundan sonraki yönetime giremezler sözü çok düşündürücü idi. Sandık çalışmasını bozup darbe yönetimi ile ele geçirilmiş ardından kayyım ataması yapılmıştı. Sanki göstermelik demokratik uygulama gibi kılıf hazırlığı gibi. Yönetim kurulunun üçü öğretmen temsilcisi, dördü bakanlığın belirlediği temsilciler olacak. 

Kongre başlıyor. Kayyım heyetinin açıklamaları ile başladı. Sandığın tarihcesinden, faaliyetlerinden, demokratik bir statü hazırladıklarından uzun uzun bahsettiler. Divan kurulu seçimi yapıldı. Gündem okunmasından sonra gündeme eklemek için önergeler verildi. Bu önergeler arasında Zarar gösterilen mağazaların kapatılması, sosyal yardım ve emeklilik ödemelerinin yükseltilmesi, konaklama v b. Konuları ile ilgili önergeler gündeme eklendi. Daha birçok önerge sunuldu ama dilek temenniler bölümünde konuşulur diyerek gecistirildi. 

lksan in sosyal yardımları ile ilgili açıklamaları ile ilgili söz aldım divandan. Yapılan sosyol yardımların gülünç olduğunu, ölüm yardımı ile ilgili yönetmenlik teki durumun düzeltilmesi gerektiğini, emekli olduktan sonra emeklilik ödemelerinin iyi düzenlenmesi gerektiğini vurgulamıştım. Zarar eden işletmelere sermaye artırımı yapılmasa bunun çözülebileceğini, ayrıca zarar eden pazarları, işletmelerinin kapatılması gerektiğini vurguladım.






DÜZELTMELER VE YAZIM DEVAM EDECEK
Osman YILMAZ













MEZUNLARIN BULUŞMA GÜNLERİ
Okuldan mezun olduk, çalıştık günü geldi emekli olduk. Yıllar sonra köy Enstitüleri ve öğretmen okulları mezunlar toplantısı çevre illerde ve okulda yapılmaya başlandı. Bu buluşmalarda Köy Enstitüleri ve Öğretmen Okullarında yapılanlar anlatılıyor, anılar paylaşılıyor.

Böyle bir buluşma için bulunduğumuz Hatay iliden Düziçi’ne bir otobüs dolusu gelmiştik. Grubun içinde Köy Enstitüsü mezunu olanlar vardı. Onları dinledik. Onların yaptığı dersliklerde, salonlarda, diktikleri ağaçların gölgesinde gölgelendik.  Her gelişte eski mezunlar binalara okulun  görüntüsüne bakıp bakıp iç çeker, içi kararır. Korunabilen binayı, bayrak direğinin bulunduğu bölgeyi, İrfan Çeşmesini, sinema salonunu, kalan ağaçları görünce gözleri parlar, gençleşir, dik durup, göğsünü kabartıp dört bir yanını izler. 
Grup halinde Deliçay Köprüsünden geçerken Köy Enstitüsü mezunu köprü girişindeki yazıyı gördüğünde çok kızdığını söylemişti. ‘’Bizden öncekiler bu köprünün taşlarını sabun  çayının orada kesip düzenlemişlerdi. Bizlerde katır arabası ve okulun kamyonu ile getirip biz yapmıştık. Hemen bunun üstüne de konmuşlar. Biz yaptık bunu biz.  Hey gidi Deliçay köprüsü hey! Birçok kültürü karşıladın, yurdun dört bir yanına ilim, irfan yaymak için gidenleri uğurladın.’’   Demişti, Aslan Yeleli Derviş KURTULUŞ.


Derviş Abiyi bu konuşmasından iki yıl sonra aniden kaybettik.





Yorumlar

Popüler Yayınlar